“Devrim”(!)lerin de muhtaç olduğu gönüllerdeki sevda: Muhammed (s.a.v)

“Devrim”(!)lerin de muhtaç olduğu gönüllerdeki sevda: Muhammed (s.a.v)

 

Hamd ve senaların hepsini Allah’a, salat ve selamların hepsini de Sana takdim ediyoruz Ya Resulellah!

     

Bir güneş gibi doğdun karanlık dünyamıza. Bir yağmur gibi indin kuruyan toprağımıza. Bir pusula oldun, yolunu ve yönünü kaybetmişlere. Bir ölçü oldun, ölçüsüzlere. Bir denge oldun, dengesiz hayat sürenlere. Bir avukat oldun; çaresizlere, mağdurlara, mazlumlara. Yeryüzü bir mescid, Mekke bir mihrab, Safa tepesi bir kürsü, Medine bir minber oldu Sana. Bir imam oldun, mü’minlere. Bir hatip oldun, tüm insanlığa. Bir reis oldun bütün peygamberlere. Bir seyyid oldun bütün evliyaya. Bir serzâkir oldun peygamber ve velilerden oluşan zikir halkasına.

 

Bir komutan oldun; düzensiz, başıboş ordulara. Şefkatli bir baba oldun insanlık ailesine. Sevgili bir dede oldun Hasan-Hüseyin torunlarına. Vefalı, sadık bir eş oldun Hatice’ne, Ayşe’ne. Sevgili bir baba oldun Fatma’na, Rukıye’ne, Kasım’ına, İbrahim’ine. Başlarını okşadın, saçlarını kokladın onların. Gülücüklerle karşıladın hep onları, öpücükler kondurdun onların ve torunlarının gül yanaklarına. Ne elinle, ne dilinle hiç kimseyi incitmedin.

 

Şefkatli bir öğretmen, bir eğitmen oldun. Her yerde ve her zaman herkesi eğittin; yaşına, başına, makamına, rütbesine, cinsiyetine ve milliyetine bakmadan. Senin öğrencilerin arasında yediden yetmişe herkes vardı.

 

Elinde mucize bir kitap, dilinde hakikatten ibaret bir hitap vardı. Onun adı Kur’an’dı. Yeryüzü mescidinde, Mekke mihrabından, Safa kürsüsünden, Medine minberinden dünyaya öyle bir hutbe okudun ki; onun gibisini ne geçmişte ve ne de gelecekte hiçbir hatip okuyamadı. Çünkü o Ezel’den gelmişti ve ebede gidecekti. Her şey eskidi ve eskiyecek ama, Senin hutben eskimedi ve eskimeyecek. Her ışık sönecek ama, Senin nurun sönmeyecek. Çünkü Sen, Nuru’l-Envar’ın nurusun. Çünkü Sen kâinatın ruhu, dünyanın da aklısın. Çünkü Sen kâinat sarayının dünya bahçesinin şanlı ve Kur’an’lı bülbülüsün.

 

RAHMET-İ SONSUZ SENİ KENDİ İSİMLERİYLE ANDI

 

Sen kendin için değil, âlem için yaşadın. Çünkü Sen, Seni hazmedemeyenlere, demir yumruk gösterenlere de pamuklardan ve ipeklerden yumuşak mübarek ellerini, şefkatli kollarını açtın. Cehenneme akan trafiğin önüne çıktın. “Bu cadde çıkmaz sokak” dedin. Bu uğurda dayanılmaz eza ve cefalara göğüs gerdin. Tükürük savuranlara, taş atanlara, yollarına diken serenlere Sen hep gül attın. Çünkü Sen âlemlere rahmettin. Bu yüzden Rahmeti Sonsuz, Seni, kendi isimleriyle andı. Benim Habibim Raûf’dur, Rahîm’dir; dedi, çok şefkatli ve çok merhametlidir, buyurdu.

 

Bir gün Ömer’e: “Beni kendinden de çok sevmedikçe mü’min olamazsın.” Buyurdun. Ömer buna yürekten katıldı. Çünkü Allah, Senin bize nefislerimizden daha evla, daha yakın, daha önemli olduğunu söylemişti. Çünkü Ömer, FARUK oluşunu, cennetin yolunu bulmasını Sana borçluydu. Alem var oluşunu Sana borçluydu, ümmet Seninle cennetin yolunu buldu, iki cihanın mutluluğuna kavuştu. Bu sırrı anlayan herkes gibi Akif:

 

“Dünya neye sahipse onun vergisidir hep

 Medyun Ona cemiyeti, medyun Ona ferdi” dedi ve herkesin Sana borçlu olduğunu ilan etti.  

 

Çünkü Sen, hiç kimsenin meşru’ arzusuna yok demedin, çünkü sen insanoğlunun en cömerdi idin. İnsanlara öğlesine yanılmaz ve yanıltmaz bilgiler verdin, öylesine muhteşem gerçeklerle onları baş başa bıraktın ve öğlesine mükemmel bir eğitim verdin ki, Senin yetiştirdiğin insanlar medeni milletlere reis ve üstad oldu.

 

Sen bir toplum mühendisi idin. Adetlerine körü körüne bağlı, inatçı, ahlaksız muhtelif toplumları inatlarından, batıl inançlarından ve taassuptan kurtardın, ahlakına hayran olunacak bir toplum haline getirdin. Alkolik bir toplumu, alkolün damlasını dahi ağzına koymaz bir toplum haline dönüştürdün.

 

Allah, Seni adil bir hakem ve hâkim, yumuşak dilli ve hikmetli bir uyarıcı, bir müjdeci olarak göndermişti. Sen, üstünlerin hukukunu kaldırdın. Onun yerine, hukukun üstünlüğü ilkesini getirdin. “Bu hırsızlığı yapan Muhammed’in kızı Fatma da olsa, onun da elini keserdim.” Dedin. İnsan hakları beyannamesini neşredenleri adaletine hayran bıraktın. General Lafayet’e: “Aşk olsun sana Arap! Adaletin tâ kendisini bulmuşsun!”dedirttin. Senin yedinci asırda bulduğun ve insanlığa sunduğun, adalet, fazilet, şeriat ve medeniyeti, yirmi birinci asrın insanları henüz bulamadı ve sunamadı. Sana muhalif dünyanın bulduğu ve sunduğu kan ve göz yaşından başka bir şey değildir.

 

Hak ve adalet, haya ve edep, doğruluk ve samimiyet, ilim ve hikmet, fazilet ve marifet Senin sisteminin can damarı, beyni ve omurgası oldu.

 

SENİ GÖRENLER SANA DOYMADI, GÖREMEYENLER SENİN HASRETİNLE YANDI

 

Seni görenler Sana doymadı, Seni göremeyenler de Senin hasretinle yandı. Kâinatın yıkılışı karşısında tüyleri ürpermeyecek kadar yiğit olan Ömer, Senin vefat haberin karşısında yıkılıverdi. Kendine gelince kılıcını çekti, çıldırmışçasına: “Kim Muhammed öldü derse başını vururum.” diyordu. Diyordu amma elinden de bir şey gelmiyordu. Ömer ağlıyordu, Ebubekir ağlıyordu, ashap ağlıyordu, yer ve gök ağlıyordu.

 

Vahyi aldığın ilk günlerde sevgili eşin Hatice validemiz Seni alıp gözleri görmeyen yaşlı amcası Varaka’ya götürmüştü. Varaka, Tevrat’ı ve İncil’i iyi biliyordu. Ahirzaman Peygamberi’nin özelliklerini o kitaplarda okumuştu. Seni karşısında görünce ve başından geçenleri dinleyince: “Kuddûs Kuddûs. Korkulacak bir şey yok. Sen ahir zaman peygamberisin, halkı yeni dine davet edeceğin günlerde genç olsaydım, kavmin seni yurdundan çıkaracağı zaman sağ olsaydım da sana yardım etseydim.” demiş, o günleri göremeyeceği endişesiyle ah çekip inlemişti.

 

Bismark’a, Goethe’ye, Bernard Shaw’a, Lamartin’e, Mevlânâ’ya, Yunus’a ve Seni görmeyen bütün bir insanlığa: “Ahhh!..” dedirten Senin sevdan ve Senin hasretindi. Herkes Seni soruyor ve Seni arıyordu. Yunus’a: “Arayı arayı bulsam izini/ İzinin tozuna sürsem yüzümü/ Hak nasip eylese görsem yüzünü/ Ya Muhammed canım arzular Seni” dedirten Senin hasretindi. Mevlânâ’ya: “ Seçilmiş Muhammedin yolunun toprağıyım.”dedirten, Senin hasretindi. Habeşistan kıralı Necaşi’ye: “Bu saltanata bedel keşke Hz. Muhammed’in hizmetkârı olsaydım” dedirten, Senin hasretindi. Senin için göz yaşı döken Füzûlî’ye: “Arızın yâdıyla nemnak olsa müjganım nola/ Zayi olmaz gül temennasıyla vermek hâre su.” Yani gül yanağının hasretiyle ağlasam da kirpiklerim ıslansa ne iyi olur. Çünkü gül elde etmek temennisiyle dikenlere su vermek kayıp sayılmaz, dedirten, Senin hasretindi. Bernard Shaw’a. “Ben inanıyorum ki, Muhammed’in benzeri yani Onun ahlâk ve karekterinde bir adam şimdiki dünyaya reis olsa, hükmetse bu yeni âlemin sorunlarını çözer, bu karmakarışık dünyada genel barışı ve mutluluğu sağlar.” dedirten, Senin hasretindi...

 

Kimse Sende kusur bulamadı. Düşmanların bile Sana inanmadıkları halde Sana hayrandılar. Çünkü Seni Allah terbiye etmişti. Yüce Allah, “Şüphesiz Sen saygın bir ahlâk üzere bulunmaktasın” “ Onun önüne geçmeyiniz,” “ Peygamberin yanında yüksek sesle konuşmayınız,” “ Ona itaat eden Allah’a itaat etmiş olur,” “ Beni seviyorsanız Ona uyun” gibi âyetleriyle Kendi katında Senin hatırının ne kadar üstün olduğunu ortaya koyarak insanların dikkatini çekiyordu. Seni tanımayanlara Allah tanıma şerefini nasip eylesin. 

 

SEVDAN GÖNÜLLERİMİZDE HÂLÂ TAPTAZE

 

Sen ahirete irtihal edeli 14 asır oldu. Ama sevdan gönüllerimizde hâlâ taptaze ve dipdiri duruyor. Günde beş vakit adın, Allah’ın adıyla beraber okunuyor. 14 asırdır dünyanın gündemi Sensin. 14 asırdır ilim adamları, fikir adamları Seni konuşuyor, Seni inceliyor, Sana olan hayranlıklarını ve sevdalarını dile getiriyorlar.

 

Çünkü Sen, güzellerin en güzeli, faziletlilerin en faziletlisi, şereflilerin en şereflisi, nurluların en nurlusu, büyüklerin en büyüğü, cömertlerin en cömerdi, sesçe en yükseği, vasıfça en parlağı, zikir ve fikir bakımından en mükemmeli, şükür ve ibadet bakımından en muhteşemi, sîret ve sûret bakımından en güzeli idin. Sen insanlık âleminin şanlı ve Kur’an’lı bülbülü idin. Sen, yerde ve gökte övülen Efendiler Efendisi idin. Sen, Tevrat’ta AHYED, İncil’de   AHMED diye anılan Kur’an’daki MUHAMMED’din. (s.a.v) Allah ahlâkının ve sevgisinin yere aksetmiş ve Muhammedleşmiş  şekli idin. Âlemin varoluş sebebi Sendin. Sen, cismin itibariyle en sondun ama, ruhun itibariyle en önceydin.

 

Allah, kendisine layık ibadetin en büyüğünü Sende gördü. İsimlerinin tecellilerini en iyi Sende seyretti. En tatlı niyazı Senden işitti. En derin tefekkürü, en derin haşyeti, en kudsî muhabbeti, en geniş merhameti, en büyük marifeti, Sende buldu. Onun için Seni hem en yakını, hem de Âlemlere rahmet seçti.

 

Demek Seni böylesine ihtişamlı ve şanlı kılan; Senin ihtişamlı zikrin, Kâinat çapında şükrün, derin mârifetin, coşkun aşkın ve kara sevdan, fevkalade takvan ve ibadetin idi. Bu vadide Seni geçen olmadı. Onun için büyüklükte de Seni kimse geçemedi. Ne insan, ne peygamber, ne de mukarreb bir melek!...

 

Ey şanlı ve Kur’an’lı bülbülümüz! Sana layık olamadık, bıraktığın mirasa sahip çıkamadık, emanetlerine sadık kalamadık, ahlâkını ve yaşama biçimini örnek alamadık. Seni ve getirdiğin Kur’an’ı hakkıyla okuyamadık, anlayamadık. Geriledik, sefil olduk. Bölündük, parçalandık. Başımız terörle, ve türlü türlü sıkıntılarla ve musibetlerle dertte. Kala kala elimizde bir bükük boyun, bir kara yüz, bir de pişmanlık dolu işte bu itiraflar. Kıtmirin olarak kapında bekliyoruz. Seni sevenlerden birinin. “Mücrimim gerçi Muhammed Mustafa hayranıyım.” Dediği gibi biz de diyoruz: Suçluyuz ama Seni seviyoruz ya Resûlallah! O alemi kuşatan rahmetinle bir kere daha bize elini uzat. Bizi tut, kaldır Ya Resûlallah!  Senin mübarek elinle Mekke’yi müşriklerden, Kâbe’yi de putlardan temizleyen Allah’a bir kere daha ellerini kaldır ey Allah’ın Resulü. Kaldır da Yüce Allah, İslâm âlemini sana layık eylesin, emanetlerine emin kılsın, ahlâkını ve yaşama biçimini örnek almaya muvaffak eylesin. İçimizden dokuz yaşında dokuz lisan bilen, 21 yaşında çağ açıp çağ kapayan Fatihler, Yavuzlar, Akşemseddinler ve Eubussuudlar çıksın. Ülkemizi ve milletimizi tekrar kaybettiğimiz zirvelere taşısın.

 

Sana kâinatın zerreleri sayısınca salat ve selam olsun. Sevdalılarından bir Garib’in dediği gibi biz de diyoruz:

“Ey kupkuru çölleri cennete çeviren gül/ Gel o bayıltan renklerinle gönlüme dökül

Vaktidir, ağlayan gözlerimin içine gül/ Ey kupkuru çölleri cennete çeviren gül.”

 

Not: Daha geniş bilgi için bkz. Vehbi Karakaş, Hicazlı Sevgili, Timaş yay. İst.2002 ve Sana Öyle Hasretim ki, Cihan Yayınları, İst. 2008

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
2 Yorum