Risale-i Nur Dersleri-14: Kudret ve Tevhid

Kâinat, gökler ve yerden meydana gelen bir yapıdır. Kur'an’ın “semavat” (gökler) olarak isimlendirdiği yapıyı, kendi etrafında dönülen merkezler olarak veya dünyayı kuşatıp etkisi altında tutan bir sistem olarak ele alınırsa güneş, eğer atmosfer birinci kat sema sayılmazsa, birinci kat sema ve idare merkezidir; dünya onun etrafında döner. Ay’a göre, dünya birinci kat semadır; güneş ise ikinci kat semadır. Samanyolu galaksisinin merkezindeki büyük yıldız, üçüncü kat semadır. Samanyolunu da içine alan galaksi kümesinin ve gökadanın merkezindeki büyük yıldız ise dördüncü kat semadır. Bu şekilde Kur'an üç tabaka sistem daha olduğunu son derece ilmî şekilde ifade ederek yedinci kat semanın kâinatın tam merkezinde olup kâinatı bütün olarak tutan ana yıldız olduğunu bildirir. Her bir kat semanın, dünya üzerinde etkisi bulunmaktadır. Ay’a göre bakıldığında seyir böyle işlemektedir. Fakat Kur'an yedi kat sema ve arz şeklinde sık sık vurgulaması, ilk semayı dünyanın atmosferi olarak göstermesi ile güneşi ikinci kat sema yaparak yine aynı silsileye bizi götürür.

Kur'an birçok ayetinde kozmografya fennine dair birçok detay bilgi verir. Uzayın sağlıklı algılamada bizlere yardımcı olur. Her şeyin bizzat yed-i kudretinde ve tesiri altında olduğunu ifade eder. (Mektubat, 3. Mektub)

Kâinatta genel çekim kanunu veya kütle çekim kanunu şeklinde bir cazibe hakikati kendini gösteriyor. Fakat cazibe kanunu ile beraber itim kanunu da kendini gösteriyor. Aksi takdirde kâinat bu şekliyle var olamazdı. Kadir-i Zülkemal olan Allah, cazibe ve dafia denilen merkezçek ve merkezkaç kuvvetleri dengeleyerek görünmez iplerle nesneleri yekvücud şeklinde tutup varlık ve hayatlarını devam ettiriyor. Bu şekilde milyonlarca kilometre mesafede bulunan gezegenler ile yıldızlar bir birlerinden kopmadan var olarak hareket ediyor halde bulunabiliyorlar. Aynı durum atom ile elektronu arasında da mevcuddur. Bu şekilde Cenab-ı Hakk icad ve devam hakikatlerini cazibe ve dafia kanunları üzerinde sergileyerek kâinatı yekpare bir hale getirmiş, devam ettiriyor. Bu iki kanun, tevhidin muazzam bir penceresi, kâinatta tek bir kudret, tek bir irade ve tek bir hâkimiyetin hükmettiğine şahit olur.

Her bir zerrenin

*Girdiği bünye ve bedenlerde sayısız ilişki ağlarının ortasında olmasına rağmen mükemmelen vazifesini görmesi,

*Düzeni bozmaması,

*Düzeni biliyormuşçasına ayak uydurması,

*Girdiği bünye ve bedenlerin mahiyetçe farklı yapılarda olmasına rağmen aynı kusursuz hizmeti her bünyede sergilemesi…

Bu hakikatler net olarak gösterir ki ya her bir zerre güneş gibi bir şuur ve ilim, nâfiz bir kudret ve irade sahibidir. Ki girdiği her yere adapte olup mükemmel eser veriyor. Veyahut her bir zerre Cenab-ı Hakk'ın emirber neferidir; Onun ilim, hikmet, kudret ve iradesini sergiler. Hak ve hakikat, kâinattaki nizam ve vahdetten, zerrelerin hadd-i zatında cansız, şuursuz, iradesiz yapısından yola çıkarak her zerrenin bizzat Allah'ın kontrolünde bir neferi olduğu neticesine çıkmaktadır. Bu ise her zerreyi tevhide bir pencere kılmaktadır. (B.Mesnevi-i Nuriye, Katre Risalesi, 55 Lisan)

Esmaü'l-Hüsna'dan Hâkim ismi, kâinattaki nizam ile kendini gösteren muazzam bir tevhid penceresidir. Çünkü hâkimiyet, kendini kanunlarla gösterir; nizamı kanunlarla sağlar. İlâhî kanunlar, zerrelerden kürrelere, ezelden ebede, mekandan zamana kadar sayısız boyutlarda hükmünü gösterirler. Her şey kendisine tayin edilen kanunlarla bir varlık ve hayat sergiliyor. Aynı tür ağaçların aynı zamanda çiçek açmaları, aynı zamanda meyveye durmaları, meyvelerinin aynı vakitte olgunlaşması bir kanuna tabi olduklarını net olarak göstermektedir. Aynı yere yumurtlamak için binlerce kilometre yol alan somonlarda, hayatlarını devam ettirmek için sürekli göç eden kuşlarda bu kanunu görüyoruz. Atomda geçerli çekim yasasının, güneş-dünya arasında, galaksi merkezi ile güneş arasında, bütün kâinatla samanyolu galaksisi arasında da geçerli olması İlâhî kanunların bütün mekanlara hükmettiğini gösterir.

Hâkimiyet hakikati, mutlak olmasıyla, ıtlakın sırrı olan istila edicilikle, ikinci bir hâkimiyete ve hükmedici iradeye yer bırakmaz. Çünkü bir hakikat varsa, ıtlak da vardır. Itlak varsa, onun da hakikatli ve zâtî hali vardır. Zâtî ve hakiki bir ıtlak ise, karşı konulamaz şekilde her şeyi istilası altına alır. İstila, Arapça'da istivlâ kelimesinin okunuş halidir. İstivlâ ise, bir şeyi yönetimi altına almayı isteme demektir. Bu çerçeveden bakıldığında, her şeyden bağımsız olarak var olan mutlaklık, her şeyi yönetimi altına alır. Bu çerçevede ıtlak, Zât-ı Akdes'in en has bir sıfatı olup Samediyetin bir sırrıdır. Bütün İlâhî sıfatlar ıtlak ile hakikatlerini bulurlar. Bu şekilde, hâkimiyet de mutlakıyeti gereği, ikinci bir hâkime yer bırakmaz. Bu cihetten hâkimiyet şirke, yapısı gereği olarak mani olan bir özelliktir. Âciz insanların dahi fâni hâkimiyetlerini muhafaza için en değerli yakınlarını kurban etmeleri gösteriyor ki hâkimiyet, ikinciye müsaade etmez. Rakip kabul etmez. İnfirad ister. Câhil, âciz, ölümlü kullardaki gölge tarzı hâkimiyet böyle izzetli ise, kudreti zâtiye, ilmi muhit, iradesi nâfiz, ölüm kendisine muhal yokluğu muhal ender muhal olan bir Zât'ta hâkimiyet kendini ceberutiyet-i mutlaka boyutuyla sergiler; şirkin ihtimalini imkansızlığa gömer. (Şualar, 7. Şua, 2. Makam, 4. Hakikat)

Kudret-i İlahiyenin en büyük bir mazharı topraktır. Toprağın zahiri, Rububiyet tecellilerine; toprağın bâtını, kudretin tasarruflarına mazhar olduğu gibi, topraktaki sürekli zuhur eden yaratma fiili de toprağın evvelinin ve ahirinin Hallakıyete mazhariyetine delildir. Hayatın başlangıcı, bitkisel hayat ile toprak üzerindedir. Bitkiler ve ağaçlar, canlılığın sâbit ve çakılı halini; hayvanlar ise koşabilen, uçabilen ve yüzebilen halleriyle canlılığın seyyar halini sergiliyorlar. Hayatlarının devamı için de bitkiler ve ağaçlara bağlı ve bağımlılar. Bu manada hayatın başlangıcı, topraktadır. Bitkiler ve ağaçlar da toprağa bağımlı olduklarından diyebiliriz ki toprak Hayy ve Kayyum isimlerinin tecellilerine daimi bir aynadır. Bu zengin yönüyle toprak, Halık-ı Semavat ve Arz'a, semavâttan daha yakındır. Onun akrebiyetine mazhardır.

Toprak, tam aczi yaşar. Hava onu etkiler, parçalarını savurur. Su onu etkiler, çamura dönüştürür, parçalarını götürür. Ateş ve ışık onu etkiler, kavurur, toza çevirir. Fakat o hiç birini etkileyemez. Sonsuz derece âcizdir. Onun bu mutlak aczi, onu İlâhî sayısız latif sanatların aynası haline getirmiştir. (Badıllı Mesnevi-i Nuriye, Şule Risalesi, Toprak Bahsi)

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
4 Yorum