Cemil KARAKULLUKÇU

Cemil KARAKULLUKÇU

Dostuma mektup (6)

Sevgili Dostum;
Bugünlerde, sen benim uzağımdasın ya, az da olsa, bana moral vererek yüreğime su serpecek yanımda biri yok. Senin yanında elbette böyle boşluklara düşmem ben. İnsanız ya, öyle uzaklarda, dosttan ırak kalıp gaflet baskın çıkınca, bir fırsat bulup peş peşe gelen hücumlardan nefes alamaz duruma düştüğüm hallerim olur kimi zaman.

İnsanın bu dünyada edineceği yalnızca bir dostu olur. Duygularının, kafa yapısının, zevklerinin, kızgınlıklarının, hayallerinin, umutlarının, alışkanlıklarının ve bilmem daha birçok başka hallerinin örtüşeceği insan. Dünyayı gezip dolaşsa, beyaz ve siyah ırklar arasında fenerle arasa, kendine tıpatıp benzer bir tane daha bulması çok zor. İşte bir insanın hayatında bu denli yer eden bir başka insana dost denir, değil mi sevgili dostum?

Dost, dostunun halinden bilir. Dost dostunun aynasıdır; dost ağlarsa dostu da ağlar, dost gülerse dostu da güler, dost ne yaparsa dostu da onu yapar. Ama bir şey var ki, dost gösterdiğinde dostu onu asla yapmaz. Sevgili dostum; nedir diye bir bilmece sana sormuş olmayayım. Dilersen, bu sorunun cevabını sonraya bırakalım. Sıcak sıcağına bilgisayarımın başına oturtup tuşlarını tıkırdatmaya sevk eden psikolojimin tahlilini yapayım önce.

Dost değil, ama arkadaşlığımı uzun yıllar sürdürdüğüm birinin bana öfkelenmesine bir türlü anlam veremedim. Anlam veremediğim halde ben de ona aynı tepkiyi göstermem doğrusu beni derinden yaraladı. Tepki, ne olursa olsun asla erdem bir davranış olamaz. Ben de öfkelendim. Sonra düşündüm. Onun öfkesini bir sevgi gösterisi olarak algılamaya başladım. Beni seviyordu ki, benim yanlış ya da yanlış değerlendirdiği davranışıma öfkelendi. Öfkesi bana olan sevgisinden kaynaklanıyordu. Sevdiğinden beklemediği bir davranışla aniden karşılaşınca onda şok tesiri yaptı. Beklemediği davranış dedim ya, beni çocukluğuma getirdi. Bir hiç yüzünden yıllarca konuşmadığım bir arkadaşı hatırlıyorum. Böyle olmasına rağmen onu yürekten seviyordum; eminim ki o da beni ayni yoğunlukta seviyordu.

Sevgili dostum; seven kimi zaman öfkelenir değil mi? Kimi zaman diyorum, herkesin ve dolayısıyla sevgilinin de kimi zaman boşluklara düştüğü olur. Düştü mü diyeyim? Ama öfkelendi bana. Öfke nöbeti tahlil anını beklemez hiç. Bir şimşek hızında gelir ve de geçer. Seviyordu ki, öfkelendi, yani sevgisini öfke ile dışarıya vurdu.

Tersini düşünsem nasıl olur? Öfke değil de farkında olmadığım davranışıma hiç de aldırış etmeseydi çok mu daha iyi olacaktı? Yani beni bir hiç olarak görseydi? Tepkisiz kalsaydı? Benim davranışım onun duyum eşiğine erişmeseydi? Bu daha iyi mi olurdu?

Ben aslında minnet duyguları içinde olmalıydım ona karşı. Beni öfkelenecek kadar seviyordu demek. Sevmeseydi, öfkesinin eşliğinde bir enerji harcama, bir şey verme gereğini duymazdı. Bir şey vermek ihtiyacını duymadığında nezaketinden gülüp geçerdi. İşte o zaman ben onun gözünde bir hiç olurdum. Beni sevdiği için, yanlış bile olsa algılamış olduğu davranışıma öfkelenecek tabii. Öfkelendi işte. Beni sevdiği için enerjisini harcadı ve kendine de zarar verdi. Korkunç bir uçurumun tam kenarında olan çocuğumuz için öfkelenmemek mümkün mü? Bu, çocuğumuza karşı sevgimizin bir tehlike ya da bir olağanüstü haldeki dışa vurumudur.

Büyük hükümdar Hz. Süleyman’a atfedilen anlamlı bir övgü var. Bir çocuk yüzünden baş başa saç saça kavga eden iki kadın gelmiş Hz. Süleyman’ın huzuruna. İkisi de çocuğun kendine ait olduğunu söylüyormuş. Hükmü kimden yana versin? İkisi de kendilerine ait olduğunu söylemekten başka kanıtları da yokmuş. Durum kritikmiş.

Hz. Süleyman düşünmüş taşınmış şöyle bir fikir aklına gelmiş: “ Mademki hanginize ait olduğuna ilişkin bir kanıtınız yok, yapabileceğim bir şey var. O da çocuğu ikiye bölüp her birinize vermektir. Tek yol bu gözüküyor. Bir hükümdar olarak ben âdil davranmak zorundayım. Çocuk ortadan kesilecek ve her bir kadına yarısı verilecek, o kadar.”

Çocuğu hâlâ kucağında saklayan kadın verilen hükümden pek memnun görünmüş, gülüyormuş. Diğer kadın ise çılgına dönmüş. Verilen karara isyan etmiş. Süleyman Peygambere saldıracak olmuş. “Sen ne diyorsun?”demiş. Kendine yerden yere vurmuş. Yapılacak bir şey yok; Hükümdar hükmünü böyle vermiş. Çaresiz yerinde mıhlanmış kadın, ama içten içe öfkeden kendini yiyormuş. İstemeyerek de olsa, “çocuk diğer kadında kalsın, çocuk benim değil, o kadının” demiş. Öfkeliymiş, ama gözlerinden oluk gibi yaşlar boşanıyormuş.

Süleyman Peygamber şimdi son hükmünü vermiş. “Çocuk senin. Onu sen alacaksın. Diğer kadınsa bir sahtekâr, bir hilekâr ve bir yalancı” demiş.

Sevdiğinden ötürü öfkelenebilirsin, sevgili dostum. Seni sevenin öfkesine nasıl tepkide bulunabilirsin? Dostunun öfkesi sana karşı olan sevgisindendir; onun öfkesinin kaynağı senin sevgindir. Sevgiden doğan her şey güzel değil mi, sevgili dostum? Bu böyle olunca sevenlerin günlerce dargın kalmalarının bir anlamı kalır mı? Birbirlerine olan öfkeleri şekil değiştirmiş gülücükler olduğunu bilmelidirler.

Ah dostum! Nice anlamsız üzüntülerimiz olmuş hayatımız boyunca, nice tepkilerimiz amaçsız olmuş ve durup dururken nice potlar kırmışız! Tepki göstermek zorunda mıyız, sevgili dostum? Tepki, bir anlamda bir zaaf belirtisi değil mi? Ve zaman her şeyi ortaya çıkarmaz mı?
Hoşça kal, sevgili dostum!

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.