Ene veya ben, dünya ve Bediüzzaman

Enenin penceresinden felsefe tarihini anlatıyor Bediüzzaman. Bu başlı başına bir teknik zafer, çünkü bütün felsefe ve dinler tarihinin sorunu ‘ben’in kendini ve alemi yorumlama ile geçmiş. Biri inek demiş öbürü onla mabud olarak tapmış, biri su demiş, diğeri ona tapmış, biri ateş demiş diğeri ona kurban adamış ve odun taşımış. Bugün de banka yapmış Abdülhak Hamid’in sözüyle “Para mabud bankalar mabed“ demiş. Hem de yüz yıl önce bir şiirinde, şehirli ve köylü kıyası yaparken. Bütün bir felsefe tarihini ene’nin penceresinden anlatmak, sapmaları ve isabetleri o bakış açısının bir yerlerine yerleştirmek… Bütün düşünce ve sanat, beşeri dinlerin hepsi, hatta tahrif olan ilahi dinler bile ben’in karıştırdığı bir sahte itikad paranoyası ile oluşmuş.

Ben de hep felsefe lügatinde ben kelimesinin tafsili var, hem psikanaliz ve psikoloji lügatlerinde ben kelimesinin yani ene veya egonun izahları var. Ünlü psikanalistlerin başta Freud, Kohut, Adler gibi insanlar bu kelime üzerinde çok durmuşlar, ondan doğan onun türevleri olan kelimeler ve izahları kitaplar dolusu.

Bir de psikanalistlerin ene çevresinde yazmış oldukları denemeler ve romanlar var. Onlardan birini okudum. Yalom diye bir sanatçı ateist, nihilist ne dersen az kalır bu adama azdır. Kitap 87 baskı yapmış, onu okuyorum. Bir öğrencim “ben okudum siz o kitabı okumasanız iyi olur hocam” dedi. Kitap Freud, Niçe ve Yalom üçlüsü arasında nihilist ve ateist paslaşmalar. Nerede olduğumuzu bundan iyi anlatan bir kitap olamaz. Nice itikatlar bu kitapların sayfalarında zaten yokken buhar olup gidiyor. Sayın Kültür Bakanı şu kitabı bir oku bak ülkenin çocuklarını nasıl hızla ateizme çağrıyor. Ondan sonra Bediüzzaman’ın tevhid ve o yoldaki eserlerinin ne kadar gerekli olduğunu bir anla. Ak Parti’nin kültür felsefesi yok, ülkenin kültürel açıdan nereye gittiğini gören akılları da yok, belki vardır, bühtan etmeyelim. Sayın Cumhurbaşkanı da Yalom’u okusun, Fırat’ın doğusu büyük sorun ama bu romanlar ve felsefi gibi görünen ateizm kumkuması kitaplar ülkeyi bitiriyor. Bediüzzaman’ın Tabiat Risalesi bir büyük panzehir ve ilaç ama kim kime dum duma…

Kitabı okudum o kadar korkunç bir zehir kitabı ki fare zehiri dağıtsa insanlar ölür ama ahiretleri konusu başka, bu kitap yıkıyor hem nasıl yıkıyor.

Felsefe tarihinin ene kelimesi etrafında yani ben veya ego kelimesi etrafındaki tutumu, ben’e bakış açıları bazen ekol olmuş bazen bir filozof. Eski Yunan, Bediüzzaman’ın karışık dediği bu dönem felsefesi, ipini koparmış enenin dalalet vadilerinde serserice dolaşması… Ondan sonraki yüzyılları da bu eski Yunan zehirlemiş. Hala zehir saçıyor bu dönem. 
Sonraki yüzyıllar da ego etrafında yer almışlar, o kadar ayrıntı meseleler varki bütün bunları toplayın Bediüzzaman’ın psikanalist, psikoloji, din ve felsefedeki ‘ben’ hakkındaki fikirleri ile bir çalışma ortaya çıkarmak büyük bir gayret gerektirir. Bediüzzanan bu ben konusunda kıyametler koparmış ama kıyamet kitabın içinde, talebelerinin bunu güncelleme gibi dertleri yok, hatta anlamak da yasak. Biz hala izah edelim mi etmeyelim miyi tartışıyoruz, sabık otoriteleri anlatıyoruz. Çok büyük gayretler ve emekler gerekir bu kadar akademisyen bu çare adamın etrafında eserler verip toplumu ve akademik çevreleri uyarmalı. Rıfat Serdaroğlu, bu Yalom’u bir oku da Bediüzzaman’dan özür dile, ne yaptığını Yalom sana iyi anlatır. Akif “Ey millet uyan cehline kurban gidiyorsun” diyor.

Bir ağabey “bu ene konusunu genişlet” diye bana yazı yazmış. Ben de bunu düşünüyordum, tevafuk olmuş. Bir sandalda bir okyanusun ortasında sandalın kürekleri kırık gidiyorum, Allah sonumu hayretsin. Şimdilik şöyle konuya uzaktan baktım, bir şeyler yazabilmek için çok karıştırmam, araştırmam gerekir. Ama şunu anlıyorum, Bediüzzaman ne kadar yerinde düşünmüş ve konuşmuş hayret etmemek mümkün değil. Bütün Avrupa’da dini mübin için at koşturmuş atalarım, bütün dünyada deve sırtında bazen yayan dini mübini yayan ashab şimdi de böyle insanlar gerekli hem ne kadar.
“Dünyada ne bulduk ki ölümden de korkulsun/Arş yiğitler vatan imdadına” diyor Namık Kemal. Yine, “Yüzümü secdeye koyup ağlarım bu millet için haşre dek” diyor.

Bediüzzaman, “Milyonlarca başların feda olduğu bir hakikate bin başım olsa feda olsun” diyor. Bugün feda edilecek şey ‘gereksiz’ yaşamak ve tembellik.

Bediüzzaman bu atalet kelimesi etrafında fırtına koparıyor, bu metin aslında tembelliğin psikanalizi ve felsefesi. O kelimenin Bediüzzaman’daki tasrifi ayrı bir yazı, paslanmış ve yerinde sayan bir toplumu uyarmak ancak böyle olabilir. Şimdi bu atalet ile kurulan bir bahsi buraya alıyorum. 

Sual: Zindan-ı atâlete düştüğümüzün sebebi nedir? (Ataleti zindan olarak gösteriyor, önünü göremez, çalışmaz daha neler.)

Cevap: Hayat bir faaliyet ve harekettir. Şevk ise matiyyesidir. İşte, himmetiniz şevke binip mübareze-i hayat meydanına çıktığı vakit, en evvel düşman-ı şedîd olan yeis rastgelir. Kuvve-i mâneviyesini kırar. Siz o düşmana karşı  لاَ تَقْنَطُوا kılıncını istimal ediniz. (Ümitsizlik, bir şeye muktedir olmadığından bir şey yapamamak, kesmeyiniz Allah’tan ümidinizi.)

Sonra müzahemetsiz olan hakkın hizmetinin yerini zapteden meylüttefevvuk istibdadı hücuma başlar. Himmetin başına vurur, atından düşürttürür. Siz كُونُوا ِللهِ hakikatini o düşmana gönderiniz. (Yetersiz insan kendini hep üstün görür, altı boş bir gurur verir, sürekli ahkam keser, aslında başkalarının önünü keser.)

Sonra da ilel-i müteselsiledeki terettübü atlamakla müşevveş eden aculiyet çıkar, himmetin ayağını kaydırır. Siz,  اِصْبِرُوا وَصَابِرُوا وَرَابِطُوا’yu siper ediniz. (İbadette, musibette ve günahtan kaçınmakta sabırlı olun; sabır yarışında düşmanlarınızı geride bırakın; her an cihada hazırlıklı bulunun." Âl-i İmrân Sûresi)

Sonra da, medeni-i bittab olduğundan ebnâ-yı cinsinin hukukunu muhafazaya ve hakkını onlar içinde aramaya mükellef olan insanın âmâlini dağıtan fikr-i infiradî ve tasavvur-u şahsî karşı çıkar. Siz de,  خَيْرُ النَّاسِ اَنْفَعُهُمْ لِلنَّاسِ olan mücahid-i âlî-himmeti mübarezesine çıkarınız. (Sabır sıralamaya dikkat ve acelecilikten kaçınmak.)

Sonra, başkasının tekâsülünden görenek fırsat bulup, hücum edip belini kırar. Siz de,  عَلَى اللهِ (لاَ غَيْرِهِ) فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُتَوَكِّلُونَ olan hısn-ı hasîni himmete melce ediniz. (Siz doğru yolda oldukça, sapıtmış olanlar size zarar veremez." Mâide Sûresi, 5:105.)

Sonra da acz ve nefsin itimatsızlığından neş’et eden ve işi birbirine bırakmak olan düşman-ı gaddar geliyor. Himmetin elini tutup oturtturur. Siz de,  لاَ يَضُرُّكُمْ مَنْ ضَلَّ اِذَا اهْتَدَيْتُمْ olan hakikat-i şâhikayı üzerine çıkarınız. Tâ, o düşmanın eli o himmetin dâmenine yetişmesin. (Başkalarının tenbelliği onun da elini kolunu bağlar.)

Sonra, Allah’ın vazifesine müdahale etmek olan dinsiz düşman gelir; himmetin yüzünü tokatlar, gözünü kör eder. Siz de,  اِسْتَقِمْ كَمَا اُمِرْتَ  وَلاَ تَتَاَمَّرْ عَلٰى سَيِّدِكَ (Efendine efendi olmaya çalışma. Emrolunduğun gibi dosdoğru ol. (Hud Suresi:112) olan kâr-aşina ve vazifeşinas olan hakikati gönderiniz. Ta onun haddini bildirsin.

Sonra, umum meşakkatin anası ve umum rezaletin yuvası olan meylürrahat geliyor. Himmeti kaydeder, zindan-ı sefalete atar. Siz de, لَيْسَ لِـْلاِنْسَانِ اِلاَّ مَاسَعٰى  olan mücâhid-i âlicenabı o cellâd-ı sehhara gönderiniz. (İnsan için çalıştığından başkası yoktur. En önemlisi rahata meyil, boş ve idealsiz dedikodularla ömür geçirmek.)

Evet, “Size meşakkatte büyük rahat var. Zira, fıtratı müteheyyiç olan insanın rahatı yalnız sa’y ve cidaldedir.”

 اِنَّ لَكُمْ فِى الْمَشَقَّةِ لَرَاحَةً اِنَّ اْلاِنْسَانَ الْمُتَهَيِّجَةَ فِطْرَتُهُ رَاحَتُهُ فِى السَّعْىِوَالْجِدَالِ
(Üsteki cümle bu Arapça ibarenin tercümesidir. Şimdi anlıyorum ki, ne dediğimi anlamıyorsunuz. Zira ben siz oluyorum, anlamıyorum. Şunun büyük kardeşi olan ulemâ reçetesi (Muhâkemât) daha müphem konuşuyor. Demek beraber gezmekliğim lâzım. İşte ben de hayâlimi terfik ettim.)

Seyahatimde beni tanımayanlar kıyafetime bakıp, beni tâcir zannedip derlerdi ki:

Sual: Sen tâcir misin?
Cevap: Evet, tâcirim, hem de kimyagerim.

Sual: Nasıl?
Cevap: İki madde var, mezc ettiriyorum. Bir tiryak-ı şâfi, bir elektrik-i muzî tevellüd eder.

Sual: Nerede bulunur?
Cevap: Medeniyet ve fazilet çarşısında, cephesinde insan yazılan ve iki ayak üstünde olan sandık içindeki, üstüne kalb yazılan siyah ve pırlanta gibi parlak olan bir kutudadır.

Sual: İsimleri nedir?
Cevap: İman, muhabbet, sadâkat, hamiyet.

Ceride-i Seyyare,
Ebu Lâşey,
İbnüzzaman,
Ehu’l-Acâib,
İbn-u Ammi’l-Garâib,
Said Nursî
Bediüzzaman

Metnin özel  bir kurgusu var hele şu metnin sonundaki ceride-i seyyare ismini kendine izafesi, siz de ceride-i seyyare olun öyle değil mi diyor. Ya iman, muhabbet, sadakat, hamiyete ne dersin. Ne kadar gerekli kendime baktım da öyle dedim. Metin iyi anlaşılır ve yaşanırsa insanları dirilten reorganize eden bir metin. Bediüzzaman eserlerinin gün ışığına çıkması için o şartların namüsait olduğu dönemde çok çabalamış, şimdi güllük gülistanlık ülke ama herkesin bir aması vardır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
5 Yorum