Biz Nurcular da özeleştiri yapmalıyız-ÖZEL

Biz Nurcular da özeleştiri yapmalıyız-ÖZEL

Edebiyatçı-yazar Levent Bilgi ile en son yayınlanan 'Hayat, Risale-i Nur, Bilgelik' adlı kitabı üzerine konuştuk

İbrahim Mert’in röportajı:

Levent Bilgi’yi önce Köprü dergisi ve Yeni Asya’daki yazılarıyla tanıdık. 90’lı yıllarda uzun süre Yeni Asya’da Göze adlı köşesinde yazdı. Şimdilerde Karakalem, 1111, Genç Yaklaşım, Eyvan ve Risale Haber’de yazıyor. İlk romanı Sürüden Ayrılma Zamanı. İmanlı ve Risaleyi tanıyan gençlerin iç çözümlemelerini, hayat karşısındaki ikilemlerini, sürüleşmeden cemaate katılmayı anlatıyor.

İkinci romanı Yalnız Adam. Bu romanda postmodern bir teknikle 15 yıl öncesi ile bugünün farklı kategorilerde beraber giderek günümüzde kesişmelerini görüyoruz. Günden güne kimliksizleşen insanlarla dolu bir toplumda kendiyle, varlığın gizemiyle karşılaşmaya çalışan bir adam, daha doğrusu bir zihniyet anlatılıyor. Bu adam biraz günümüz genci, biraz da Bediüzzaman. İnsanları kendileriyle yüzleşmeye çağıran bir bilge. Bu kitap bizleri alışkanlıklarımızdan şüphe etmeye çağırıyor.

Levent Bilgi’yi ikinci tür olarak Risale-i Nur çalışmalarından tanıyoruz. O pek çok dergi ve internet yazılarında Risale düşüncelerini paylaştı. Bu konudaki ilk kitabı ise Risale-i Nur Okuma Metodları. Kısa sürede tükenen kitap daha sonra yeni baskılarını yaptı. Levent Bilgi bu kitapta Risale okumalarımızın pratik hayatımızdaki karşılığı nedir? Farklı Risale okuma metodları olabilir mi? Risaleler her hayat evremizde bize aynı tarzda mı hitap etmeli? Risaleye farklı yaklaşımlar mümkün mü? Risale okumalarımız hayatımızdaki monotonlukların bir parçası olup zamanla bir alışkanlığa mı dönüşüyor?  Risalelerde genişlemek ve derinleşmenin pratik yöntemleri olabilir mi? gibi sorulara cevaplar arıyor. Kitap, Risale okumalarına metodik anlamda sunduğu teklifler ve yenilikler ile alanında bir ilk. Onun için çok okundu ve hakkında olumlu şeyler yazıldı.

Levent Bilgi ile en son Nesil Yayınları arasında yayınlanan “Hayat, Risale-i Nur, Bilgelik” adlı kitabı üzerine konuştuk.

Kitabınızın adıyla başlayalım. Neden böyle bir ismi tercih ettiniz?

Hayatı Risale-i Nur ile yaşarsak, başka eserlerde, televizyonlarda, gazetelerde, başka mesleklerde ulaşamayacağımız bir bilgeliğe ulaşmamıza vesile olduğunu vurgulamak için. Risalenin içinde uzun süre bulunanlara (ki Risalelerde de Üstada bu anlamda sorulan bir soru var) nefsin ve şeytanımızın verdiği bir desise var. “Bu Risaleler de diğer kitaplar gibi. Çok öyle bir kemalat da vermiyor.” Bu isim ve bu eserimle bu vesvesenin pratik hayatımızdaki karşılıklarını aradım. Doğrusu bu sorunun içinde bizlere bakan bir dâne-i hakikat olduğunu da düşünüyorum. Risale okumalarımızda o ilk aşkı ve ateşi hayatın zaruretleri, monotonlukları arasında çoğu zaman kaybediyoruz. Risaleye olan muhatabiyetimiz sıradan, günlük basmakalıp okumalardan ve haftalık monotonlaştırılmış derslerden ibaret olunca, yukarıdaki vesvese daha bir besleniyor. Ve zamanla “Risalenin de tüm sırlarını keşfettik, işte her şey bu kadarmış, başka da bir şey yok, hepsi hepsi aynı şeyleri tekrarlayıp duruyoruz işte” anlayışı, açıkça itiraf etmesek bile bizlere hâkim olabiliyor. Burada Risaleler değişmiyor veya onlardan bir şeyler eksilmiyor, ama biz değişiyor, ilk heyecanlarımızı, aşklarımızı kaybediyoruz. Benim öncelikli derdim, bu her iki Risale çalışmamla nefsimdeki  bu ön kabülleri kırmak. Sorgulamak, en azından gündemime taşımak.

Bunun için mi ismin altına “Bir Ezber Bozma Yolculuğu” diye eklediniz?

Evet. Bunu ne kadar yapabildiğimi bilemiyorum. Ama Risale okumalarımızı ciddi sorgulamalara tabi tutmamız gerektiğini düşünüyorum. Her yeni ve güzel başlangıçların da bu sorgulamalar ile olduğu kanaatindeyim. Risale okumalarımızdaki tembelliğimiz ve monotonluklarımızın, bizi Risale ile olması gerektiği gibi bir muhatabiyetten alıkoyduğuna inanıyorum. Sonra da yukarıda ifade ettiğim  “Risalelerin de sırrı bu kadarmış” anlayışının bizi içinden çıkılmaz ve sorgulanamaz bir kaosa, önkabüle ve yerinde saymalara götürüyor.

Peki bu tehlikeden nasıl kurtulabiliriz?

Bir defa bu işin bir aspirini yok. Bunu önce kabul etmeliyiz. İlk yapmamız gereken şey, kendimiz için Risale karşısında bir durum tespitine gitmektir. Benim Risale ile muhatabiyetim ve Onun pratik hayatımda yansımaları nelerdir? Risaleler benim için hâlâ bir başucu kitabı mıdır, yoksa omuzlarımızda taşıdığımız süsler midir? Hepimiz teorilerde çok iyiyiz. Konuşuyor ve nutuklar atıyoruz. Ancak iş pratiğe gelince değişiyor.

Genel bir hastalık galiba?

Hepimizin imtihanı bu. Pratiğe dönüşemeyen, hayatımızı hayatlandırmayan Risale bilgisi bizi sadece şişirir, derinleştirmez. Oysa Risale okumalarımızda asıl, derinleşerek genişlemektir. Yoksa Risale havada kalıyor, omuzlarımızdaki apoletler gibi kalıyor.

Bunun sonucu bizi nereye götürür?

Risaleyi ideolojikleştirmeye. Yaşanmayan Risale bilgisi bizi Said Nursi’nin hiç de ihtiyacı olmayan Said Nursi övgülerine, hakikatleri sloganlaştırmaya, Risale-i Nur jandarmalığına götürüyor.

Yani…?

Yani yaşanmayan Risale, yaşama çabası içinde olmayan kişiyi iki tarz tehlike içine atıyor:
Biri; Risale de hayatımıza fazla bir şey katmıyor veya “işte her şey bu kadar” anlayışından kaynaklanan bir ümitsizlik.
Diğeri; Risaleleri ideolojileştirmek. Onların jandarması olmak. Risaleleri koruma ve kollama görevinin kendimize ait olduğu vehmine kapılmak. Kendi kafa yapımıza göre bir Risale ideolojisi kuruyor ve herkesi de böyle düşünmeye âdeta zorluyoruz. Risalelerin bir takım meselelerini dondurup, kristalleştiriyoruz. Sonra da o konunun tersi olan her düşünceyi yasaklıyoruz. Anayasanın değiştirilemeyen maddeleri gibi kendi yorumumuz olan bazı konuların alternatifleri olabileceğine inanmıyor, aksinin düşünülmesi, konuşulması ve değiştirilmesinin teklif edilmesini dahi yasaklıyor; teşebbüs edenleri daire dışına atmak için elimizden geleni yapıyoruz.

Bunları söylerken belli birilerini mi kastediyor musunuz?

Kesinlikle hayır. Bu mesele bir grup meselesi değildir. Bir zihniyet meselesidir. Ben burada şahıs veya gruplarımızdan bahsetmiyorum. Bir özeleştiri yapmaya çalışıyorum. Niye Kemalistleri, CHP’lileri, AKP’lileri, DP’lileri, MHP’lileri, Orduyu özeleştiri yapmaya çağırıyoruz da biz kendi kendimizi mükemmel, sorgulanamaz, eleştirilemez sanıyoruz? Oysa sorgulanamayan, müsbet eleştirilere kapalı olan, zamanın hakikatlerine ayak uyduramayan her hareket yerinde saymaya hatta küçülmeye mahkûmdur. Bunun en güzel örneğini Said Nursi’nin Risalelerin Latin alfabesine çevrilmesindeki tavrında görüyoruz. Risalelerin Kur’an alfabesini muhafaza gibi bir misyonu olmasına rağmen, Said Nursi zamanın şartlarının farklılaşması karşısında istemeye istemeye bu yeni duruma kapalı kalmaz. Hatta karşısındaki ilk dahili muhalefete rağmen bu yeni şart karşısında direnmez, değişime açık olur. Kendisi “bu sarık bu kafayla beraber çıkar” diyecek kadar sarığını çıkarmaz. Ancak talebelerini sarık sarmaya zorlamaz. Onların takım elbise ve kravatla dolaşmalarına izin verir. Risalelerin mükemmelliğine, Kur’anî olduğuna hepimiz iman etmişiz. Bunda şüphe yok. Problem Risalelerin pratik hayatımızdaki yansımalarında. Biz hakikaten layıkıyla o Risalelere ayna olabilseydik bugün yaklaşık 10 tane Risale grubu olur muydu? Ben bir zihniyeti, Risale-i Nurları İdeolojikleştirme zihniyetini masaya yatırmaya çalışıyor ve hepimizi bu özeleştiriye davet ediyorum.  Zaman zaman ben de bu anlayışın içine düştüğümü de itiraf ediyorum. Dün Mutezile, Cebriye gibi mezhepleri ortaya çıkaran istibdat, bugün de işte şu kadar Risale grubu çıkarmış, bir çok himmetin ayağını sakatlamış,  pek çok kabiliyetli arkadaşımızın da cemaatler dışında kalmalarına yol açmıştır. Bu zihniyet sadece belli bir grubun temsil ettiği bir şey değil, farklı oranlarda gruplarımızdaki azınlık ama tesirli bazı arkadaşlarımızdaki ruh halidir.
(Devam edecek)