Habibi Nacar YILMAZ

Habibi Nacar YILMAZ

Evliya

Bir insanın evliya olduğu nasıl anlaşılır? Bunun açık ve net bir ölçüsü var mıdır? Çok anlamam. Ama acizane benim de bir ölçüm var. Bir insanın yüzüne karşı överken ya da tenkit ederken, aynı duruşu gösteriyorsa, onu evliya kabul edebilirsiniz. Bunun defalarca uygulamasını yaptığımız ve testlerden başarıyla geçen belki birçoğunuzun yakından tanıdığı bir evliyadan söz etmek istiyorum sizlere.

70'li yılların yarılarında, Rize Öğretmen Lisesinde okurken Nurları tanımıştık. O zaman lisede okuyup tanıyanlar az olacak ki tâ Trabzon'da üniversite öğrencileri arasında mevzu olmuş. Faris Kaya Trabzon'da üniversite son sınıfta okuyordu ve benim ziyaretime gelmişti. Bizim okulda ses getirmişti bu ziyaret. Meraka ve sorgulamalara konu olmuştu epeyce. Sonrasında ben de Trabzon'a iade ziyaretinde bulunmuştum.  Faris Kaya Abi beni dershaneleri gezdirmiş ve bir gece de misafir etmişti. Zümrüt  Apartmanının ikinci katındaki dairenin salonunda kalıyor hem hizmetlerle ilgileniyordu hem de okulunu birincilikle bitirmişti.Sonrasında akademik kariyer ve dünya çapında hizmetlere öncülük ettiğini, siz de bilirsiniz belki. İşte bu Trabzon ziyaretimizde, o zaman matematik bölümünde okuyan ve hemşehrim olan Hüsnü Kutlu Ulaş'la da tanışmıştık. Beni sahile götürmüş bir çay eşliğinde "İman ve Küfür Muvazeneleri"nden ders yapmıştı. Kadere bak ki bundan bir sene sonra biz de Trabzon'da yüksekokul okumaya başlamış ve Hüsnü abi ile daha yakın olmuştuk.

Büyüklerin halleri, hallerin büyüklerindendir, derler. Bu yazıda onunla olan hatıralarımızdan aklımda kaldığı kadarıyla bahsetmek istiyorum.

Hüsnü abi evliydi ve dershanede kalmıyordu. Şu anda Erzurum'da öğretim üyesi olan ve hizmetleri ile temayüz etmiş, değerli kardeşim  oğlu Halim Bey de daha küçük yaşlarındaydı. Fakat ben Hüsnü abinin uzun zaman evli olduğunu anlamamış, hatta dersanede kaldığını zannetmiştim. Çünkü zamanının çoğunu dershanede geçiriyor ve dersleri kaçırmıyordu.

Trabzon'da hasbelkader bir hizmet alanının içinde kendimizi bulmuştuk. Çok değerli öncü abi ve arkadaşlarımız vardı. Elbistan'dan Alper Özcan, Trabzon'dan rahmetli Necip Küçükterzi, Maraş'tan Halit Erayman, İnayet Kazan, Isparta'daki Ali Ay, Diyarbakır'dan Veysel Bütakin, Van'dan Rahmi Huyut Erzurum'dan Salih Bayraktar, şu anda Denizli'de ve benim kitap okuma üstadım olan Hasan Hüseyin Sağbaş, tüy gibi insan Ömer Kadir Morgül gibi onlarca abi ve kardeşle kenetlenmiştik.

Trabzon'da hangi taşı kaldırsak altından ya Trabzon'daki hizmetlerin öncüsü iki yıl birlikte hizmet ettiğimiz ve 1979'da vefat eden rahmetli Müslüm Selçuk, sonrasında birlikte kalamadığımız fakat ismini çok duydugumuz Ahmet Apay, rahmetli Raşit Zil ve Hüsnü abinin izlerini buluyorduk.

Hüsnü abi, matematik bölümünde idi ama matematik dışında her şeyle ilgileniyordu. Üniversitede cami yoktu. Cumalar fizik bölümü'nün üstünde mescide
çevrilen bir mekânda Hüsnü abi tarafından kıldırıyordu. Cumaya bazen oraya gider ve müezzinlik de yapardık. Namaz kıldırışı o kadar latif ve sessizdi ki bazen rükûya giderken namaza durduğumuzu anlardık. Herkesi saran ses ve dokunuşlarla hitap eder, az konuşur ve bir problem olduğunda, pratik çözümler üretir ve hemen işe koyulurdu.

Hüsnü abi, halim selimdi ama onu her zaman öyle göremezdiniz. Anarşi döneminin verdiği atmosfer, onu bazen celalli de yapardı. Özellikle alayiş isteyen kimi toplantı veya gezilerde, yine onu en önde bazen marş okurken bazen de onun meşhur besmele zikrini cehri çekerken veya çektirirken görürdünüz.

Hüsnü abinin yanında mâlâyaniyat, gıybet, suizana kaçan ifadelerde bulunmak mümkün değildi. Hem fırsat vermezdi hem de biz o cesareti kendimizde bulamazdık. Yanlışlıkla o yola girsek, çeşitli manevralarla engel olurdu. Biz bir uzak mesafeye ya da bir ilçeye derse onunla gidecek olsak ya  salavat ya da meşhur besmele ilâhisi ile bizi yönlendirirdi. Ben bazen patavatsızlık eder, takılırdım ama yine aldırmaz, azıcık kaş çatmasıyla bizi de geçiştirdi. 

70'li yılların sonuydu. O zaman arkadaşlara seminer konuları veriyor ve hazırlananların önce ilçelerde, sonra Trabzon'da seminerlerini takdim etmelerini sağlıyorduk. Hüsnü abi, bazı arkadaşlarla uzun süre meşgul olmuş, onların seminerlerini hazırlamasına öncülük etmiş ve okutmuştu. Hususî ilgilenmesi sayesinde çok kişinin nurlarda derinleştiğine şahidiz.

Ara sıra ders çalışırken ya da bir arkadaştan ders yardımı alırken de gördüğümüz olurdu Hüsnü abiyi. Fakat öğrenmeye çalıştığı konuyu yüzeysel değil de temelinden öğrenmeye çalışması, bazen arkadaşların çileden çıkmasına da sebep olurdu. Fakat öğrenmeden de konuyu bırakmazdı.

Bir mübârek gece öncesiydi. Trabzon'un en eski dersanelerinden Dilek'teydim. Geldi ve telaşla haydi gidiyoruz, dedi. Abi, nereye demeden kendimi dışarıda buldum. Beni üniversitenin yeni camisine götürdü. Burada bu mübârek gecede vaaz vereceksin, demesin mi? Hiç bir hazırlığım yok. Bir nevi yüzme bilmeyen acemiyi denize atmak gibi olmuştu. Tevafuk kürsüde "İman Küfür Muvazeneleri" ni bulmuştuk. 24. Söz'ün 5. Dalının İkinci Meyvesini açtım ve biraz izahla ders yaptım. Dinleyiciler arasında epeyce üniversite hocası da vardı. Vaazdan sonra epeyce bir tebrik almıştık ve böylece bizim kürsü tecrübemiz başlamıştı. Çok şükür Risale-i Nur bir hazine idi. Herkesin ve her zeminde yapacağı dersler var. Yeter ki biraz cesur ve okumuş olalım. Hüsnü abide o cesaret ziyadesiyle vardı. Fakat kendisini önde göstermek istemediğinden, bizi tercih etmişti.

Özellikle mezun arkadaşların, Hüsnü abi ile her türlü mevzuda, probleminde istişarelerine de şahit olmuştuk. Arkadaşların ne derdi varsa ilaç olmaya çalışır , onları yönlendirir, hayırlı işlerinde vesilelikte de önde olurdu.

Bu yazıyı yazdığımdan haberi yoktur. Sonradan belki olabilir. Gülümseyip geçecektir ama benim onda bir sille vurma hakkım var ki onu bahane edip bana dua etmesini, etmemesi halinde, o hakkımı helal etmeyeceğimi söylüyorum. Böylece dua ediyor ki bugün bu perişan ve pejmurde halimizle bile hizmetin bir kenarında en azından kazan dairesindeki hizmetkârların hizmetkârı da olsak, razı halde bulunuyoruz. Onda ne hakkım olabilir, diye aklınıza gelebilir. Hüsnü abinin hizmette iş bölümüne çok dikkat eden bir titizliği de vardır. Bizim ise aceleci, her şeye omuz verme heveslisi, bir davranışın sonunu hesap edemeyecek kadar basiretsiz bir hâlimiz vardı. Yine hizmetin bedenen yapılması gereken bir işinde, diğer arkadaşlara paslaşmamızda acelecilik edince, bir ikaz makamında bir sillesini yemiştik. Kendimize göre haklılığımız vardı. Ama olsun, yine de dikkatli olmak gerekliydi. O dikkatsizliğin cezası oydu ve benim hizmet hayatımda önemli bir dönüşüme sebep olmuştu. 

Yine Hüsnü abinin hiç münasebeti yokken, bir mevzudan bahis açtığını görürdük. Hatta ben, bazen çıkışır ya da içimden ne münasebet var diye de geçirirdim. Fakat çok geçmez, o anlattıklarını ya yaşar ya da şahit olurduk. Onun için onu, dikkatle dinler; çözemediğimiz şeylerde mutlaka hikmetler arar ya da gerçekleşmesini beklerdik.

Bizleri ikazları da çok şefkatliydi. Bir defasında musafaha edince bana: "Habib kardeş, ben bir ağzımı ve dişlerimi yıkayıp geliyorum." demişti Ben de yahu buna bana niye söylüyorsun, diye içimden geçirmiştim. Ancak bir hafta sonra o ikazı bana yaptığını, ağız ve diş temizliğine dikkat etmemiz gerektiğini anlatmaya çalıştığını anlamıştım. Bunun gibi çok latifane, yumuşak ikazları çok olmuştu.

Sonraki öğretmenlik hayatında duyduğumuz hatıraları var. Sadece Erzurum'daki öğrencilerinden Trabzon'u kazananların naklettiği, her dersinde mutlaka tahtaya bir vecize yazdığını ve bunu anlattıktan sonra derse başladığını belirtmekte yetiniyoruz.

Trabzon'da Hüsnü abiyi tanıyan, onunla arkadaşlık eden elbette bir çok arkadaşımız var. Onların hatıralarını ya da bildiklerini anlatmak zor. Bu yazıyı okuyanlardan yorum kısmında paylaşmalarını arzu ederiz. Bizim de daha bildikleriniz var ama yerimiz bu kadar. Onun için kısa kesiyoruz.

Evet dostlar, ihlasınn bir düsturu da "Kardeşlerimizin meziyetlerini şahıslarınızda ve faziletlerini kendinizde tasavvur edip onların şerefleriyle şakirâne iftahar etmek" değil midir? Bu yazdıklarımızı bu makamda ve manada düşününüz. Böyle kardeşlerin faziletleriyle şakirâne iftar etmek hakkımız vardır herhalde.

Selam ve dua ile.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum