Kapalı kapılar açıldı  (Şanlıurfa-3)

Sabah namazı için Dergaha gittim. Benden kaynaklanmayan bir sebeb ile biraz geciktim. Bu yazıyı yazmaya ilk başladığımda bu sebebi yazmamıştım ama tekrar yazmaya başladığımda uyuyan bir görevliyi uyandırmaya kıyamadığım için geciktiğimi de yazıyım dedim. Esasen rahmetli, şefkatli, maddeye ve bir tek zerreye bile kıymayan canlı veya cansız hiçbir şeyi incitmeyen anneciğime sözü getirebilmek için bunu yazdım. Anneciğimle ilgili başladığım yazı dizimin devamını tamamen duygusal sebebler ile getiremedim ama hususen Adıyaman ve Urfa’da annemi çok andım ve her fırsatta kendisine Fatihalar, Yasinler göndermek nasib oldu hamd olsun. Hatta samimi bulduğum din kardeşlerimden de anneciğime Fatiha istedim. Gerçi ben bunu yapar yapmaz anneciğimin “kızım neden insanları rahatsız ediyorsun onlardan Fatiha istiyorsun” dediğini işitir gibi oldum. Anneciğim ben birini telefon ile arayacağım vakit bile “arama rahatsız etme” derdi.  

Annem hakkında yazdıklarım gerçekten rahmetli ve şefkatli anneciğime dua etmek ve edilmesine vesile olmak için midir yoksa annesi böyle ise demek kendisi de iyi bir insan dedirtmek için midir bunu anlamam için en az üç gün bir halvethaneye kapanmam gerekir.

Hamd olsun Urfa’da pek konforlu yeri halı döşeli ve sürgülü kapılı bir halvethanem de var idi. Taştan ve soğuk bir mağara olmalı halvethâne dediğin diyebilirsiniz ama işte biz ancak bu kadarına lâyık olabiliyoruz ne yapalım.  

Bu güzel ve ancak bir tek kişinin ayakta namaz kılabileceği büyüklükte olan yani tam bir çilehâne büyüklüğünde olan halvethanem belki bu maksatla inşa edilmiş değildi ama benim için bir şey değişir mi? Ben tesbihâtlarımı orada yaptım ve yazılarımı orada yazdım.  

Güzel tatlı halvethanemin büyüklüğü aynı Somuncu Babanın çilehanesi kadar idi. Bir fark var ki oraya eğilerek giriliyor benim halvethaneme ise girerken eğilmeye sebeb olacak bir mâni yoktur.  

Bu asrın başı dik gezmeye alışık, enesi kabarık insanları olarak bizler genelde o gibi halvethane ve çilehanelere girip çıkarken başımızı duvara toslayıveririz. Alışık değiliz eğilmeye. Hamd olsun ki namazımız var da rükuya, secdeye gidiyoruz. Yoksa mekanlara girerken ve çıkarken o mekanın büyüklerini tazim veyahut Rabbimize şükür manasında bir eğilmemiz kalmadı pek. Allah Resulü Aleyhissalatü vesselam ise Mekke'yi fethederek fâtihi olduğu şehre girerken devesinin üstünde adeta secde eder gibi bir vaziyet almış idi. Heyhat Allah sonumuzu hayrede… 

Evet araya epey başka şeyler girdi çünkü şimdi halvethânemde değil Malatya’da ve gürültülü bir yerde bu yazıyı yazmaktayım ve beni manen ve duygusal olarak hırpalayan bir yığın mesele ile beraberim. Ne yapsam Urfa’ya gidip yazsam çok daha dingin ve hoş bir yazı olabileceğine kanaatim var ama şimdilik elime geçmiyor. Nasib.  

Sabah namazına Halil İbrahim Dergahına gidişimi hikaye ediyor idim. Evet anneciğimin uyuyan birine asla kıyamayıp parmaklarının ucunda yürümesi bana da yerleşmiş. Hatta ben bunu abartmışım ki medreselerde uyurken rahatça nefes bile almıyor idim ki nefesimin sesi uyuyan kardeşimi rahatsız etmesin. Elbette hayat bu hassasiyet düzeyinde pek güçlükle yaşanabiliyor. Her ne ise. 

Dergahın C girişine yakın olan açık otopark sabah saat 7'de açıldığı için arabayı kaldırıma B girişinin önüne park ettim. Koşa koşa kapıdan içeri girdim ki bir de ne göreyim tadilatta olan kısma denk geliyor bu kapı ve kapıdan girdim amma Dergah camiine geçiş yok. Orada hâzır bulunan görevliye espirili bir ses tonu ile “sabah namazına yüzerek mi gideceğiz buradan” dedim. Hakikaten de o an düşündüm oradan camiye giden tek açık kanal su yolu idi. Doğrusu yüzmeye de bayıldığım için ve biraz da deliliğimden olacak görevli evet dese atlayıp yüzebilirdim. Namaza gideceğimi öğrenen görevli "tadilat nedeni ile buradan geçiş yok ama size açıyım geçin” dedi. Allah kendisinden razı olsun ziyaretçilere bütün bütün kapalı olan kapıları açtı ve ben hızlı adımlarla namaza yetiştim hamd olsun.  

İki sene evvel öğrenmiş olduğum bir hadis-i şerifte Resul-i Kibriya Efendimiz hazretleri (aleyhissalatü vesselam) buyuruyor ki; "namaza vakur ve ağır adımlarla gidiniz acele acele değil." Bir taraftan bu hadisi düşünüyorum fakat bir taraftan bu mübarek Cuma sabahı dergah camii cemaatine dahil olmak arzusu ile yanıyorum.  

Doğru olanın namaza ağır ve vakur adımlarla gitmek olduğunu kabul ederek şu an içinde bulunduğum hali ise bir istisna kabul ederek hızlı adımlarla camiye kavuştum. Hamd olsun ki imam efendi daha Fatiha suresini tamamlamadan namaza dahil oldum.  

Kâbe’deki namazları andırır bir tarzda namaz kıldıktan sonra harika tesbihler okundu. İmam-ı Azam Hazretlerinin tesbih duası ve başka bazı mübarek zâtların virdleri okundu.

Araya girmeyim diyorum ama şimdi baş parmaklarımın tırnakları güzüme takıldı iki gündür elim sudan çıkmadığı için uzayıvermiş tırnaklarım ve aynı Rahmetli annemin baş parmakları benim elimin baş parmakları. Ayaklarımın serçe parmakları da tıpatıp aynı anneciğimle. Üstadım (bu ifadeyi daha ferah feza ve “evet hakikaten de gittiğim yol ve üslubun onun üslubudur” diyebileceğim kıvamda kullanabileceğim günlere erişmenin duasını ediyorum) Bediüzzaman Said Nursi de kendi ayak parmaklarında olan bir farklılığın Sabri Ağabey’de dahi bulunmasını kardeşlikleri ve fıtraten benzerliklerine bir işaret olarak yorumlaması geldi hatırıma. Ben de onun ihlas ve safiyetine yetişememekle beraber anneciğime fıtraten ve ahlaken benziyorum ve bununla iftihar ediyorum. Hayatta iken onun fevkalade ahlakının ve dünyaya ve dünya malına kıymet vermemesinin ne derece kıymetli olduğunu çok da fark etmemiş idim. Lâkin hususen evlatlarını dünyaya sevk ve âdeta cebir ile dünyaya çalışmaya mecbur bırakan ebeveynleri gördükçe annemin beni dünyaya teşvik etmemesinin son derece kıymetli ve ehemmiyetli olduğunu daha iyi idrak ediyorum. Hamd ü senalar olsun.  

Babacığımın fevkalade ahlakını da yazmak istiyorum ama okur da rahatsız olursa tevazuuna halel gelirse diye endişe ediyorum.  

Evet yine dönelim dergaha. (Ahh hep orada olsak…oradaki sanat atölyelerinde Rıdvaniye camii ve Risale-i Nur medresesinin komşuluğunda daim bulunanlar ne kadar da bahtiyarlar.) Cemaat dağıldı ben ise her sabahki âdetim üzere anneciğimin yasinlerini okumaya koyuldum. Elbette buradaki peygamberleri de niyetime alarak. Bir yandan da acaba kapıyı kilitlemek için beni beklerler mi ki veya uyarırlar mı “çıkasan” diye diyerekten düşündüm. Yine de iki Yasin okudum tamamladım hamd olsun. Diğer ikisini de İbrahim Aleyhisselam’ın mağarası ve Eyyüb Aleyhisselam’ın sabır mağarasında okumayı niyetime aldım. Kur'an'ı yerine koyup merdivenlerden aşağı yöneldiğim hengamda bir yaşlı ağabeyin yukarı çıkmakta olduğunu gördüm. Maşallah barekallah Urfa’nın erkekleri genel olarak pek hayalı ve takvalı olduklarından (Batının profilinde hanımları bile o kadar dikkatli görmüyoruz genel olarak. Her zaman istisnalar olabiliyor tabii bunu dememe gerek bile yok) ben de dikkatli davranıp onların edebini rencide etmemeye gayret ediyorum. Ben bir kenara çekilip onun çıkmasını bekliyordum ki bana “gel gel bir şey olmaz” dedi. Merdivenler bir hayli geniş idi. Yukarıda kimse olup olmadığını sordu benden başka kimse yok dedim. Kapıyı kilitlemeden evvel kontrol etmek için çıkıyor imiş. 

Esasen cami kapısı kilitlemek bana çok nâhoş geliyor. Neden ibadet mekanı kilitlensin ki? Bir mümin her an nafile namaz kılabilir. Kerahat vakti bile olsa Kur'an okuyabilir vaya acilen dua etmek ihtiyacı hissedip camide dua etmek isteyebilir. Bizim dinimizde dua bir vakitle kısıtlanmış değil ki. Ve camiler de huşu içinde duanın mekanlarıdır. Elbette ille camide dua etmek gerekmez ama insan oradaki dinginliği huzuru başka nerede bulsun ki? 

Cami temizlendiği ve cemaat çıktığı halde beni çıkmam için uyarmamaları Kur'an okumama müsaade etmeleri beni duygulandırdı. Bu gibi muameleler ile Urfa’da çok sık karşılaşıyorum. Kuralları esnetebiliyor ve misafirlere her zaman istisnai ve onları mutlu edecek pratik çözümler bulabiliyorlar ve buluyorlar Allah razı olsun. Rabbim de onları Cennetinde ağırlar inşallah diye duacıyım.  

Evet bundan evvelki son yazılarım Urfa’daki Halil İbrahim bereketi le bereketleniyor idi. Bilmem bu seferkinin uzunluğuna sebeb müsbet mi menfi bir sebeb mi şimdilik ayırt edemedim. Sanki nasibim yavaş yavaş Malatya’dan kesilip Urfa’ya beni çekiyor gibi. Rabbim hayırlı kapılar açar hepimize inşallah hem madden hem manen.  

Bu sefer Urfa’dan değil Urfa’nın hasreti ile muvakkaten bulunduğum Malatya’dan selamlar… 

Urfa’da geçirdiğim son günde de fevkalkanun pek çok kapalı kapılar açıldı hamd olsun. İnşallah başka bir yazıda paylaşayım. Manevi ve enfüsî çok kapıların da açılması beni mesrur ve müferrah eyledi. Aynı zamanda eski bağlantılarımı gözden geçirmek ve cüz-i irademi imana ve Kur’ana hizmet nâmına daha etkin kullanmak, hicret etmemin vaktinin artık daha fazla tehir edilemeyeceğini de idrak etmek nasib oldu hamd ü senalar olsun. Elbette biz kuluz dua ve niyaz ile yalvarmakla belki göz yaşı ile Rabbimizin dergahına iltica edip isteriz ötesi bizim inisiyatif alanımızda değil. Mevlam görelim neyler neylerse güzel eyler. Güzel olmayan bir şey olsa nefsimden ve elimle işlediklerimdendir. Bu hakikate aynelyakîn ve hakkalyakîn muhatap olmakla rızıklandırır bizi Rabb-i Rahimimiz inşallah inşallah inşallah.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
2 Yorum