Abdulkadir MENEK

Abdulkadir MENEK

Darbe dönemi bitti

Osmanlı Devletinin bakiyesi üzerine kurulan Türkiye Cumhuriyeti devletine intikal eden en kötü gelenek, hiç şüphesiz ki, askeri vesayettir. Halaskaran-ı Zabitan zihniyeti ile kendilerini her zaman devletin esas sahibi ve kurtarıcısı olarak gören askeri bürokrasi, ilk fiili darbesini 31 Mart Olayı’nın hemen ardından 1909 yılında yapmış ve bu düşünce, aynı zihniyet sahibi askerlerin Cumhuriyetin kuruluşunda devlette etkin konuma geçmeleri ile birlikte, bir devlet ideolojisi haline getirilmiştir.
Askeri vesayetin bütün yansımalarını tek parti döneminde tartışmasız olarak görmek mümkündür. Aslında İstiklal Savaşı, tamamen bir halk hareketidir. Yerel ve sivil güçlerin örgütlenmesi ve bütün imkânlarını seferber etmesiyle meydana getirilen bir organizasyon sonucu kazanılan bir zaferdir.

Fakat netice, bu büyük kahramanlığı ve eşsiz zaferi karşılayacak boyutta değildir. Bu büyük zaferin ardından çizilen sınırlar, yenidünya düzeni için öngörülen büyük bir projenin ilk yansımalarıdır. Böylece koca bir Osmanlı Devleti Anadolu’ya hapsedilmiş, Orta Doğu ve Balkanlar üzerinde, batılı güçlerin projelerini uygulama fırsatı elde etmelerinin de yolu açılmıştır.

Büyük bedeller ödeyerek dar bir alanda bile olsa bağımsızlığını kazanan millet kısa bir süre sonra saf dışı bırakılmış, inanç ve adetleri alay konusu olmuş, bilahare büyük hücum ve husumetlere hedef kılınmıştır. Lozan’da yapılan antlaşmaların içyüzü, bugün bile ne yazık ki, bütünüyle ortaya çıkarılmamıştır.

Hatta Lozan’da yapılan antlaşmanın onaylanmayacağı düşüncesi ile Meclis feshedilmiş, atamalarla emir kulu ve ‘’kız gibi bir meclis’’ meydana getirilerek bu antlaşma onaylatılmıştır. Fakat buna rağmen, bu mecliste bile Lozan antlaşması ile ilgili olarak şiddetli tartışmaların yaşandığını biliyoruz.

1925-1950 yılları arasında ‘’tek adam egemenliğinin’’ bütün keyfi ve cebri örneklerine rastlamak mümkündür. Bu yıllar için herhangi bir darbe yapılmamış, zaten yapılan icraatların hepsi darbeci zihniyetin ürünleri olarak uygulama sahasına konulmuştur.
Bu dönemde en küçük demokratik hareketlenmelere, -Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası gibi- hatta muvazaa ürünleri olan partilere bile -Serbest Cumhuriyet Fırkası gibi- tahammül edilememiş, bunlar bile çeşitli tertip ve tezgâhlarla hedef haline getirilerek kapatılmış, tek adam ürünleri Meclislerle ülke yönetilmeye devam edilmiştir.

Millet eline geçirdiği ilk demokratik fırsatı en iyi şekilde değerlendirmiş, yıllarca kendisine kan kusturanlara en iyi cevabı, onları demokratik seçim sandıklarına gömerek, olgunluk ve basiretle vermiştir.

Bu on yıllık süre içerisinde Demokrat Parti saflarında bulunan münevver ve mümin insanların büyük gayret ve çalışmaları sayesinde çok sayıda müspet icraata imza atılmış, milletle gerçek ve samimi bir kucaklaşma başlamıştır.

Ancak demokratik yollarla Demokrat Parti iktidarı ile baş edemeyeceklerini anlayan malum ve meş’um zihniyet, devletin bütün kademelerinde hâkim olan uzantılarını ve derin mahfilleri harekete geçirerek, asker marifetiyle, meşru iktidarı alaşağı etmekten ve kan dökmekten çekinmemiştir.

Millet bu zulüm ve haksızlığı unutmamış, demokratik şartların yeniden verdiği fırsatı kullanarak Adalet Partisi’ni iktidara getirmiştir. Kır’at amblemini ‘’demirkırat’’ söylemi ile birleştiren millet, devletle özdeşleşmiş CHP zihniyetine bir kez daha gereken dersi vermiştir.

Bu dönemde ekonomik olarak önemli icraatlara imza atılmış, hak ve hürriyetler genişletilmiştir. Fakat bu dönemin en önemli eksikliği olarak, Demokrat Parti mensuplarına haklarının geri verilmesi noktasında gösterilen kararsızlık ve gecikme ile darbelerle hesaplaşma konusunun hiç gündeme getirilmemiş olmasıdır. Bu ifademizin karşısında olan insanların cevabını duyar gibi oluyorum.

Zamanın şartlarının ve konjonktürün müsait olmadığını, dönemin siyasetçileri de zaman zaman dile getirmişlerdir. Bu mazeret belki makul karşılanabilir. Fakat gücünü milletten alan ve tek başına iktidara gelen bir hükümetten, şartlar ne olursa olsun, demokrasi düşmanı güçleri bertaraf etmesi ve bunlarla mücadele etmesi beklenir. Şunu da üzüntüyle ifade edelim ki, bu siyasetçiler tarafından, darbelerin önünü kapatacak yasal düzenlemeler ile hukuki hesaplaşmalar hiçbir zaman önemli bir konu olarak gündeme getirilmemiştir.

Böyle bir mücadeleyi yapmadığınız sürece, bu sürecin uzantılarının husumetine hedef olmanız kaçınılmaz olacaktır. Maalesef böyle olmuş ve 12 Mart 1971 tarihinde, daha önce yapılan darbenin hesabının sorulmamasından cesaret alan zihniyet, yeniden bir askeri müdahaleye yeltenmiş, meşru iktidar görevden uzaklaştırılmıştır.
1971-1980 yılları tam bir istikrarsızlık, anarşi, kaos, yüksek enflasyon ile geçmiş ve ülke adım adım 12 Eylül İhtilali ile yeniden askeri bir darbenin kucağına itilmiştir. Özal’lı yıllarda da ekonomik kalkınma ve liberalleşmeye büyük önem verilmiş, ancak, demokratik düzenin, kesintilere uğramadan devam etmesi için gerekli olan çok önemli adımlar atılamamıştır.

Aslında Menderes-Demirel ve Özal dönemlerinde tek başına büyük çoğunluklarla iktidara gelen hükümetler, demokratik altyapıyı sağlamlaştırma, askeri ve bürokratik vesayeti sona erdirme ve anti-demokratik müdahalelerin önünü kapatmak için gerekli olan adımları atıp, tedbirleri alarak cesur davransalardı, belki başlarına gelen hazin akıbet, müdahale ve darbeler için kadere fetva verdirmeyeceklerdi.

Değişen ve gelişen dünya şartları, çok fazla müsait olmadığı için, görünüşte demokratik düzen içerisinde kalınarak yapılan 28 Şubat darbesi, en münafıkane ve dessasane bir darbe olarak tarihe geçmiştir. Bu darbe ile verilen zararın, diğer müdahalelerde verilen zararlardan çok daha fazla olduğu kanaatindeyim.
Çünkü bu dönemde, ihtilallerden sonra bile cesaret edilmeyen icraatlara girişilmiş, İmam Hatip Liseleri ve Kur’an Kursları neredeyse bütünüyle kapanma noktasına getirilmiştir. Başörtülü öğrenci ve kamu görevlilerine verilen zararın ve geleceği karartılan insanların hesabını yapmak bile imkansızdır.

İşin hazin ve çok dramatik olan tarafı ise, askeri müdahalelerden çok büyük zarar gördükleri halde, bunları önlemek için ciddi bir demokratik adım atamayanların, başkaları tarafından yapılan demokrasiyi tahkim çalışmalarına karşı çıkmaları ve darbecilerden yana bir tavır takınmaya başlamalarıdır. Bu çok elim ve izahı zor durumu, tarihe bir kayıt düşmek amacıyla ifade etmeyi de vicdani bir görev olarak telakki ediyorum.

‘’Bin yıl dahi olsa devam edecek’’ denen 28 Şubat döneminin gölgesinde, askeri vesayet ve bürokratik devlet devam edecekti. Böylece herhangi yeni bir müdahaleye gerek kalmayacaktı. Fakat bu şekilde Türkiye üçüncü sınıf bir ülke olmaya da devam edecekti. Hak ve hürriyetlerin iadesi söz konusu olmayacak, mağdur olanlar, mağduriyetleri ile kalacaktı.

Burada çok önemli bir gelişme ile Ergenekon davası başladı. Türkiye bu dava ile kirli ve darbelerle malul geçmişi ile yüzleşmek için önemli adımlar attı. Ümraniye’de bir çöplükte bulunan bombalar ile darbeler ve derin devlet artıkları, çöplüklere atılmaya başlandı.
Daha sonra ise, çok daha cesur ve önemli bir adım atılarak, birinci sınıf bir ülke olmak için, Anayasa’da ayak bağı olan birçok maddenin değiştirilmesi teklifi halkın oyuna sunuldu. Burada da birçok kişinin maskesi düştü ve gerçek yüzleri ortaya çıktı. Sırf siyasi husumetlerinden dolayı, bin dereden su getirerek ve kem kümlerle bu önemli değişikliklere karşı çıkanları, zaman hükmünü göstererek mahcup etti.
Darbelerle hesaplaşma, derin güçlerin tasfiyesi, demokratikleşme, 28 Şubat’ta gasp edilen hakların yeniden iadesi noktasında 12 Eylül 2010 Referandumu tam bir dönüm noktası oldu. Gerçek demokratlarla, sahte ve konjonktür demokratları birbirlerinden iyice ayrıldılar.

12 Eylül darbesi ile hesaplaşma sürecine girildikten sonra, 28 Şubat’ın münafıkane sürecinin de soruşturulmaya başlanması, artık yeni, aydınlık, demokrat ve nurlu bir dönemin habercisi oldu. Bu davalar adım adım ilerledikçe, demokrasi daha da yerleşecek, darbeler iyice tarih olacaktır. Kötü hatıralarla ve nefretle yâd edilecek bir tarih.

Keşke, darbelere muhatap edilerek görevlerinden uzaklaştırılan ve yıllarca demokrasi havariliği yapanlar da, bu sürece cesaretle ve demokratça destek verselerdi. Herhangi siyasi ve tarafgir bir hesap içinde olmadan, sırf Türkiye’nin aydınlık geleceği için, başları dik bir şekilde mahkeme salonlarına gidip, darbelerle hesaplaşma olgunluğunu gösterselerdi.
Emin olun, bu sadece kendilerinin değerini artıracak ve millet nezdinde kaybettikleri itibar ve muhabbetin bir kısmını, belki yeniden kazanacaklardı. Heyhat, Allah nasip etmeyince olmuyor.

Yıllar sonra TBMM’nde yapılan kutlama resepsiyonuna ilk olarak bir Meclis Başkanı’nın başörtülü eşi ev sahipliği yaptı. Başörtüsü nedeniyle, on yıldır eşsiz olarak yapılan bu resepsiyona, bu yıl komutanlar da yıllardır yaptıkları boykota nihayet vererek tam kadro halinde katılma olgunluğunu gösterdiler.
Yeni başlayan demokrat, darbelerle hesaplaşmaya başlayan ve askeri müdahalelerin tarihe karışmaya başladığı bir Türkiye’den herkese selam olsun.
Kahraman ordu, dizginlerini kurtarmaya başladı.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
8 Yorum