Ey alem-i İslam uyan!

Fatih Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü'nün yaptığı Ortadoğu anketi internette yer aldı. Bu ankette Türkiye ile ilgili ilginç sonuçlar ortaya çıktı. Proje kapsamında, Orta Doğu ülkelerindeki elitlerin Türk dış politikasına bakışları, bu yönde toplumda oluşan algıları belirlemek amacıyla Suriye, Irak, Lübnan, İsrail, Filistin, Mısır, Libya ve Tunus'taki elitlerle görüşmeler yapıldı.

Görüşmelerde ağırlıklı olarak siyaset-bürokrasi, akademi, araştırma merkezleri, sivil toplum örgütleri, basın, sanayi, ticaret gibi konular yer alıyor. Görüşleri alınanların tamamını lisans, yüksek lisans veya doktora eğitimi almış kişiler oluşturuyor. Görüşmeler sonucunda ortaya çıkan tablo, Orta Doğu ülkelerinin etnik, dini ve siyasi eğilimlerini yansıtan bir örneklem olması bakımında büyük önem arz ediyor.

Bence bu anket, Türkiye’nin 500 yıllık uykusundan “mağara ashabı” gibi uyandığının ve dıştan/içten zerk edilen narkozun tesirinden çıktığının somut bir göstergesidir. Ve inşallah nöbeti yeniden devralacağının, hadislerle işaret edilen “fecr-i sadık”ın işaretleridir. Evliya ve kâmil zatların kerametvarî işaret ettikleri “ittihad-ı İslam”ın  görünür alametleridir. Bugün için ortalığı bürümüş toz toprağa, zoraki kaos ve kriz tablolarına bakıp da ümitsiz olmayalım. Emin olunuz ki, yeniden dirilmenin, şaha kalkmanın tarihi günlerindeyiz. Vaa’d-i İlahî tahakkuk ediyor. Bu görev yine O yüksek ecdadın torunlarına nasip olacaktır ve de oluyor.

Aslında sadece İslam alemi değil, insanlık alemi de Osmanlı ile beraber aklî muvazenesini ve huzurunu kaybetti. O günden beri dünya huzur ve adaleti arıyor. Çünkü Osmanlı bu topraklarda bir dengeydi, bir nizamdı, ortak bir “adalet ve akıl” idi. Maalesef Haçlı zihniyeti dengeyi, nizamı bozdu, adaleti yıktı, aklı da “ırkçılıkla” sarhoş edip uyuttu. Dünyanın adeta dönen çarkı durdu. Bilhassa başsız kalan Müslüman alemi darmadağın oldu. Hep birbirleriyle, iç sorunlarıyla uğraştı. Bütün enerjisini kaybetti. O günden beridir, bir daha dik duramadılar. İzzet, şeref ve haysiyet tarûmar oldu. Ayak altında, sefil ve rezil bir yaşama mahkum oldular. Büyük ümitlerle hep bir kurtarıcı ve  mehdi beklendi.  

Osmanlı nasıl dünyanın dengesi olur? Diyenlere, aşağıdaki rakamlar bu iddiamızın somut bir göstergesidir.

Osmanlının Avrupa’daki (26 Devlet) hakimiyet yılları:

1-Yunanistan (363 yıl), 2-Sırbistan 539 yıl), 3- Karadağ 539 y.), 4-Bulgaristan 545 y), 5-Hırvatistan 539 y), 6-Makedonya 539 y),….25- Arnavutluk 435n y), 26- Kosova 539 yıl).

Osmanlının Asya’daki (13 Devlet) hakimiyet yılları:

1- Irak 402 yıl, 2- Suriye 402 yıl, 3- İsrail 402 yıl, 4- Filistin 402 yıl, 5-Ürdün 402 y, 6-Suudi Arabistan 399 y, 7-Yemen 401 y, 8-Umman 400 y, 9-BAE 400 y, 10- Bahreyn 400 y, 11- Kuveyt 381 y, 12- Katar 400 y, 13- B.İran 30 yıl.

Osmanlının Afrika’daki (20 Devlet) hakimiyet yılları:

1- Mısır 459 yıl. 2- Libya 394 yıl. 3-Tunus 308 yıl. 4- Cezayir 313 yıl. 5-Sudan 397 y. 6-Eritre 350 y. 7-Cibuti 350 y. 8-Mali 300 y. 9-Senegal 300yıl. 10- Gine 300y., …19- Fas 250 yıl. 20-Moritanya 250 yıl.

Hilafete Bağlı (8)Yerler:

1- Pakistan, 2-Bangladeş,…10-Kamerun

Osmanlı Donanmasının Himayesine Aldığı (13 devlet)Yerler:

1-Fransa, 2-İspanya,3-İngiltere,4-Hollanda,5-Danimarka,… 13- Japonya.

Osmanlı Ordusunun Bulunduğu Yerler:

1-Almanya, 2- Lichestayn, 3-San Marino, 4-Çek Cumhuriyeti…

Değerli okuyucularım Osmanlının yaklaşık 90 (doksan) devletle direk/indirek ilişkisi ve irtibatı vardı. Alem-i İslam’ın da tek koruyucu şemsiyesi idi. İşte, Haçlı Avrupa’sının Osmanlıya olan kininin nerden kaynaklandığını görebiliyorsunuz değil mi?

Bu nedenle; Müslüman âleminin yegane ümidi yine onun bakiyesi olan Türkiye’de. Bakınız; Ortadoğu anketindeki şu soruya verilen cevap bile bunun somut göstergesidir: “Türk dış politikası Müslüman dünyaya yakınlaşmış mıdır? sorusuna %86’nın evet” diye cevap verdiğini görüyoruz.

Aşağıda; beşyüz yıldır yatan alem-i İslam’a, hususan Osmanlılara ve onların torunları olan bizlere seslenen; uyanıp, İslam aleminin de intibahına vesile olmamızdan, bir lokomotif gibi Müslüman alemini harekete geçirmemizden bahseden bir nutuk iktibas edilmiştir.

Bu nutukta; büyük İslâm mütefekkiri Bediüzzaman Hazretleri; Türklerin ve Kürtlerin böyle bir vazifeyi üstlenmesinin tarihi, maddi ve manevi bir mesuliyet olduğunu, ecdadın torunları olarak gaflet uykusundan uyanıp yeniden terakkiyi sağlamamız gerektiğini ikaz ediyor. Müslüman milletleri bu gayenin tahakkuku noktasında uyararak, medeniyet yolunda çalışmaya ve yükselmeye veciz sözlerle davet ediyor, teşvik ediyor.

Lütfen şu sözleri ağır ağır ve dahi sindirerek okumaya gayret gösterelim. Kalemim kalpten ve vicdandan çıkan şu kelimeleri sadeleştirmeye müsaade etmedi. Olduğu gibi iktibas edilmiştir:

“Ey alem-i İslam! Uyan, Kur'an'a sarıl, İslamiyete maddî ve manevî bütün varlığınla müteveccih ol.

Ve ey Kur'an'a bin yıllık tarihinin şehadetiyle hizmetkâr olan ve İslamiyet nûrunun zemin yüzünde naşiri bulunan yüksek ecdadın evladı! Kur'an'a yönel ve onu anlamaya, okumaya ve onu anlatacak onun bu zamanda bir mu'cize-i manevîsi olan Nur risalelerini mütalaa etmeye çalış. Lisanın Kur'an'ın ayetlerini aleme duyururken, hal ve etvar ve ahlakın da onun manasını neşretsin, lisan-ı halin ile de Kur'an'ı oku. O zaman, sen dünyanın efendisi, alemin reisi ve insaniyetin vasıta-i saadeti olursun.
Ey asırlardan beri Kur'an'ın bayraktarlığı vazifesiyle cihanda en mukaddes ve muhterem bir mevki-i muallayı ihraz etmiş olan ecdadın evlat ve torunları! Uyanınız! Alem-i İslam’ın fecr-i sadıkında gaflette bulunmak, katiyen akıl karı değil. Yine alem-i İslamın intibahında rehber olmak, arkadaş, kardeş olmak için Kur'an'ın ve îmanın nûruyla münevver olarak İslamiyet’in terbiyesiyle tekemmül edip, hakîki medeniyet-i insaniye ve terakkî olan medeniyet-i İslamiyeye sarılmak ve onu hal ve harekatında kendine rehber eylemek lazımdır.

Avrupa ve Amerika'dan getirilen ve hakîkatte yine İslam’ın malı olan fen ve sanatı, nur-u Tevhid (yani kainat kitabını ve içindeki varlıkları, mevcudatı Allah’ın eseri ve sanatı olarak incelemek. Hazretin ifadesiyle; bir iğne ustasız, bir kitap katipsiz, bir köy muhtarsız olması muhal olduğu gibi şu kainat sarayının ve  kitabının da bir ustası, bir mimarı, bir Sani’si olmaması muhaldir…) içinde yoğurarak, Kur'an'ın bahsettiği tefekkür ve mana-i harfi nazarıyla, yani onun sanatkarı ve ustası namıyla onlara bakmalı ve "Saadet-i ebediye ve sermediyeyi gösteren hakaik-ı îmaniye ve Kur'aniye mecmuası olan Nurlara doğru ileri, arş!" demeli ve dedirmeliyiz.

Ey eski çağların, cihangir Asya ordularının kahraman askerlerinin torunları olan muhterem din kardeşlerim! Beş yüz senedir yattığınız yeter; artık Kur'an’ın sabahında uyanınız. Yoksa, Kur'an-ı Kerîmin güneşinden gözlerinizi kapatarak gaflet sahrasında yatmakla, vahşet ve gaflet sizi yağma edip perişan edecektir. Kur'an'ın mecrasından ayrılarak, birleşmeyen su damlaları gibi, toprağa düşmeyiniz. Yoksa, toprak gibi, sefahet ve şehvet-i medeniye sizi emerek yutacaktır. Birleşen su damlaları gibi, Kur'an-ı Kerîm'in saadet ve selamet mecrasında ittihad ederek, sefahet ve rezalet-i medeniyeyi süpürüp, bu vatana ab-ı hayat olan hakîkat-i İslamiye sularını akıtınız. O hakîkat-i İslamiye suları ile bu topraklarda îman ışığı altında hakîki medeniyetin fen ve sanat çiçekleri açacak, bu vatan maddî ve manevî saadetler içinde gül ve gülistana dönecektir, inşaallah.”(Tarihçe-i Hayat)

Evet, Bediüzzaman Said Nursî, zulüm, tarassut ve baskı altında, insanlarla görüşmesine, hatta öz kardeşi ile bile görüşmesine müsaade edilmediği sürgün ve hapis dönemlerinde iken, büyük üstad bunları söylüyor.  Evet, eminim ki, ona gösteriliyor ve o da gördüklerini söylüyordu. Zulmün en karanlıklı dönemlerinde bile onun hiçbir zaman, “la teknetu min rahmetillah”, diyerek ümitsizliğe düşmediğini görüyoruz.

Hem bir şey daha var ki; hazret; “zındıka, şer ve fesat şebekesi” diye tabir ettiği bu kesimlerle hiç ilgilenmemiş ve O, sadece “cadde-i kur’an” diye tabir ettiği “ittihad-ı İslâm” yolunu inşa ile meşgul olmuştur.

Son söz : ülke olarak o yüksek hedefe yönelmeliyiz. Bir an bile bizi yolumuzdan döndürmeye çalışanlara dönüp  bakmamalıyız. Bu memlekete getirilen ve getirilecek olan  her terakki ve medeniyyet meş’alesi, her demokrasi, adalet ve şeffaflık prensibi karanlık bir zulüm,  baskı ve şer halkasının parçalanıp yok olması, yolumuz üzerindeki bir engelin aşılması demektir.

Öyleyse hedefimiz; tüm gücümüzle halkın arzu ve isteğini ön plana alan  tam “demokratik bir Anayasa” olmalıdır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum