Bediüzzaman’dan Kürtlere Yüz Yıllık Hitap

Nevzat Eminoğlu’nun yazısı
Muş Alparslan Üniversitesi Kürt Dili ve Edebiyatı-Hukuk Öğretim Görevlisi
[email protected]

Divan-i Harb-i Örfî adlı kıymetli eserinin sonunda “Ebna-yi cinsime de (soydaşlarıma da) burada birkaç söz söylemezsem bence bahis natamam(eksik) kalır” diyen Üstad Nursî’nin yine doğrudan doğruya soydaşlarını kendi dilleri ile muhatap aldığı bu muhteşem bir manifesto değerindeki hitabesini, vefatının 61. sene-i devriyesi münasebeti ile paylaşıyor ve kendisini rahmet ve minnetle anıyoruz.

Bediüzzaman’ın tam 113 yıl önce bizzat kendi öz be öz Kürtçesi ile yazdığı bir hitabeyi paylaşacağız Türkçe tercümesi ile beraber. Üstad Bediüzzaman Said-i Nursî ülkemizin yetiştirdiği; mücadele, fikir ve eserleri ile çağımızı etkileyen bir alim ve mütefekkirdir. 50’ye yakın dünya diline çevrilmiş olan eserlerini Arapça, Türkçe ve Kürtçe olarak kaleme almıştır.

Mesela, yazdığı eser külliyatı olan Risale-i Nur’lar içinde orijinal bir tefsir örneği olan Îşarat’ül-Îcaz kitabının aslı Kürtçedir. Onun Tarihçe-i Hayatı’nı yazan ünlü talebesi Müküslü Hamza[1] bu kitabın ilk yazılışından bahsederken şöyle der:

“Hazreti Üstad Kelam-ı Kadim’i eline alıp Kürtçe anlatırdı. Hiç kitaba ve ya tefsire bakmazdı. Arkadaşlarımızdan Molla Habib namında bir efendi Kürtçe not tutardı. Bu gün Evkaf Matbaasında basımını gerçekleştirmeye çalıştığımız bu Îşarat’ül-Îcaz kitabının kaynağı, Harb-i Umumide Harp cephesinde kaydedilen o notlardır”[2] Yine Kürt aşiretleri ile gerçekleştirdiği diyaloglar neticesinde kaleme aldığı Münazarat adlı eserinin de aslı Kürtçedir. Bediüzzaman, Kürtçe el yazma/destxet olan bu iki kitap nüshalarını İstanbul’da matbaada basacağı zaman, mekan ve şartlar gereği Arapçaya, daha sonra da Türkçeye çevirerek yayınlar. Münazarat kitabının “İfade-i Meram” adlı önsözünde “Ben Kürtçe düşünürüm Arapça ve Türkçe yazarım” demesi kanaatimizce bundan dolayıdır.[3]

Ayrıca kaynaklarda Van hayatı döneminde bir Matematik kitabı da yazdığı belirtilmektedir. Kanaatimizce ve bazı şifahi rivayetlere göre bu kitabı da Kürtçedir. Zira 1900’lü yılların başına denk gelen bu dönemde Bediüzzaman henüz kitap yazacak kadar Türkçe bilmemekte ve mekan ve şartlar gereği de Kürtçe ile yazmış olma ihtimali yüksektir.[4] Bu eserlerin Kürtçe asılları olan el yazma nüshalar 1. Dünya Savaşı ve sonrasındaki muhaceret ortamında kaybolmuştur. İnşallah bunlar da bir gün arşiv ve ya kütüphanelerde bulunur, kim bilir.

Ama bereketli kaleminden çıkan ve günümüze kadar gelmeyi başarmış bir Kürtçe yazısı var ki bence bir cilt kitaba bedel. Belki daha fazla.. 1908’de İstanbul’da yayınlanan “Kürt Teavün ve Terakki Gazetesi / Kürt Yardımlaşma ve İlerleme Gazetesi” inde çıkan bu yazıda Nursi, Kürtlerin dert ve dermanlarını/temel sorunlarını ve bunlara karşı önerdiği çözüm, yol ve yöntemleri, oldukça veciz bir şekilde, akıcı ve anlaşılır bir Kürtçe ile dile getirmiştir. “Ey Kürtler” hitabı ile başlayan bu sesleniş, adeta bir manifestodur. Kürt toplumunu muhatap alan tarihi bir bildirge ve yol gösterici bir bildiri metnidir. Hala güncel ve geçerliliğini koruyan bu metin, Kürtlerin ihtişamlı tarih ve medeniyetlerinin dinamiklerine işaret ederek, buna yaraşır parlak bir geleceğin/Rönesansın inşasına yönelik olarak medeni, makul ve meşru metotlar göstermekte, yol haritası sunmaktadır.

“Bu kadar değerli ve Kürtler için hayati derecede önemli olan bu manifesto, bu hitabe nasıl oldu da bu güne kadar gizli kaldı ve kamuoyundan saklanabildi?” şeklinde haklı bir soru akla gelmektedir. Bunun cevabı olarak iki nedenden söz edilebilir kanaatimizce. Birincisi Kürtçeye ve Kürt kimliğine dair en küçük bir ses ve nefese dahi hayat hakkı tanımayan eski Türkiye anlayışından kaynaklı baskı ortamı. Öyle ki Üstad Bediüzzaman’ın tüm eski makale ve kitaplarını ihtiva eden Asar-i Bediiyye” kitabına dahi bu hitabe orijinal Kürtçe hali ile konulamamıştır. Ağır ve anlaşılmaz bir Osmanlı Türkçesine çevrilerek yerleştirilmişti.[5] Bu da bu metnin anlaşılmasını ve yayılmasını geciktiren bir etken oldu. İkinci neden olarak ta Kürtler adına 1960’lı yıllardan itibaren ortaya çıkan hareketlerin kendi toplumuna//tarihine yabancılaşmış, oryantalist bir modernizme dayanan yaklaşımları ve kendini inşayı değil karşıyı yıkmayı esas alan menfi/negatif söylemlere dayalı tarzları zikredilebilir.

Avrupa’nın refah ve medeniyet yıldızı sayılan modern Finlandiya’nın manevi mimarı kabul edilen ve Gregory Petrov’un “Beyaz Zambaklar Ülkesi”inde somutlaşan eğitim ve sivil girişim örneğine benzer ve bunun çağdaşı bir çağrı ve girişim örneğidir Bediüzzaman’ın bu mesajı aslında. Merkezi Van’da olmak üzere değişik bölümlerinin Bitlis ve Diyarbakır’da kurulması planlanan ve Arapça, Kürtçe ve Türkçe eğitim ön gören Medrset’üz-Zehra/Zehra Üniversitesi projesiyle pratik alt yapısı da oluşturulan bu mesaj ve manifestonun sesi, görünüşte birbirine zıt, hakikatte birbirini doğuran ve besleyen bu iki militarist anlayışça duyulmaz hale getirildi denilebilir.

Hal-i hazırda Kürtler adına ortaya çıkmış olan hareketlerde mücadele yöntemi olarak sürdürülen şiddetin ve şiddet vesayetinin kriz yaşadığı ve bir asra varan ümit, güç ve enerjinin heba edildiği günümüz vasatında, bu hitabenin/manifestonun sivil, medeni ve insani mesajına ihtiyaç daha bir artmış durumdadır. Bu nedenle hala geç kalınmış sayılmaz. Bence bu hitabeyi her Kürt evladı çerçeveletip evine asmalı; sabah/akşam bakıp dersini almalıdır. Gençlerin bunu ezberlemesi gerekir. Gerçi Nûbihar Dergisinin bu şeklinde hazırladığı bu hitabeyi bazı evlerin duvarlarında görmüştüm. Bu metinde önerilen çalışmaların toplumun geneline yayılarak bir var olma biçimine ve hayat tarzına dönüşmesi lazım ve elzemdir kanaatimizce. Fazla uzatmadan sözü Said-i Kurdî/Nursî’nin tatlı/şirin Kürtçesine ve Türkçe tercümesine bırakalım:

Ey Gelî Kurdan!

Îttîfaqê de quwet, îttihadê de heyat, di biratîyê de seadet, hukûmetê de selamet heye. Kapika îttihadê û şirîta muhebbetê qewî bigrin, da we ji belayê xilas ke.

Qenc guhê xwe bidinê, ez ê tiştekî ji we re bibêjim:

Hûn bizanin ku sê cewherê me hene; hifza xwe ji me dixwazin.

Yek İslâmiyet: Ku hezar hezar xûna şehîdan, buhayê wê dane.

Ê duduyan Însaniyet: Ku lazim e em xwe nezera xelqê de, bi xizmeta eqlî, ciwanmêranî û însaniyetî, xwe nîşanî dunê bidîn.

Ê sisîyan Millîyeta me ye: Ku meziyetê da me; ê berê ku bi qencîyê xwe sax in, em bi karê xwe, bi hifza millîyeta xwe, ruhê wan qebra wan de şad bikîn.

Piştî wê, sê dijminê me hene, me xerab dikin:

Yek feqîrtî ye: Çil hezar hemmalê Îstenbolê delîlê wê ye.

Ê duduyan cehalet û bêxwendinî: Ku hezar ji me da yek "qazete" nikarin bixwînin, delîla wê ye.

Ê sisîyan dijminî û îxtilaf e: Ku ev edawet, quweta me wunda dike, me jî musteheqê “terbîyê” dike û hukûmet jî ji bêînsafîya xwe zulm li me dikir.

Ku we ev seh kir, bizanin çara me ev e ku: Em sê şûrê elmas bi dest xwe bigrîn. Ta ku em her sê cewherê xwe ji dest xwe nekîn û her sê dijminê xwe ser xwe rakîn.Û şûrê ewil: Mearîf û xwendin e.

Ê duduyan: Îttifaq û muhebbeta millî ye.

Ê sisîyan: Însanê bi nefsa xwe şuxla xwe bike û mîna sefîlan ji qudreta xelkê hêvî neke û pişta xwe nedetê.

Û wesîyeta paşî: Xwendin, xwendin, xwendin... Desthev girtin, desthev girtin, desthev girtin... Mela Seid”[6]

***

Bediüzzaman’ın Kürtlere olan bu seslenişini şu şekilde Türkçeye çevirebiliriz:

’Ey Kürtler!

Birlikte kuvvet, beraberlikte hayat, kardeşlikte saadet, hükümette (düzen/hukukta) selamet vardır. Birlik bağını ve muhabbet/sevgi ipini sağlam tutunuz. Ta ki sizi belalardan kurtarsın. İyice dinleyiniz, size bir şey söyleyeceğim:

Biliniz ki, üç temel değerimiz vardır; kendilerini korumamızı, bizlerden istemektedirler.

Birincisi: İslamiyet’tir ki binlerce şehidin kanı bedel verilmiştir.

İkincisi: İnsaniyettir ki dünya/alem (uluslar arası toplum) nazarında (değer biçilen) ilmi/fikri çalışmalarla, fazilet ve insaniyetimizle kendimizi dünyaya göstermeliyiz/kabul ettirmeliyiz.

Üçüncüsü: Milli kimliğimidir ki bizim onurumuzdur. Bizler, (bu alandaki) çalışmalarımızla ve milli kimliğimizi/kültürümüzü koruyarak, (tarihten bizlere bıraktıkları bu miras) iyilikleri ile var olan/yaşayan ecdadımızın ruhlarını kabirlerinde şad etmeliyiz/bizimle gurur duymalarını sağlamalıyız.

Üç düşmanımız da vardır ki bizi mahvediyorlar:

Biri, fakirliktir: İstanbul’daki kırk bin hamal(Kürt) bunun delilidir.

İkincisi, cehalet ve eğitimsizliktir: Bizde binde bir kişinin bile gazete okuyamaması, bunun göstergesidir.

Üçüncüsü: Kendi aramızdaki düşmanlıklar ve ihtilaflar/ayrılıklardır. Bu düşmanlık gücümüzü kırmakta/enerjimizi tüketmektedir. Bizi “terbiye(adam/itlaf) edilmeyi” hak eden (haşereler/başıbozuklar) durumuna düşürüyor. Hükümet /Devlet de insafsızlığından bize zulmediyordu.

Bunları anladıysanız eğer, biliniz ki çaremiz şudur: Bizler bu üç değerimizi yitirmemek ve bu üç düşmanı başımızdan defetmek için, şu üç kılıcı kuşanmalıyız.

Birinci Kılıç: Eğitim ve okumak.

İkincisi: Birlik olmak ve milli kimlik bilincine/sevgisine sahip olmak.

Üçüncüsü: Özgüven sahibi bir kişilikle/öz gücüne dayanarak girişimci bir anlayışla hareket etmek, sefiller/asalaklar gibi başkalara dayanmamak ve umudunu bağlamamak.

Ve son vasiyet:

Okumak, okumak, okumak!..

El ele vermek, el ele vermek, el ele vermek!..

***

Bediüzzaman Said–i Nursî’nin bizzat kendi Kürtçesi ile Kürt Teavün ve Terakki Gazetesinde yazdığı ve Gazete editörünün “Bediüzzaman Seîdê Kurdî’nin Nesayihi (Nasihatı)” üst başlığı ile sunduğu bu hitabenin bulunduğu sayfanın orijinalini sunuyoruz (Kaynak: İstanbul Süleymaniye Kütüphanesi Arşivi):

osmanlica-001.jpg

Kaynakça:

[1] (1918’de İstanbul’da “Jîn/Hayat” adıyla Kürtçe bir dergi çıkarıp aynı zamanda Ahmed-i Hanî’nin Kürtçe Mesnevisi “Mem û Zîn” i ilk defa matbaada basımını gerçekleştiren ve Hemzeyê Miksî adıyla Kürt Basın Tarihinde kendisinden sıkça bahsedilen Müküslü Hamza, Van’da Horhor Medresesinde Bediüzzaman’ın gözde talebelerindendir. Bu çalışma ve hizmetlerinden dolayı yeni Cumhuriyetin hışmına uğradı. Dönemin tüm farklı kimlik, inanç ve düşünce sahipleri gibi. Vefatına kadar Suriye’de sürgünde yaşadı.) Veysel Aydeniz, “Eski Said’in Ehemniyetli Bir Talebesi. Hamza”, Nubihar Yayınları, İstanbul 2010, s. 34.

2 B. Said-i Nursi, Asar-i Bediiyye, Envar Neşriyat, İstanbul 2009, s. 693.

3- B. Said-i Nursi, Asar-i Bediiyye, Envar Neşriyat, İstanbul 2009, s. 302.

4 B. Said-i Nursi, Bediüzzaman’ın Tarihçe-i Hayatı, Envar Neşriyat, İstanbul 2007, s.35; Abdurrahman Nursi, Bediüzzaman’ın Tarihçe-i Hayatı, Nubihar Yayınları, İstanbul, s. 43.

5. B. Said-i Nursi, Asar-i Bediiyye, Envar Neşriyat, İstanbul 2009, s. 485.

6. Kürt Teavün ve Terakki Gazetesi, Say: 1, Sayfa: 7, 22 Teşrin-i Sani 1324, (5 Kanun 1908)

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
5 Yorum