Nizamettin MELİKOĞLU

Nizamettin MELİKOĞLU

Risale-i Nur’da Sevr ve Hut hakkındaki Hadislerin tahlilini tenkid edenlere reddiye

Nizamettin Melikoğlu’nun yazısı

Risale-i Nur Kur’an-ı Kerim’in ayetlerini tefsir etmeye çalışan modern bir tefsirdir. Risale-i Nur ayetleri tek tek sırayla veya sebeb-i nüzulüne göre ele alıp tefsir etmez. Genel anlamda Kur’an’da ispatlanmaya çalışılan temel ve stratejik meselelerin üzerinde yoğunlaşır.

Sonra, bu asırda medar-ı tenkit olmuş ayet veya ayetlerin tefsiri mahiyetinde olan hadislerin bahsettikleri hakikatleri de ispatlamaya gayret etmiştir.

Böyle bir metod neden takip edilmiştir sorusunun cevabı, bu asırdaki insanların ve medreselerimizin sosyolojik durumlarıyla çok yakından alakalıdır. Bir medrese ne kadar Kur’an’ın yüksek meseleleriyle yoğunlaşabilmektedir? Medrese müessesesi seküler canipten gelen itiraz, şüphe ve vesveselere ne kadar cevap üretebilmektedir?

Bediüzzaman Said Nursi hazretleri belirlemiş olduğu tefsir metodolojisiyle, bu dönemin insanlarına en kestirme yoldan Kur’an’daki en temel meseleleri/Kur’an’ın ana risalesini/mesajını toplumun bütün tabakalarına ulaştırmayı hedeflemiştir. Bir esnaf veya köylü bir vatandaş ile akademisyen bir hocanın bu eserlerden nasipsiz kalmaması gerekmektedir.

İlk etapta Kur’an’ı baştan sona kadar, sırasıyla belağat ve nazma ait icazi özelliklerini de izah ederek bir tefsir yapmayı planlamışsa da, bu planından daha sonra gelişen ve değişen dünya konjonktürünü de nazar-ı itibare alarak vazgeçmiştir.

Dolayısıyla Risale-i Nur bir manada dirayet tefsiridir, denilebilir. Ancak bu asırdaki insanın fikir dünyasını, fikir dünyasını etkileyen arka plandaki düşünce ekollerini çok başarılı bir şekilde okuması, bu asrın insanının psikolojik ve ilmi frekansını tespit ederek, Kur’ani hakikatleri, eczanedeki ilaçlar mahiyetinde bu asrın fikri pazarında arzederek, insanları bu asrın meçhul labirentlerinden kurtarması açısından bakılırsa, nevi şahsına münhasır bir tefsirdir, denilebilir. Netice itibariyle Risale-i Nur, Kur’an’ı bu asrın insanının anlayış ve idrakiyle buluşturmuştur.

Risale-i Nur’un milyonların imanını kurtaran pek başarılı bir performansı ortada olmasına rağmen, kimi ilmi meslek ve meşreblerin taassubvari itirazlarının hedefi olmaktan kendini kurtaramamıştır. Risale-i Nurda okuduğumuz kadarıyla ilmi tenkid ve eleştirilerden kaçan bir üslubun tersine, ilmi münazaranın edebi dahilinde yapılabilecek her çeşit ilmi tenkit ve öneriye açıktır. Zaten ilmi bir eserden beklenen de bu olmalıdır. Sonra bir yerde, eğer hakikaten ilmi ta’dilatı gerektirecek bir mevzu varsa, bunu ilgili makamlara bildirip onun tashihini istemektir.

Hakikat böyle iken, Risale-i Nur’daki bazı tahlilleri ilmi edebe yakışır tarzda tenkit etmek yerine, ‘İşte buldum’ dercesine cerbezeli bir eda ile Risale-i Nur’a karşı muaraza etmenin ilmi objektiflik prensibiyle yakından uzaktan hiçbir alakası olmadığı gibi, ilmi mahfillerde hiçbir değer taşımayacağını altını çizerek belirtmekte fayda vardır.

‘İşte, size söylediğim sözler hayalin elinde kalsın, mihenge vurunuz. Eğer altın çıktıysa kalbde saklayınız. Bakır çıktıysa, çok gıybeti üstüne ve bedduayı arkasına takınız, bana reddediniz, gönderiniz.‘[1]

Yukarıda Bediüzzaman Said Nursi hazretlerinin daha ilk yazdığı eserlerinde, yazdıklarını bilimsel objektif tenkidlere açık bırakması, ilim erbabının büyük takdiratına mazhar olmuştur.

Konu Risale-i Nurda objektiflik kaidesinin tespiti olursa, bu konuda ilmi bir tezin içini dolduracak kadar malzeme Risale-i Nur‘da mevcuttur. Ancak biz sadece Risale-i Nurdaki bazı tefsir veya tahlillere yapılan cerbezeli saldıralara bir cevap vereceğiz. İddia makamı Abdullah Tekhafızoğlu’nun ‘Risale-i Nur’a eleştirel bir yaklaşım‘ adlı eseridir. Bu eserin 284. sayfasında Bediüzzaman hazretlerinin Muhakemat’ta ve Lem’alar adlı eserlerinde geçen hadis ilmine ait bir rivayetin birbirine çelişkili bir şekilde gösterilmesidir. Bu mesele, bu eserden iktibas edilerek islam-tr.net sitesinde de yayınlanmıştır.

İddia makamı şunu söylüyor; ‚Muhakemat kitabında hadis değildir dediği bir sözü, Lemalar kitabında "sahih hadistir " diyerek anlatmıştır.‘

Elcevab:

Muhakemat adlı eser, Bediüzzaman hazretlerinin 1. Dünya savaşından önce telif etmiş olduğu tefsir usulune dair tefsir mukaddimesidir. Bu eserde İslam tarihi boyunca tefsir çalışmalarındaki temel problemler tespit edilip, bu problemlere yaklaşım ölçüleri tefsir usulü, hadis usulü ve belağat ilmi kaideleri çerçevesinde konulmuştur.

Bu problemlerin en önemlilerinden birisi israiliyat konusudur. Yani bir hadisin sıhhat derecesi tespit edilirken Ehl-i kitaptan nakledilen bir bilgi olup olmadığına bakılır. Şayet bu tespit edilirse bu bilgi karşısında nötr bir vaziyet takınılır. Çünkü Resulullah (s.a.v.) لا تصدقوا أهل الكتاب ولا تكذبوهم وقولوا آمنا بالله    وما أنزل إلينا وما أنزل إليكم ‘Ehli Kitabı ne tasdik edin, ne de tekzib edin, Biz Allah’a iman ettik, ondan bize ve size indirilene iman ettik, deyiniz‘ buyuruyor.[2]

Ehli kitabtan müslüman olan Ka’bu’l-Ahbar gibi yahudi alimlerinin bazı eski bilgileri tefsir ilmine karıştığı ve bu bilgilerin tefsirin kendisinden algılandığı, tarihi bir hakikattir. İşte Muhakemat adlı eserde, tefsirin bir problemi olan İsrailiyat’a neşter vurulurken, konu hadis ilmi ile de alakalı olduğu için, hadis ilminin cerh ve ta’dil bölümüne ait bazı ölçüler konulmaktadır. Cerh ve ta’dil ilmi, ravi ve hadis metni tenkididir. Yani bir hadis, bu tenkid ölçülerinden başarılı bir şekilde geçmedikten sonra uygulama alanına konulmaz.

Uygulama alanı ikiye ayrılır;

1-Akideye ait olan bilgiler

2-İbadetlerle alakalı günlük pratik bilgiler veya tarih, astronomi gibi ilimlerle alakalı bilgilerdir.

İddiacının -tenkit değil- karalamaya çalıştığı mevzu, işte Bediüzzaman hazretlerinin tefsirin israiliyatla alakalı konusunu, Sevr ve Hut ile alakalı hadisler üzerinden masaya yatırma işlemidir. Yani, hadisin ravi ve metnini tenkid işlemidir. Bu rivayet, bu aşamaları başarılı bir şekilde atlatırsa sıhhat damgasını alıp uygulama alanına alınmasına izin verilir. Şayet bazı aşamalardan geçmese hadis değildir, şeklinde kategorize edilmez. Örneğin tevatür şartlarını yerine getiremeyen bir rivayet, akide alanında uygulamaya ihtiyaten ve tedbiren alınmaz. Yani ahad[3] bir hadisle ibadet konusunda amel edilebilir.

Muhakemat'ta üç aşamada sevr ve hut’a dair olan hadis, cerh ve tadil analizine tabi tutulmuştur;

Birinci aşamada ‘Teslim etmiyoruz ki hadistir. Zira; israiliyatın nişanı var deniliyor.’ Burada hadis değildir, denilmiyor. Hemen teslime yanaşmamız hata olur deniyor. Yani ihtiyatlı bir yaklaşım var. Dolayısıyla takdiri olarak cümle şu şekilde formüle edilebilir;

‘Rivayeti ele alır almaz hadis dememiz doğru değildir.’ Yani cümlede takdiren ‘Hemen’ kelimesi gizlidir.  Bu kelimenin orada takdiren bulunduğunu daha sonra gelen cümlelerden anlıyoruz.

Malum olduğu gibi Bediüzzaman hazretlerinin eski eserlerinde muhatab alim tabakadır. Dolayısıyla ilmi konuşmuştur ve kendi ifadesiyle ifadeleri çok veciz ve icazlıdır. Dolayısıyla burada iddiacı, dilbiliminin pragmatik[4] alanındaki hal ve makam unsurlarını gözardı ederek ele almıştır. Yani bir adam bir sözü nerede, ne zaman, hangi makamda söylemiştir, süzgecinden geçirmeden lafı yansıtması kasten çarpıtmaktan başka bir anlam ifade etmez.

Bediüzzaman hazretleri devam ediyor;

‘Saniyen Hadis olsa da zaafı ittisal için yalnız zannı ifade eden ahad’dendir. Akideye dahil olmaz. Zira yakin şarttır’ cümlesi burada hadisi reddetmekten çok, bir analize tabi tutuluşu görüyoruz. Böyle durumlarda azami derecede ihtiyat şarttır. O halde iddia makamı kontekse dikkat etmeden istediği cümleyi çıkarıp, ‘İşte Nursi bunu söylüyor’ diye cerbeze yapıyor.

Kısaca, Bediüzzaman hazretleri burada genel manada bu tür hadislere yaklaşım ölçülerini ortaya koyuyor.

Zaaf-ı ittisal denen husus, hadisin mevkuf olmasıdır. Yani hadis, İbni Abbas ‘Ben Resulullah’tan işittim’ şeklinde bize ulaşmamış, başka bir sahabi veya tabii İbn-i Abbas’tan bunu işittiğini söylüyor. Bu durumda senedinde ravi ile Resulullah (s.a.v.) arasında kopukluk olduğu için mevkuf hadis oluyor ve senedinde zaaf meydana gelmiş oluyor.

Mevkuf hadisin uygulama alanındaki durumu hakkında veya onunla amelin cevazı hakkında hadis alimlerinin görüşü şudur;

Mevkuf hadis peygamberimiz dönemindeki bir uygulamadan bahsediyorsa bu hadis merfu’[5] seviyesine çıkar.

Hz. Aişe validemizden gelen bir rivayette şöyle deniyor; ‘Resulullah (s.a.v.) döneminde hırsızlık konusunda el kesme uygulaması, sadece savaş zırhının çalınması hususunda olmuştur.[6]

Şimdi bu hadis peygamber efendimizin döneminden bahsediyor. Hz. Aişe sahabedir. Bütün sahabiler hadis ilminde adaletli kabul edilirler. Dolayısıyla bu hadis merfu’ seviyesindedir.

Bir de gayba ait bir mesele, bir sahabi tarafından zikredilmişse bu rivayet merfu oluyor. Çünkü sahabinin kendisi gaybı bilemez. Ancak Resulullah (s.a.v.) e vahiy ile bildirilen bir konuyu peygamberimizden dinlemiştir. Onu bize aktarıyordur. Örneğin Ebu Hüreyre (r.a.) ‘Oruç tutan müminlere cennette şöyle bir kasır, saray vardır’ dese, bu gayba ait bir bilgi oluyor. Ebu Hüreyre sahabidir ve adalet sahibidir. Dolayısıyla bu bilgi Resulullah’tan (s.a.v.) alınmıştır. Öyleyse bu rivayet merfu’ hükmünü alıyor.

Sevr ve Hut meselesi de aynen böyledir. Bunlar gayba ait bilgilerdir. Bu bilgiler ancak Resulullah’tan (s.a.v.) aktarılmıştır. İbn-i Abbas sahabidir ve adaletlidir. O halde bu hadis merfu’dur. Üçüncü aşamada yapılacak olan analiz bu konuyu tamamıyla netleştirecektir.

İkinci aşamanın sonuna kadar yaptığımız tahlilde ‘Bu hadis değildir’ Sonucu çıkmadı. Bediüzzaman hazretleri devam ediyor;

‘Salisen: Mütevatir ve kat'iyyü'l-metin olsa da, kat'iyyü'd-delâlet değildir. Eğer istersen, Beşinci Mukaddemeye müracaatla, On Birinci Mukaddemeyle müşavere et! Göreceksin, nasıl hayalât, zahirperestleri havalandırmış, bu hadisi, mahamil-i sahihadan çevirmişlerdir.’

Burada, yani üçüncü aşamada metin tahlili başlıyor. Bu arada şunu da belirtelim ki islam dünyasında bu hadisin reddedilmesi metin tahlilinin doğru yapılamamasındandır. Yani Günümüzün coğrafya ve astronomi bilgileriyle bu hadis yanyana getirildiğinde koca bir tezat ortaya çıkıyor. Tabi Resul-i Ekrem’i böyle bir tezattan muhafaza etmenin en kestirme yolu, hadisi ‘israiliyat’ sepeti içerisine atmaktır. Halbuki biraz sonra da göreceğimiz gibi metin tahlili ve tevili doğru yapıldığında Resul-i Ekrem’in hadislerinde i’caz-ı ilmi parıl parıl parlayacaktır.

Metnin kat’i olması, metinin raviden bize bu şekilde aktarılmasında herhangi bir şüphenin olmamasıdır. Burada sorun olmadığı görüldü. Metnin delaletinin kati olması ise, bu hadisten muradın ne olduğunu doğru/iyi anlamaktır. Bediüzzaman hazretleri bu hadisin üç muhtemel doğru muradını istihrac etmiştir. Birisi ilahiyat ilmi ile, birisi astronomi ilmi ile alakalı, biri de coğrafya ile alakalıdır. Fakat Peygamberimiz döneminde (s.a.v.) insanlara bugünkü şekliyle anlamaları zor olduğu için onlara mecazi tabirlerle bu yüksek hakikatler aktarılmıştır. Bunun tersi de sözkonusu olabilir. Yani belki de o sahabiler, bize Bediüzzaman hazretlerinin aktarmış olduğu şekliyle anlamış olabilirler. Ancak elimizde hadisin sosyal konteksi olmadığı için bunun hakkında net konuşamıyoruz.

Semantik açıdan hadisin üç doğru yorumu kısaca şu şekildedir;

1-Soruyu soran sahabi dünyanın geçimiyle alakalı olarak bir soru sormuşsa, Resulullah (s.a.v.) de, dünyanın geçiminin kırsal kesimde öküzün gücü ile, sahilde yaşayan kesimin geçimini ise balık ile ifade etmiştir.

2-Soruyu soran sahabi dünya bir direk/sütun üzerine durmuyorsa, neyin üzerinde duruyor, diye sormuş olabilir. Çünkü Mekkeli müşrikler dünyanın sütunlarının olduğu inancında idiler. Buna cevaben de nasıl ki her bir nev’e mahsus bir melek varsa –güneşe bakan melek’in adı şems’tir ve timsali de şemse benzer-Dünyaya bakan melek’in adı da Sevr ve Hut’tur. Dolayısıyla Dünya bu melekler tarafından taşınırlar. Resul-i Ekrem’de bu manaya matuf olarak ‘Dünya sevr ve hut üzerindedir’ demiştir. Tabi asıl icra yine Allahu teala’nın elindedir.

3-Soruyu soran sahabi felekiyat ve astronomi ile alakalanan veya o alanda az çok bilgisi olan bir şahıs olarak sormuş olabilir;

Eski felekiyatçılara göre dünyanın yerine güneş geziyordu, her otuz derecede bir burçtan[7] geçiyor. Bu durumda hangi burç üzerinde imişse Peygamberimiz o burcun adını söylemiş olabilir.

Yeni astronomi bilimcilerine göre ise güneşin yerine dünya geziyor. Dünyanın yıllık ekseninde dünya her ay, bir takım yıldızlarının gölgesinde gezdiği için, Resulullah (s.a.v.) ilmi bir i’caz göstererek müstakbel evlatlarının bileceği bir meseleyi ta o zamanda görmüş, göstermiştir.  Yani soru sorulduğunda hangi burçta imişse o burcun adını söylemiştir.

Metinden çıkarılabilecek üç doğru yorumu kısaca Bediüzzaman hazretleri bu şekilde özetlemiştir. Hadisin metninin bu kadar güçlü hakikatleri ihtiva ettiğini gördükten sonra hadise şüpheli yaklaşım, kendi aklını kandırmaya çalışma girişiminden başka bir şey değildir.

Bediüzzaman hazretleri, muhaddislerin bir hadisi tevil ederken göstermiş oldukları metodolojik hassasiyeti göstererek, ilk aşamada hiçbir şey kesinleşmeden bu kesin manada hadistir, diyemiyoruz. Hele murad-ı nebevi budur, kesinlikle denilemez. Ravi ve senet tahlilinden başarılı bir şekilde geçtikten sonra, hadisin uygulama alanı tespit edilir. Üçüncü aşamada ise metin tahlili/semantik ve pragmatik tahlil ve muradı nebevi istihrac edilmeye çalışılır.

Ancak sevr ve huta dair akıl harici tasviratların, israiliyat olması veya temsilat olması veya bazı muhaddislerin kendi tevilleri olmasının muhtemel olduğunu Bediüzzaman hazretleri 14. Lem’anın birinci makamında belirtiyor. Dolayısıyla Muhakemat’ta hadis’e ‘israiliyatın nişanı var.’ dediği husus bu olmalıdır. Yani bu hadisin ana metninde herhangi bir sorun yok, ancak daha sonra muhaddisler tarafından yapılan bir yorum israiliyattan eklenmiş olabilir veya hadisin kendi metnindeki bir temsil israiliyat olarak anlaşılmış olabilir. Tabi metodoloji ilminin prensipleri her hadis’e eşit bir şekilde tatbik edildiği için, birinci aşamada ihtiyatlı bir yaklaşım sergilenmesi ilim ve hikmetin muktezasıdır.

هدينا الله واياهم الي صراط مستقيم                                             

 

[1] Münazarat/İlk dönem Eserleri, s. 459.

[2] Sahihi Buhari, hadis no: 6928.

[3] Ahad hadis: Tevatür derecesine ulaşmayan hadistir. Zannı ifade eder. Ameli konularda İslam alimleri bu hadis türünden istifade etmişlerdir. Ali Katamış, Mustalahu’l-İlmi’l-Hadis, s. 100.

[4] Pragmatik: Bir ifadenin bağlamı/konteksti gözününe alınarak teksti inceleyen bilim dalıdır. Makam/situvasyon, zaman ve mekan unsurlarını inceler.

[5] Merfu hadis, sened açısından Peygamberimiz ile ravi arasında kopukluk olmamasıdır. Ali Katamış, Mustalahu’l-İlmi’l-Hadis, s. 90.

[6] Ali Katamış, Mustalahu’l-İlmi’l-Hadis, s. 93.

[7] Burç: Yıldızlar kümesinin aralarında çıkan geometrik figürlerin adları. Aslan, kova, balık gibi..

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
10 Yorum