Mehmet Ali BULUT

Mehmet Ali BULUT

Çağın vicdanı!

Son derece iddialı bir cümle! Bir insanı ‘çağın vicdanı’ olarak nitelemek hiç de kolay kabul edilebilir bir iddia değil. 

Diyelim siz ‘fart-ı muhabbet’ten birini bu sıfatla nitelediniz.  İddianızı insanlara nasıl kabul ettireceksiniz. Yani iddianızın altını nasıl dolduracaksınız?

 

İnsanlığın önde gelen zekâları ve uyanmış vicdanları iddianızı benimsememişse sizin kendi kendinize gelin güveyi olmanızın bir anlam taşımaz.  İnsanlık için sahici bir anlam ifade etmiyorsanız iddianızın bir manası olmadığı gibi kendinizi gülünç duruma düşürürsünüz. Akıllı hiçbir insan kendini o hale düşürmez. 

 

Ama bakıyoruz şu iddianın altındaki imza hiç de yabana atılır bir insan değil. İddiası doğrulanmadığı takdirde kaybedeceği çok şeyi olan biri! Türkiye’de psikiyatri alanında haklı bir şöhrete sahip ve kendisini kanıtlamış bir profesör.  Nasıl böyle son derece riskli bir iddianın altına imza atabiliyordu? Üstelik önünde, Bediuzzaman’ı, Sosyolajinin teşrih masasına yatırıp inceledi diye, bilim çevreleri(!) tarafından nerede ise linç edilmek istenmiş Şerif Mardin gibi bir emsal varken…

 

malibulut_nevzattarhan.jpgİşte, sevgili hocam ve öğrencilik dönemlerinde ev arkadaşım –bir sürelik de olsa- Prof Dr. Nevzat Tarhan’ın ‘Çağın Vicdanı Bediuzzaman’ eserinin tanıtım toplantısına katılmak için Eresin Oteli’ne giderken zihnimde bu sorular vardı…

 

Evet, benim zihnim ve gönlümdeki yeri bakımından da Bediüzzaman bu lakabı hak edecek yerde duruyordu ama bunu ‘müşterek insanlık aklına ve kametine’ nasıl anlatacaktık. Ona verilen bu değer hakikaten hak edilmiş bir sıfat mıydı yoksa biz onu çok sevdiğimiz için mi öyle niteliyorduk?  Çünkü bir değer,  evrensel edebiyat ve kültür pazarında müşteri bulamamışsa, yani insanlığın ortak kaygı ve sevincine katkı sağlamıyorsa bir anlam ifade etmez! Kendinden menkul kerametlerle birkaç münzeviyi etkileyebilirsiniz amma insanlık ortak aklı ve vicdanını değil!  

 

Esasında Bediuzzaman’ın, bugüne kadar insanlığın ortak akıl ve kültür pazarlarına arz edilememiş olması Türkiye için ciddi bir kayıptır.  Bugün Türkiye’de rejimin, -hatta Kemalizm ve CHP’nin - kendisini, Bediuzzaman’ın telkin ettiği değerler doğrultusunda yeniden konuşlandırmaya mecbur bilmesinden tutun da İslamî değerlerin -ve başlangıçta nerede ise sosyalist tavırlar takınmış olan Siyasal İslamcılık bile siyasetini onun getirdiği değerler doğrultusunda evirmek zorunda kalmıştır. Milli görüşçü çizgiden gelen AK Parti’nin kavramsal açıdan durduğu yer, bunun en iyi kanıtıdır- nerede ise tamamının, bir ‘yeniden yapılanma’ sürecine girmesinde büyük katkısı olmuştur.

 

Eski statükocu yapıları yıkacağı; istibdadı/baskıcı yönetimleri İslam’ın doğal hali imiş gibi gösteren eski zihinsel paradigmaları yok edeceği anlaşılan Arap Baharı’nın –siz bu hareketlerden rahatsız olan ‘düzencilere’, arpalıkları kesilecek diye ödleri kopan statükoculara aldırmayın. Bu süreç Müslümanların bağımsızlığı ve özgürlüğü ile sonuçlanacaktır. Elbette hakiki bir hürriyete sahip olmanın bedeli ağırdır- altındaki en dip dalga Bediuzzaman’ın bir asır önce telkinleri olduğu gibi, bugün Diyarbakır’da Tahrir meydanındaki gibi olayların yaşanmamasında bile onun etkileri vardır.

 

Peki, böyle etkileri oldu diye bir insana ‘çağın vicdanı’ denilebilir mi?

Bence denilemez ve denilmemeli. ‘Çağın vicdanı’ olmaya, bir toplumu evirmek veya bir ülkedeki baskıcı bir rejimi değişmeye mecbur etmek yetmez.  

Çünkü bir insan, ancak mahza insanlık erdemi ve ruhu için ihtiyaç duyulacak ve her kes açısından tatbiki mümkün olabilecek insani tavırlar ve değerler üretmişse böyle bir tanımlamayı hak edebilir.

 

İnsanlık kalbinin inşasında Mevlana büyük bir ustadır. Ve haklı olarak çağını aşmıştır. Varlık karşısındaki duruşu ile Muhyiddin İbnü’l-Arabî müstesna bir yerdedir. O da çağını aşıp gelmiştir. Kan dökmeden, insanî değerleri yıkmadan bağımsızlık mücadelesi verilebileceğini insanlığa öğretmiş olan Gandhi bir değerdi, o da çağını aşıp insanlık için bir model olmuştur. Batı medeniyeti içinde de bu tür değerler,  Yüksek Zeka ve vicdan sahipleri çıkmıştır ve bugün her biri insanlık tarafından saygıyla selamlanmaktadırlar. Ama hiç birisi ‘Çağın Vicdanı’ olma sıfatı elde edememişlerdir?

 

Çünkü bir öğreti veya sosyal değerin, tüm insanlık tarafından benimsenmesinin en temel şartı, inanç ve kültür kodlarından arındıktan sonra geride kalan özün, inançlı inançsız herkes tarafından kabul edilebilir ve tatbik edilebilir olmasıdır. Değilse, sizin iddianız boştur!

 

İşte ben tam da bu açıdan bakmak istiyordum Tarhan hocanın eserine. Hatta kendisine yönelttiğim ilk soru da bu oldu:

“Ne tür kriterler süzgecinden geçirdiniz ki, Bediuzzaman’ı çağın vicdanı olarak niteliyorsunuz?”

Hocanın o anda verdiği cevap beni fazla tatmin etmedi ama kitabı okuyunca gördüm ki hocanın tespitleri bilimsel ve sosyolojik normlara dayanıyor. Konu Bediuzzaman olunca ‘kabul eşiği’min düşük olabileceğini, tezleri kabule yakın duracağımı ben de biliyor ve bunu bir kusur kabul ediyordum. Yani kabule hazır bir zihinle okuduğum için hocanın ileri sürdüğü değerler, beni ikna etmiş olabilirdi.

 

Fakat kitabın sayfaları arasında gezindikçe, anladım ki, Bediuzzaman’ı biz dahi anlamamışız. ‘Yeterince’ kelimesini bile kullanmaya gerek duymadım.

Biz onun eserlerini bir araya gelip muhabbet atmosferinde okuyup duruyorduk. O satırların, cümlelerin, bilimsel disipline sahip, irdelemeyi bilen bakışlar ve akıllar tarafından harmanlanması gerekiyormuş. Meğer sap zannedip kenara attığımız harman içinde ne muhteşem hakikat daneleri varmış.

 

Realizmi idealizmle, İnnovatifliği gelenekle, aktivasyonu müspet hareketçilikle, savaşçılığı barışçılıkla, ruhani bir liderliği sahici ve sıradan bir insan kimliği ile bağdaştırdığını ve insanlık için, ne kadar da yeni ve tatbik edilebilir yaklaşımlar getirdiğini hocanın kaleminden daha bir iyi fark edebiliyor insan.

 

Bediuzzaman’ın beni en çok etkilemiş özelliklerinden biri hiç şüphesiz,İslamî tefekkürü, ulu-insan (şeyh/mesayih/mürşid) merkezinden çıkarıp kitap merkezli bir temele oturtmasıydı. Hoca bunun yanına çok daha etkili kavramlar ve yöntemler eklemiş.  Mesela doğuda yaygın bir gelenek olan ‘sıra geceleri’nde insanların toplanıp eğlenmeleri formatını alıp ders denilen ‘sırayla kitap okuma’ veya birlikte kitap okuma formuna dönüştürdüğünü tesbit etmiş. Mehmet ve Ahmet Bican kardeşlerin başlattığı ve uzun yıllar Osmanlılarda, ‘toplumun aynı maksat ve tefekkür etrafında birleşmesine hizmet eden’  toplu halde kitap okuma seremonilerini farklı bir konseptle ihya ettiğini hatırlatıyor.

 

Çağın değerleri olan hürriyeti ve insan onuru onun vazgeçilmezleri arasında. O, herkes için adalet ve huzur peşinde. Bir medeniyetin medeniyet adını hak etmesi için, ekser insanlık için huzura medar olması gerektiğini vurgularken, gayesi sadece insandır ve insanın yüceltilmesidir.

 

O yüzden de Hz. Ali (ra)’nin yaklaşımını tercih ederek, ‘adalet-i mahza’dan yana tavır almıştır. Devletin bekası ve fitnenin önlenmesi için ferdin hukukunu feda eden -Hz. Aişe (ra) içtihadı- İzafi adalet yerine, insan onurunu önceleyen, insanı, “devletin varlığını” değil ‘bireyin hakkını üstün tutan’ adalet-i mahzadan yana tavır almıştır. Kur’an’ın gerçek maksadının o olduğunu belirtmiş, İslamiyet’i ‘insaniyet-i Kübra’diye nitelemiştir.

 

Baskının, istibdadın, cuntanın, insan onuruna zıt olduğunu, hürriyetin her insanın mutlak hakkı olduğunu, hatta imanın en büyük özelliği bulunduğunu vurgularken, ekonomik alanda da  Marks’la nerede ise paralellik arz eden şu enteresan tespiti yapmaktan da geri durmaz:

 

“İnsanlar vahşi idiler, esir oldular, ecir oldular. Onu da parçalamak üzeredirler”

Bu ifadeleri ile Bediüzzaman, Marks’la nerede ise paralel bir yaklaşım ortaya koyar. Marks, insanlığın gelişimini,  1- İlkel komünal toplum, 2- Köleci toplum, 3- Feodal toplum,  4- Kapitalist toplum ve nihayet  5- Sosyalist ve Komünist toplum diye özetler. 

Bediüzzaman da aynı süreci 1- Vahşet ve Bedeviyet devri,  2- Memlukiyet devri, 3- Esirlik devri, 4- Ecir (insanların ücret karşılığı güç ve akıllarını satmaları) devri ve nihayet 5- Malikiyet ve Serbestiyet devri diye niteler . Varlık karşısındaki tutumları taban tabana zıt olan bir ekonomist ile aynı yargılarda bulunmaktan kaçınmaz bilimsellik adına. Nitekim her meselede net ve her toplum için uygulanabilir ve anlaşılabilir değerler ortaya koyar.

Tabii ki onun kendisine biçtiği misyon;  insanlığı Yaratıcısı ile yeniden buluşturmak, insanlık ruhunu,  tanrı tanımazlığın ve pozitivist karınlığın tortularından kurtarmak ve aklı, İnancı ile buluşturmaktır! Ne yaptığını şu satırlarda görebiliriz:  

 

"Risale-i Nur, yalnız bir cüz'i tahribatı, bir küçük haneyi tamir etmiyor; belki külli bir tahribatı ve İslamiyeti –görüyorsunuz İslam da onun içinde bir cüzdür- içine alan, dağlar büyüklüğünde taşları bulunan bir muhit kal'ayı tamir ediyor. Ve yalnız hususi bir kalbi ve has bir vicdanı ıslaha çalışmıyor, belki bin seneden beri tedarük ve teraküm edilen müfsid aletler ile dehşetli rahnelenen kalb-i umumi ve efkar-ı ammeyi ve umumun bahusus avam-ı mü'mininin istinadgahları olan İslami esaslar ve cereyanlar ve şeairler kırılmasıyla, bozulmaya yüz tutan vicdan-ı umumiyi, Kur'an'ın icazıyla, o geniş yaralarını, Kur'an'ın ve imanın ilaçları ile tedavi etmeye çalışıyor. Elbette böyle külli ve dehşetli rahnelere ve yaralara, hakkalyakin derecesinde ve dağlar kuvvetinde hüccetler, cihazlar ve bin tiryak hasiyetinde mücerreb ilaçlar, hadsiz edviyeler bulunmak gerektir ki, bu zamanda, Kur'an-ı Mucizü'l Beyanın i'caz-ı manevisinden çıkan Risale-i Nur, o vazifeyi görmekle beraber, imanın hadsiz mertebelerinde terakkiyat ve inkişafata medardır." (Sikke-i Tasdik-i Gaybî 31)

 

Evet, sadece şu paragraf dahi, onun ‘çağın vicdanı’ olmaya layık bir mertebede olduğunu anlatmaya yetiyor ama siz yine de kendiniz okuyup karar verin derim. NESİL yayıncılığın yayınladığı eser, sadece sevenleri için değil karşı duranlar açısından da bir referans kitabı olma niteliğindedir.

Nevzat Tarhan hocamızı tebrik ediyor; Bediuzzaman’ı ve eserlerini aklın terazisiyle tartan bu tür çalışmalarını sürdürmesini umutla bekliyoruz. 

 

Haber7

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
4 Yorum