Kaderin Gözünde İnsan ve İradesi

(Bir Mahkumun Talebi Üzerine Said Nursi’nin Kader Risalesinden Bir Kısmın Şerhi)[1]

Soru: Kader’den bahseden 26. Söz’ü açabilir misin?

Cevap: Said Nursi Kader Risalesi’ni 4 Mebhas’a ayırmış. Mebhas, ilmî araştırma ve inceleme yeri ve bölümü demek…

1. Mebhas: Said Nursi bu kısımda, Kader ve Cüz’-ü İhtiyarî’nin varlık sebebini işliyor. Kader, ilimle belirlenen bir ölçü ve miktar demektir. İlimle belirlendiği için, başta bulunan ilk âyetin sonunda “kaderin ma’lûm” (bilinen bir miktar) deniliyor. İlimle belirlendiği için, kader hakikati, ilim sıfatına dayanır. Bu ilim, ilm-i İlâhî olduğundan; Allah’ı tanımak, Onun sıfatlarını bilmek, sıfatlarının tecelli ve sırlarını bilmekle kader konusu anlaşılabilir. Yeni Müslüman olmuş bir sahabe Hz. Peygamber’e (ASM) sorar:

-”Kader nedir?” Hz. Peygamber (ASM) şöyle cevap verir:

-”Kader, Cehennem korlarından bir kordur.[2] Yani o an, kadere dair meseleleri o sahabe sindiremezdi. Sindirilmeyen ağır bir bilgi ise, insan ruhunu yakan bir kor vazifesi görür. Said Nursi, Mantık bilimine dair eserinde “Sindirilmeyen ilim, en şiddetli acıdır” der.[3] Sindirilmeyen ilme, mâlûmât denilir. Her bir malumat, ruha batan ve kanatan bir kıymık hükmündedir. Mâlumât sindirilince, “ilim” (bilme) halini alır. Hakikatli bir ilim ise ruh için hidayet, şifa ve nur olur. O vakit ruhu ferahlatan bir kandil halini alır.[4] Bu mesele iyi anlaşılırsa birçok filozofun intihar sebebi, birçok kitap okuyan kişinin dengesiz ve şizofren ruh hallerine girmelerinin nedeni, depresyon ve melankolik hallerle ömür geçirmelerinin ana sâiki anlaşılacaktır. Sindirilen ilim, ölçü ve takdiri görmeyi sağlar. Çünkü ilim, belirli bir ölçüye dayanan kalıplar çizerek tecelli eder. Ölçülülük, denge ve takdir ise, güzellik hakikatinin temelidir. Bu manada sindiremediği bilgilerle kör olan, yarım bilgilerin kıymıklarıyla ruhu yaralanan ve eksik bilginin ateşiyle duyguları yanan bir insanın tamamen ilm-i İlahiye dayanan kaderi anlaması, kâinatın kaderî ilme dayanan güzelliğini ve mükemmelliğini görebilmesi elbette ve elbette mümkün değildir. Kâinatın ona karanlık veya gri tonda görünmesi, algıda seçicilikle sadece üzüntü verici ve kirli yönleriyle ona açılması gayet normal bir seyirdir.

Cenab-ı Hakk, maddi-manevi, dünyevi-uhrevi her şeyi ilim sıfatıyla takdir edip, irade ve kudret sıfatlarıyla kaza ettiğinden ezelden ebede bütün her şey temelde ilme dayanır. Evet ilimle her şeyi tayin ve takdir eden Odur. İlim sıfatı, her nesne için bir “hakikat” tayin eder; yani sabit ve değişmeyen bir öz… Her şey iyiliğe hizmetkâr bu hakikate dayanır. Hakikat, bâki ve zaman-üstüdür... Zamana ve mekâna göre hakikatin sureti değişse de kendisi değişmez. Bir insan hakikati, aklen bilse; kalbinin ihtiyacı ve ruhunun çaresizliği içinde hakikati hissetse o vakit o kişi doğrudan doğruya Allah ile muhatap olabilecek kıvama yükselir. Bu yükselişle zaman-üstünden insanlarla konuşan Kur’anın dili ona açılır. Kur’anın sermediyet ufkuna yükselen bu kişinin dünyasından korku ve vehimler silinip gider. Kendini mutlak bir emniyet ve nur âlemi içinde görür. Allah’ın Onun hayrını istediğini keşfeder. Kendini “daimi huzur” da hisseder. Çünkü fark eder ki, huzur, ilm-i İlahi’nin sırlarından birisi ve ebediyetin diğer adıdır.[5]

Cüz’-ü ihtiyari, kulun kendisi hakkında hayırlıyı seçebilme özelliğidir. Bu hayırlılık kulun kendi algısı, ilmi ve anlayış seviyesine göredir. Fakat çoğu zaman insan dar anlayışıyla, cahilce yarım bilgisiyle, nefsinin heva ve hevesiyle hakkında şer olanı hayırlı zannedip seçer. Bu durumda tercihi ona, hayır değil şer; yarar değil, zarar getirir. Hem bu tercihler, sonrasında geri dönüşü olmayan zaman kayıplarına, yaralanmış fıtratlara, kaybedilmiş masumiyetler ve saireye dönüşür. Bu kavrama benzer yapıda olan cüz’î irade ise, kulun ihtiyarı ile seçtiği şeyi uygulamaya geçmesini ifade eder. İhtiyar ile seçeriz, irade ile tatbik ederiz. İhtiyar ile irade arasında fark olduğundan, seçtiğimiz şeyden emin değilsek içimizden gelen “Dur, yapma!” gibi sesler üzerine tercihimizi sorgular ve değiştirebiliriz. Aksi takdirde, ihtiyarımız, irademize; irademiz, kudretimize bağlı olsaydı; ihtiyar ettiğimiz şık anında dış dünyada uygulanmış olurdu. Bu durumda da ihtiyar ve irademiz, hür olmamış olurdu. İrade serbestiyeti, tercihinden vazgeçebilmekte; şerri de hayır gibi seçebilmekte saklıdır.

(Devam edecek)

[1] Yazı bir sohbet ve karşılıklı konuşma üslubunda olduğu için okuyucunun bunu nazar-ı dikkate almasını istirham ederim. Bu yazı sadece 1. Mebhas’tan ilhamen kaleme alınmıştır.

[2] Bkz. İbnü’l-Esir, Üsdü’l-Ğâbe.

[3] Bkz. Kızıl İcaz, Son sayfa…

[4] Mâlumatı sindirten faaliyetleri bazıları şunlardır: Tahkik ve Tedkik; Cihad ( fikir savaşı); Sabır ve Şükür; Namaz ve Oruç; Hastalıklar ve Musibetler; Zikir ve Aşk; Zühd ve Fedakârlık…

[5] Bediüzzaman Said Nursi, Mesnevi-i Nuriye, Katre, Meratib-i Allâhu Ekber Bahsi; Mektûbât, 20. Mektûb, 2. Makam, 9. Kelime… Rene Guenon, Varlığın Mertebeleri…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
3 Yorum