Hüseyin YILMAZ

Hüseyin YILMAZ

Darbe suç değil, baş aramamak suç!..

Türkiye bir açık hava tımarhanesi... Geniş coğrafyasında akıl ve iz’anın izine rastlamak imkânsız; hak ve hakikatin esãmesi okunmuyor... Mefhumlar renkten renge, kılıktan kılığa giren bukalemunlar gibi; tırmandıkları dalın şekline, sığındıkları yaprağın rengine bürünen bu garib mahlukları kıskandıracak bir kabiliyetle, her kafada başka bir şekil, her ağızda başka bir mãnã yükleniyorlar. Baykal’ın dilinde karalar bürünen bir mefhum, Erdoğan’ın ağzında telli duvaklı gelin gibi hayatlanıyor... Buradan baktığınızda bir hırsızın karanlık peçesini andıran mefhum, bir başka zaviyeden imamın cübbesine inkılâb ediyor. Dil tahribkârlığının tabiî neticesidir bu: Anlaşamıyoruz!.. Anlaşabilmek için müşterek bir dili kullanmamız lâzım. Mefhumlar, balçık gibi cıvık, seyyal ve şekilsiz değil; granit gibi katı, hendese gibi muayyen olmalı... Bin yıllık irfãnımızdan genç nesilleri koparmak kastıyla dili tahrib edenler, düşünmediler ki, dilsiz bir millet yaşayamaz. Anlamadılar ki, üç beşyüz uydurma ucube “tilcik” ile ilim ve irfãn sahibi olunamaz, edebî san’atlar inşã edilemez...

 

Babillilerin sonunu hazırlayan felâket, Yehova’nın dilerini bozmasıyla başlar; her kafadan başka bir ses çıkar, herşey birbirne karışır ve anlaşamazlar. Dilleri farklılaştırılarak birbirilerini anlamaları zora sokulan Babilliler, göğe tırmanmak kastıyla inşãsına teşebbüs ettikleri kulenin inşâsından ister istemez vazgeçerler; iradî bir karar değil, kaçınılmaz ãkibet...

 

Babilliler bizden yine de şanslı idiler, zirã dünya dillerinin doğuşuna rahm-ı mader oldular. Rivayetler 72 dilin Babil’den doğduğunu söyler; büyük bahtiyarlık... Bizim ãkibetimiz çok daha hazin: Dilsizleştik...

 

Bu uzun girizgâh için üzgünüm, ama mazur sayılırım... Ergenekon meselesini anlatmaya dilden başlamak mecburiyeti, hazîn bir vaziyet. Anlatayım: Anahtar kelime, darbe... Kelimeye terettüb eden sual: Darbe suç mu? Dünyanın herhangi bir ülkesi için tabiî cevab; “evet” veya “hayır”dır. Türkiye için ise daha farklı: “Değişir!..” Duruma göre, zamana göre, elde edilen neticeye göre değişir... Bu garabetin halli için, ister istemez terlemeyi göze alacağız... Başlıyoruz:

 

Ergenekon zanlısı, diye, memleketin dört bir tarafından aylardan beri derdest edilip kodese tıkılan bunca insana isnad edilen suç: “Darbe için harekete geçmiş olmak...” Ne yapmışlar? Çok şey sayılmaz, esãslılarını hatırlamaya çalışalım:

 

Askeriyenin derin dehlizlerinde JİTEM adıyla bir çete kurmuşlar. Bu çete, zaman zaman terör bölgelerinde Kürt’lerden bazı insanları yakalayıp, domuz bağlarıyla bağlamış, işkencelerden geçirmiş, sonra da ya enselerine birer kurşun sıkarak, ya da boğarak katlettikten sonra cesetlerini bazen bir yol kenarına atmış, bazen ateşe verip yakmış; kimi zaman da bir çukura gömmüş yahut bir asit kuyusuna atarak kemiklerinin asit direncini test etmiş...

 

Bu kadar da değil elbet... Arada bir silâhları bırakma sinyalleri veren PKK’nın önünü kesmek için de tertipler tezgâhlamış. Bingöl’de 33 silâhsız askerin katli gibi, Güçlükonak’da minibüsün içinde uzun namlulu silahlarla tarandıktan sonra ateşe verilen 11 köylünün başına gelen felâket de onlardan biliniyor. Birkaç üst rütbeli subayın öldürülmesi de onların hanesine yazılmış...  Ve binlerle ifãde edilen fail-i meçhûl cinãyetler...

 

Ergenekon’un bütünü JİTEM’den ibaret değil, şüphesiz... Emekli generallerden, muvazzaf subaylara; birtakım dernek ve vakıflardan, rektör ve üniversite hocalarına; iş adamlarından, bürokratlara; basın mensublarından, istihbaratçılara kadar uzanan geniş bir yelpazede teşkilãtlanmış bir çete.

 

Bu geniş yelpazedeki teşkilãtin diğer faaliyetleri de JİTEM’e atfedilenlerden farksız... Danıştay cinãyeti, Cumhuriyet Gazetesi’nin bombalanması gibi ağır suçların yanısıra, Cumhuriyet mitingleri gibi kitleleri harekete geçirme teşebbüsleri; Anıtkabir ziyaretleri ile belli çevreleri tahrik etme gayretleri de Ergenekon’un günah hanesine kaydediliyor.  Bir de memleketin dört bir tarafına gömülen, çoğu askeriye kaynaklı cephaneliklerin sahibi olmakla müttehemler...

 

Ergenekon’a atfedilen temel suç ise: “Darbe teşebbüsü...” Yãni bütün bunların darbe teşebbüsü için yapıldığı tesbit edilebilirse, cezalandırılacaklar... Allah Allah!.. Garib bir suçlama, birilerinin milletle dalga geçtiğini düşünüyorum, ya da topyekün delirdiğimizi...

 

İster istemez söyleniyorum: “Darbeye teşebbüs suç ise, darbeyi gerçekleştirmek beter bir suç olmalı...” Değil mi? Yâni darbeyi gerçekleştirenlerin suçu kesin olduğuna göre, zindanlarda çürütülmeleri, hattâ idam edilmeleri gerekir... Ama hayır!.. Darbeyi gerçekleştirenler, memleketin zirvesi sayılan Çankaya’ya tırmanıp Cumhurbaşkanlığı kisvesine bürünüp saãdetli yıllar yaşadılar; unutmuş olamazsınız. Hattâ bunların en kahharı olan Evren, daha geçtiğimiz günlerde mevcut Cumhurbaşkanı tarafında Çankaya’da ağırlandı...

 

Samimiyetle söylüyorum ki, bu garib tezãddan birşey anlayamıyorum... Evren’i Çankaya’da karşılayıp ağırlayacaksın, ama darbeye teşebbüs ihtimalinden hareketle Eruygur veya Haberal’ı zindana atacaksın... Aklın sukût ettiği nokta bu, iz’an ve şuurun tecavüze  uğradığı yer... Darbe suçsa, Evren, memleketin en derin zindanlarında ömür çürütmeliydi... Suç değilse, zavallı Ergenekoncular’dan ne istiyorsunuz? Zulüm değil mi bu?

 

Evren’i cezalandırmaya gücünüz mü yetmiyor? Yalan!.. Yalan,  çünkü yapılabilecekler için hiç teşebbüste bulunmadınız, en ufak bir adım atmadınız, atmıyorsunuz... Diyelim ki, netice vermeyeceğini düşünüyorsunuz; olabilir... Peki hürmet etme, ağırlama mecburiyetiniz niçin? Milletin sırtında kene gibi semiren darbecileri taltifle başköşeye oturtup, onların mukallidlerinin yarıda kalmış hamlelerini görüp zindana atmak, basit tabiriyle, samimiyetsizliktir. Baykal haklı, darbe teşebbüsü var mı yok mudan hareketle bu kadar insanı içeri tıkmazdan önce, darbe suçları sabit olanların yakasına sarılmak ve onları cezalandırmak çok daha dürüstçe olurdu...

 

Aksi takdirde, darbe teşebbüslerinin önünü almak mümkün olmaz... Başarabileceği ihtimalinden hareket eden her namzed, fiilen teşebbüs etmeye devam edecektir... Bu teşebbüslerin önünü bütünüyle kesmenin yolu, önceliği eski darbecilere verip, onları cezalandırmak olmalı. Sonra da ikinci sırada gelen, hamleleri yarım kalmış müteşebbisler cezalandırılmalı. Öncekileri Cumhurbaşkanlığı ile taltif edip, sonrakileri cezalandırmak, zulümdür. Zulümdür, zirã darbeciler cezalandırılsalardı şimdikilerin çoğu teşebüssüzlükle bu ağır akibete düçar olmaktan kurtulurlardı.

 

Tavsiyem, herkesin mert ve dürüst olmasıdır... Hak kuvvette değil, kuvvet hakda olmalı. Aksi taktirde, bu milletin kuvvetlisi asker olduğu için, -çünkü elinde dehşetli silâhlar var-  haklısı da her şartta o olur. Darbe de yapar, olur olmaz vesilelerle upuzun nutuklar atarak kafa da ütüler; evinin yolunu bulamamakla başı dertte iken sizin için alleme-yi cihân kesilmekte de devam eder. Gelin, Ergenekon’un araladığı kapıdan bu kadar girilmiş ve yol alınmışken işi sulandırmadan, hızlı, kararlı ve adilâne bir netice için yürümeye devam edelim. Ve yüksek sesle düşünmeye başlayalım: Acaba, darbe müteşebbislerinden önce, darlbecilikleri sabit olanları cezalandırmanın bir yolu yok mu?.. Mutlaka olmalı, mutlaka...

 

[email protected] 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.