‘Dağ fare doğurdu’

Dücane Cündioğlu Hamdi Tayfur’u engellemiş. Büyük bir sitayişle tarihselcilik eleştirisi yapacaktı ama Hamdi Tayfur’un yerinde deyişiyle dağ fare doğurdu. Büyük umutlar vadedip sonra hayal kırıklığı yaşatmak ne acı! Cündioğlu'nun Marmara İlahiyat’ta yaptığı üç saatlik konuşma tek kelimeyle fos çıktı. Adeti olduğu üzere çok şey söyledi ama hiçbir şey söylemedi yine. Alıştık artık.

15.02.2019 tarihinde bu köşede çıkan “Dücane Cündioğlu ve Ateizm” başlıklı yazımızda yaptığımız tahmin gerçek çıktı. Hatırlarsanız şöyle demiştik yazıda:

"…26 Şubat 2019 tarihinde “Tarihselcilik Eleştirisi, Us ve İmgelem Dolayımında Yorumsamanın Doğası” konulu bir konuşması olacak Cündioğlu’nun. Ateizm meselesine yaklaştığı gibi tarihselciliğe yaklaşırsa eğer, hazirûn dinleyicilerin çekeceği var. Galip ihtimalle âdeti olduğu üzere ve her konuşmasında yaptığı gibi konunun etrafında dolanacak, esasa girmeden bitirecek konuyu. Cündioğlu’nun alamet-i farikası düşüncenin arkeolojisini yapmak, bunu yaparken de görünürde çok şey söylemek ve fakat gerçekte hiçbir şey söylememek…

Düşünceden kaçmak, düşünceyle dürüstçe yüzleşmekten çekinmek, her defasında yan çizmek bu olsa gerek. Günler önce her yere büyük bir gururla “Tarihselciğin Eleştirisi” reklamı yapacaksın, daha önce hiç söylemediklerimi söyleyeceğim, lafı dolandırmayacağım diyeceksin ama üç saatlik bir konuşmada yine esasa hiç girmeyecek, konunun kıyısında dolanacak, geçmişte yüzlerce defa dediklerini tekrar edeceksin. Bu tuhaf durumu adabınca, üslubunca ve haklı olarak eleştirenleri ise hemen engelleyeceksin.

İrfan postuna bürünüp irfandan zerre miskal nasibi olmamak bundan başka ne ola ki? Yaklaşık iki yıl önce “Dücane Cündioğlu’nun Atatürk İle İmtihanı” serlevhalı bir yazımızdan dolayı bizi de engellemişti. Egosantrizm ve megalomanlık Cündioğlu’nda tecessüm etmiş sanki. Birçok paylaşımında, yani kal dili ile tevazu dersi vermek ve fakat buna rağmen hal dili ile kibir abidesi kesilmek ibret verici.

Cündioğlu’nun en büyük handikapı bir mes’elesinin olmayışı. Bir mes’ele olmayınca mes’uliyette olmuyor. On beş dakikada söylenebilecek bir mevzuyu üç saatte söyleyememek ilmi kudretin değil, ilmi acizliğin alameti. Ezcümle, Mustafa Öztürk’ün çoğu fikrine katılmam ama demek istediklerini, yani meramını beliğ ve veciz bir üslupla şifahi olarak ifade edebilme bakımından çoğu ilahiyatçımızdan daha başarılı. Cündioğlu -gerçi ilahiyatçı değil- tam tersi bunun.

Konuşmak Cündioğlu’na göre değil, onun işi yazmak. Ama sadece yazmak. Ne zamanki yazmayı bırakıp konuşmaya başladı, işte o zaman efsun bozuldu, sır ifşa oldu, dağ fare doğurdu her defasında. Çendan, yazılarında bile herhangi bir netice yoktu ama yazıları edebi, ilmi, felsefi bir lezzet veriyordu en azından. Şeytan tüyü vardı yazılarında. Ukalalık koksa bile okutturuyordu kendini.

Hulasa, yazı sanatında (kitabet) ne kadar iyi ise konuşma sanatında (hitabet) o kadar kötü Cündioğlu. Hitabette söz kalabalığı bir yere kadar cazip ama bir yerden sonra sıkıcı, itici ve çoğu zaman tasannu kokar. Çünkü hakikate talip mütecessis nazarlar lüzumsuz dibacelerden sonra ne denildiğine odaklanır, nasıl denildiğine değil. Hakikatin hakikat talibinden istediği de bu değil mi zaten?

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
4 Yorum