Ene Risalesi üzerine tedkikat

Otuzuncu Söz iki bölümden oluşan bir risale. Biri atomun hareketlerinden ilahi bir iradenin tasarım ve telifiyle eşyayı dokuduğunu beyan ediyor. Felsefenin özellikle kadim Yunan filozoflarının atomun harici bir iradeyle yönetildiği fasit iddiasına karşı telif edilmiştir.

Bütün uygulamalı ilimleri fizik, kimya, biyoloji ve benzeri alanların en önemli bahsi bu atom konusudur. Bediüzzaman‘ın tabiri ile “küfrün bel kemiği”nin bir kısmıdır. Ama bugün hala bu teori fen fakültelerinde, fen bölümlerinde, liselerde, fen bilimleri derslerinde devam edip gitmektedir. Bediüzzaman, küfrün, ateizmin, bel kemiği diye kastettiği konu ile uğraşmış ki tıpkı hamamdan dışarı “buldum buldum” diye koşan ünlü feylesof gibi o da “kardeşlerim küfrün bel kemiği kırılmıştır” demiş. Demek bütün düşüncesi, tahayyülatı ve kavgası bu meselelerdir.

Atom bahsi iyice tedkik edilip fen bilimleri tarihindeki şaibeli ve yıkıcı yeri belirlenip ona göre Bediüzzaman’ın alternatif ve tamir fikri ortaya konmalı. Buna birileri kendini vermeli, yoksa altı boş sadakat ve bağlılık yeminleri yeter artık değil mi? İki bin yıldır bayrak diye koşturulan bu sapık teorinin insanlığa nihilist ve ateist insanlar yetiştirdiğini Bediüzzaman anlamış. Bediüzzaman’ı eleştirenler perde arkasında bir fesad şebekesinin programını uyguluyorlar.

Ondan önceki bahis de "ene" bahsidir. Ene bahsi yani ego da insanlık tarihinin, düşünce tarihinin önemli temalarından biri. Bir diğer adı da “ben” olan bu terimin sosyal ve felsefi, psikanalitik yönleri var. Adeta beşerin atom ile bir firavun icad etmesi ile ben ile de ikinci bir firavun icad etmesi bir halkanın iki yuvarlağı demek. Bediüzzaman bu atbaşı ateizm bahsini yan yana getirmesiyle yani ene ve zerre demesiyle bunların nasıl küfrün bel kemiği olduğunu ortaya koymaktadır.

Ersin Miman, bahsi anlatana ilgi duyulup asıl vakanın öznesi atlanacaktır yollu tarifi ile bakarsak bu bahisleri izah etmeyelim öyle kalsınlar. Geldi bakir gitti bakir, dinleyenler geldi fakir gitti fakir. Anlamadan oku sanki metni zikir.

Bediüzzaman Ene ve Zerre risalesinin ne olduğunu ve ne yaptığını iki cümlede anlatır. “Ve o bir günde altı saatlik risale olan Otuzuncu Sözü ne ben ve ne de en müdakkik dindar feylesoflar, altı günde o tahkikatı yapamaz.“

Şu cümleye bakalım. Bütün Otuzuncu Söz altı saatte yazılmıştır. Konunun ne olduğunu şöyle anlatıyor. “En müdakkik dindar feylesoflar.” Demek filozofların iki sınıfı var biri dindar, diğeri dindar olmayan. Demek konu felsefi bir bahis. Öyle ya insan ve ben, madde ve atom iki beylik ve yüzyıllardır insanı ve ilim mahfellerini ilgilendiren iki ana konu ve tema.

Bahsin niteliği tahkikat olması, yani felsefe tarihinin önemli bir bahsini kaleme almak için yazan şahsın atom ve ene konusunda araştırmalar, tahkikatlar yapması gerekir. Kendisi bunu yazdığına göre tahkikatı kendisi yapmış ve altı saatte kaleme almıştır. Büyük bir telif olayı ile karşı karşıyayız. Altı saat içinde eski Yunandan bugüne binlerce sahife ve şahıstan olan felsefe tarihini bir tarihçi gibi değil, temalar ve sorunları ile birlikte gözden geçirip özetlemek çok büyük bir zihinsel tarama gerektirir. Üstelik sürgündedir ve Barla’dadır, hastadır. Yanında kütüphane ve kitaplar yoktur. Çok olağanüstü bir telif faaliyetidir, kendisi de diyor bunu en dindar filozof bile bu kadar kısa bir sürede tahkikat yapıp da yazamaz.

Bediüzzaman’ın kahramanlık tarzı hayatının safhaları bu yaptığı işin yanında, sönük kalır. 31 Mart’ta isyan eden taburları durdurmak da bir iştir ama bu yapılan çok çok daha farklı bir faaliyettir. Bediüzzaman’ı tanımak ancak bu yapılan işin ne mana bir iş olduğunu anlamak ve mülahaza etmek ile mümkündür.

Peki Nur talebeleri bu iki önemli bahsi anlamak için ne kadar tahkikat yapıyor? Oradaki kelimelerin nasıl felsefe tarihinin önemli konularını içine alan önemli kelimeler olduğunu ve bunların yerini ve kelimenin arkasını ve tarihi gelişimini biliyorlar mı? Bilmeden bunlar nasıl anlaşılır? Ben avamca bunu sorguluyorum.

“Muammayı müşkülküşa” ne demek? Zor sırları açan bir kelime. Nedir bu müşkül, anlaşılması çözülmesi zor olan bahis? Felsefe ve dinler tarihinde neden insanlar bunu çözmek istemişler de karşılarına zor açılan bir mesele çıkmış? Yani kelimenin bir insanlık tarihi, felsefe tarihi ve dinler tarihi boyutu var.

Al sana bir kelime grubu daha “tılsım-ı hayret feza.“ Hayret verici tılsım. Neden hayret veriyor? Tılsım zaten insanı şaşırtan bir kelime bir de hayret veren bir tılsım oldu mu iki bilinmeyenli bir kelimeler taifesi. Demek insanın çözmesi gereken bir insan ve alem boyutunda sırlar var, anahtarı da onun elinde, hatta anahtar kendisi anahtar lal, anahtarın çözeceği mesele de dilsiz. Bu kelimeleri nasıl seçmiş imaj haline dönüştürmüş? Bunları kuran kişinin bilgisine ve konuyu iki kelimede adeta ifade etmesine hayret ediyorum. Çünkü imaj sıradan kullanımın dışında bir kelimeler gurubudur, bunu kuran zihin ne kadar harika ötesi bir zihin öyle değil mi?

Baki’nin Kanuni Mersiyesi şu beyitle başlar:
“Ey pay-ı bend-i damı geh-i kayd ü namı neng
Ta key hevayı bi meşgale-i dehr-i bi direng.”

Bunu rahmetli hocam Orhan Okay’dan dinlemiştim ne demek istediğine girmiyorum; biri Osmanlı‘nın en büyük şairi, diğeri Osmanlı’nın en büyük hükümdarı. Hükümdarın ölümüne bir kaside yazıyor ve bu beyitle başlıyor. Tanpınar’a sormuşlar, “Yeni şairleri nasıl buluyorsunuz Efendim?” O da “güzel şiirler var ama ben şiir okumak istediğimde Baki Efendi divanını açıyorum” demiş.

Önümüzde insanlık, felsefe, din ve tarihin önemli bir metni var. Risale-i Nur onu anlamak için biri bize icazet verirse anlarız, yoksa “oku oku anlarsın” terane-i namdarı mizahisiyle karşılanırız, yoksa sözün sahibi ile sizi sustururlar.

Bediüzzaman‘ın dili ikinci meşrutiyet döneminin, daha sonra Cumhuriyetin ilk yıllarının karışımı bir dil. Tanzimat, Servet-i Fünun ve Meşrutiyet döneminin nesirlerini çözmek için metin tahlili hocaları bir sahifede belki 30-40 kelimenin anlamını tahtaya yazar. Sonra metni çözümler yoksa öğrenci muamma karşısında kalır ve çözemez. Şimdi o hocalar metni anlatırlarsa yanlış mı olur, vakanın öznesi onlar mı olur, yoksa başka çare yok mu? Bir metin izah edilmesi ve çözümlenmesi, şerh edilmesi gerekiyorsa yapılması gerekir, yoksa birisi yapın derse birden kelimeler metnin üzerinde belirir ve herkes anlar mı?

Vaktin birinde İstanbul’dan bir ağabey Kırkıncı Hocaya bir haber gönderir, “Hocam şu Kader bahsini bir ele alsanız bir kitap veya kitapçıkta anlatsanız iyi olur.” O da bahsi bize anlattı, oturdu kurmaylar bu konuyu kaleme aldılar ben de daktilo ettim, ortaya kader bahsi ile ilgili bir metin çıktı, metin anlaşıldı. Kırkıncı Hoca Efendi de ebede gitti, yorumsuz ne söyleyelim.

Bediüzzaman yine eseri hakkında yazdığı zamanın haleti ruhiyetisini anlatır: ”Otuzuncu Söz, hastalıklı bir zamanda, beş altı saatte telif edildi.“ Üstad-ı muhterem onu hastalıklı bir zamanda altı saatte yazmış, ne kadar felsefe tarihine ve problemlerine vakıf değil mi? Gel de hayret etme. Biz de en azından ona altı saat anlamak için sarfetmeli miyiz, soruyorum?

Aşağıdaki cümlede de yine Bediüzzaman Hazretleri, şu kıskanılan harika adam çözdüğü sırları anlatır. Bunlardan biri de Otuzuncu sözde anlatılmıştır. “Tılsım-ı kâinatın üç muammâ-i mühimmesinden birisinin halline muhtasar bir işarettir ki; o muammalardan birisi Yirmi Dokuzuncu Sözde, ikincisi Otuzuncu Sözde bu üçüncüsü ise Yirmi Dördüncü Mektubda Kur’ ân-ı Hakîmin sırrıyla tamamıyla keşfedilmiş ve o muammâ açılmıştır.”

Muammaları çözen adam değil mi arkadaşlar?

“Bir gün anlaşılır şiir çoğu gitti azı kaldı
Ekmekten azizleşir çoğu gitti azı kaldı” diyor Necip Fazıl büyük şairimiz.

Bir gün anlaşılır Bediüzzaman çoğu gitti azı kaldı, ekmekten azizleşir çoğu gitti azı kaldı.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
8 Yorum