Bediüzzaman ve siyaset

Bediüzzzaman Hazretlerinin siyasetle ilişkisi daha genç yaşlarda başlar.

 

SİYASETTE MUKTESİT MESLEK

 

İlk olarak Mardin’de rast geldiği bir siyasetçiden muktesit mesleğini öğrenir. Yani siyasette iktisatlı olmak, bir diğer ifade ile ifrat ve tefritten uzak durmak. Vasat gitmek, bugünkü tabirle aşırılıklardan kaçınmak...

 

Bunu şu sözleri ile dile getiriyor. “İnkılâptan on altı sene evvel, Mardin cihetlerinde, beni hakka irşad eden bir zata rast geldim. Siyasetteki muktesit mesleği bana gösterdi.” (Beyanat ve Tenvirler sh. 105) diyor ve bu meslekteki ifrat ve tefriti de şöyle anlatıyor. “Dinde hassas muhakeme-i akliyede noksan” tabirine mazhar insanların siyasete yaklaşımını ehl-i ifrat diye niteliyor. Kanun yapanları dahi dalalette gören bir anlayış…

 

Ehl-i Tefrit-i ise; dini bilmeyen ama dini meselelerde ahkam kesen ve dine karşı olan, bir diğer ifade ile laikliği dinsizlik olarak anlayan bir anlayışın mensuplarına da ehl-i tefrit diyor.

 

Bu iki anlayıştan uzak durmuştur. İktidarın iyi taraflarını alkışlayan ve iyiliğe teşvik eden, ama kötü yönlerini de göstermeye çalışan ve ondan vazgeçirmek için teşvik eden bir anlayış.

 

HÜRRİYET HAKKINDAKİ GÖRÜŞLERİ

 

Yine aynı dönemde “Kemal’in "Rüya"sıyla uyandım” dediği bir olay var. Namık Kemal “Rüya” isimli makalesinde hürriyeti anlatmaktadır.

 

Özetle bu makalesinde: Namık Kemal bir rüya görür. Bu rüyasında semadan bir güzel kadın iner ve insanlığa seslenir. Müslümanların başına vura vura çalışmaya ve gayrete davet eder.

 

Haklarına sahip çıkmalarını ve zalime boyun eğmemelerini istemektedir. Ayrıca bu çalışmaların neticesinde meydana gelmiş ve hürriyetine kavuşmuş bir ülkeyi rüyasında görür o ülke çok çok mamur olmuş, her şey mükemmel yürümektedir, mahkemeler adaletle hükmetmektedir, şehirler pırıl pırıldır, geniş caddeler açılmıştır, adeta insanlar cennette yaşamaktadırlar.

 

İşte Üstad bu makale sayesinde “hürriyetin” ne denli değerli bir rejim olduğunu fark eder. Ve kendisi bundan sonra “hürriyeti” savunmaya başlar. Ama Avrupalıların yanlış mana verdikleri hürriyeti değil belki İslam’ın insanlığa sunduğu gerçek hürriyeti anlatır.

 

Hürriyeti şöyle tarif etmektedir. ”Hürriyetin şeni odur ki, ne nefsine, ne gayrıya zararı dokunmasın.” (Münazarat sh. 55)  Üstad’a has olan bu tarif Müslümanların önünü açmış hürriyeti kötü tefsir edenlerin planlarını akim bırakmıştır.

 

“Hürriyet Rahmân’ın ihsânıdır, zira o îmânın bir hassasıdır” (Münazarat sh. 59) demiştir. Geniş izah ve açıklamaları var. İlgili yerlere bakılabilir.

 

SİYASETİN DİNE HİZMETKAR EDİLMESİ

 

Bediüzzaman Hazretleri Eski Said döneminde aktif olarak siyasetin içindedir. Hemen hemen siyasi denecek her olayda var. Her fırsatı değerlendiriyor. Makaleler neşrediyor, camilerde vaazlar veriyor, miting meydanlarında konuşmalar yapıyor, hatta organize olmuş gurupların meclislerine giderek onlara hürriyet ve meşrutiyet hakkında fikirlerini anlatıyor. Telgraflarla aşiretleri uyarmaya çalışıyor vs.

 

Özetle çok aktif bir kişi olarak her yerde var. Kendisi bu dönemini değerlendirirken şunları söylüyor.

 

“Siyaset yoluyla dine hizmet hissini taşıyordum.” (Şalar sh. 426) Bu ifadesinden anlıyoruz ki, kendisi siyaseti dine hizmet etmek için yapmıştır. Dolayısıyla siyasete girmek isteyenler için önemli bir ölçü koymuş olmaktadır. Dini siyasete hizmetkâr etmek için siyasete girmek

 

Nitekim 50’den sonraki yıllarda siyasete temas eden mektuplarına baktığımızda yine aynı anlayışın devam ettiğini görüyoruz.

 

Bu mektupların hemen hepsinde dinin lehinde yasaların çıkarılması yönünde telkinleri var.

 

DİNCE MUKADDES SAYILAN DEĞERLERİN SİYASETE ALET EDİLMEMESİ

 

Aktif olarak siyasetin içinde olduğu bu dönemde yine bir hadise ile karşılaşır. Ve bu hadise ile siyasete girmek isteyenleri çok önemli bir konuda uyarmaktadır.

 

O da şudur; dince mukaddes sayılan şeylerin siyasette kullanılmamasıdır. Nitekim o günlerde bir cemiyet kurulmuştur ismi de İttihad-ı Muhammedi Cemiyeti’dir.

 

Bunu duyduğunda bu şekilde umuma mal olmuş bir mukaddes ismin bir cemiyete veya bir partiye, bir derneğe tahsis edilmesinin gayet yanlış olduğunu düşünerek onları uyarmıştır.

 

Kendi ifadeleriyle olayı okursak, “İşittim, İttihad-ı Muhammedî (a.s.m.) namıyla bir cemiyet teşekkül etmiş. Nihayet derecede korktum ki, bu ism-i mübarekin altında bazılarının bir yanlış hareketi meydana gelsin.” (Tarihçe-i Hayat sh. 58)

 

Yani özetle bu gibi isimlerin siyasette kullanılmasına karşı çıkmış hatta o gün bu ismi değiştiremeyeceğini anlayınca cemiyetin tüzüğünü değiştirme cihetine gitmiştir. En az zararla işi düzeltmeye çalışmıştır.

 

TARAFGİR SİYASET VE ŞEYTANDAN İSTİAZE EDER GİBİ SİYASETTEN KAÇMA

 

Bediüzzaman Hazretleri Eski Said döneminde bu şekilde aktif siyasetin içindeyken çok önemli bazı olaylarla karşılaşır. Bunlardan biri onu siyaseti terk etmeye kadar götürür.

 

O da şudur: “Bir zaman, bu garazkârâne tarafgirlik neticesi olarak gördüm ki, mütedeyyin bir ehl-i ilim, fikr-i siyasîsine muhâlif bir âlim-i salihi, tekfir derecesinde tezyif etti. Ve kendi fikrinde olan bir münafığı, hürmetkârâne medhetti. İşte, siyasetin bu fena neticelerinden ürktüm, “Euzubillahimineşşeytani ve-s siyaseti” (Şeytandan ve siyasetten Allah’a sığınırım)  dedim, o zamandan beri hayat-ı siyasiyeden çekildim.” (Mektubat sh. 258) diyor.

 

Burada yine siyasete gireceklere güzel bir ölçü var. O da tarafgir siyaset yapmamalarıdır. Yani kendilerine taraf oldu diye bir kısım kötü insanları övmemeleri veya karşı tarafta yer almış mübarek insanları kötülememeleridir.

 

Bu gibi hadiselere zaman zaman bugün de rastlıyoruz. Kendi partisine taraftar olan kötü bir insanı öven ama kendisine muhalif dindar ve mütedeyyin insanları kötüleyen ve delalette olduklarını savunan kişilerle karşılaşabiliyoruz.

 

BU ADAMLA SİYASETLE BAŞEDİLMEZ

 

Bediüzzaman’ı siyasetten uzaklaştıran ikinci bir neden daha var.

 

Yine kendi ifadeleri ile anlatırsak,

 

“Bir zaman sonra Mustafa Kemal iki defa şifre ile Van vilâyetinin eski valisi ve benim dostum Tahsin Beyin vasıtasıyla beni, neşredilen Hutuvât-ı Sitte’ye mükâfaten taltif için Ankara’ya celb etti, gittim. Şeyh Sinusî Kürtçe lisanı bilmediğinden, beni onun yerinde üç yüz lira maaşla vilâyât-ı şarkıye vâiz-i umumîsi, hem meb’us, hem Diyanet Riyaseti dairesinde, Dârü’l-Hikmet âzâlarıyla beraber, eski vazifemle memnun etmek ve benim Van’da temelini attığım Medresetü’z-Zehrâ ve şark dârülfünunuma Sultan Reşad’ın verdiği on dokuz bin altın lira, iki yüz mebus içinde yüz altmış üç mebusun imzasıyla yüz elli bin banknota iblâğ edilerek kabul edildiği halde, ben Beşinci Şua aslının verdiği haberin bir kısmını, orada bir adamda gördüm. Mecburiyetle o çok ehemmiyetli vazifeleri bıraktım. Ve "Bu adamla başa çıkılmaz, mukabele edilmez" diye, dünyayı ve siyaseti ve hayat-ı içtimaiyeyi terk edip yalnız imanı kurtarmak yolunda vaktimi sarf ettim.” (Şualar sh. 314) diyor.

 

Bu mesele uzundur. Geniş izah gerektirir. Ancak sanırım bu kadarla iktifa edersek daha iyi olur. Merak edenler Risale-i Nur’da ilgili yerlere bakarak meseleyi öğrenebilirler.

 

REJİMLERİN LAİK CUMHURİYETE DÖNMESİ

 

Bediüzzaman Hazretlerini siyasetten uzak durmaya iten bir başka neden ise bir ayet-i kerimenin bu asra bakan yönünü tespit etmesidir.

 

O da şudur. Yine kendi ifadesiyle verirsek,

 

“bu âyetler her asra baktığı gibi mânâ-yı işârî ile bizimle de konuşuyor kanaatim geldi.
Evet, evvelâ başta
لاٰ اِكْرَاهَ فِى (الدِّينِ قَدْ تَبَيَّنَ الرُّشْدُ)cümlesi, makam-ı cifrî ve ebcedî ile bin üç yüz elli (1934) tarihine parmak basar ve mânâ-yı işârî ile der: Gerçi o tarihte, dini, dünyadan tefrik ile dinde ikraha ve icbara ve mücahede-i diniyeye ve din için silâhla cihada muarız olan hürriyet-i vicdan, hükümetlerde bir kanun-u esasî, bir düstur-u siyasî oluyor ve hükümet, lâik cumhuriyete döner. Fakat ona mukabil mânevî bir cihad-ı dinî, iman-ı tahkikî kılıcıyla olacak. Çünkü, dindeki rüşd-ü irşad ve hak ve hakikati gözlere gösterecek derecede kuvvetli bürhanları izhar edip tebyin ve tebeyyün eden bir nur Kur’ân’dan çıkacak diye haber verip bir lem’a-i i’caz gösterir.
Hem, tâ
خَالِدُونَ kelimesine kadar, Risale-i Nur’daki bütün muvazenelerin aslı, menbaı olarak aynen o muvazeneler gibi mükerreren nur ve zulümat ve iman ve karanlıkları karşılaştırmasıyla gizli bir emaredir ki, o tarihte bulunan cihad-ı mânevî mübarezesinde büyük bir kahraman "Nur" namında Risale-i Nur’dur ki, dinde bulunan yüzer tılsımları keşfeden onun mânevî elmas kılıcı, maddî kılıçlara ihtiyaç bırakmıyor.” (Şualar sh. 243)

 

Başta ayet-i kerime sonra da hadis-i şerif bu dönemden sonra aktif siyaseti bırakmasını emrediyor. O da bu dönemden sonra Yani 2. Said dönemine geçince bırakıyor.

 

Demek ki, Üstadımızın Eski Said döneminde siyasetle dine hizmet etmesi ile ilgili durumu, gerek hadis-i şerife gerekse Kur’anın bu ayetine ters düşmüyor. Zira her ikisinin de tarihleri Eski Said’i terk ettiği döneme rastlıyor.

 

Ayet-i Kerime 1930’lu yılları gösterirken, Hadis-i Şerif bir adamı işaret ediyor. O adamla da tanışması ve O’nu tanıması ise 20’li yıllara tekabül ediyor.

 

SİYASETTEN ÇEKİLDİ AMA REJİME MUHALİF TAVRINI DEVAM ETTİRDİ

 

Bediüzzaman Hazretleri her ne kadar “Hem on ihtimalden bir iki ihtimale binaen günahlara girmek, masumları günaha atmak vicdanım kabul etmiyor diye, Eski Said, sigara ile beraber gazeteleri ve siyaseti ve sohbet-i dünyeviye-i siyasiyeyi terk etti” (Mektubat sh. 65) diyorsa da gerçekte rejime karşı tek başına mücadele ettiğini de görmek gerekiyor.

 

Zaten o dönemde fiilen siyasete girmek mümkün değil kanunlar ve rejim buna müsaade etmiyor.  Tek partinin hükümran olduğu bir dönem...

 

Ama bu durum susmayı da gerektirmiyor. En azından Bediüzzaman için “Ekmeksiz yaşarım hürriyetsiz yaşayamam” diyen bir insan için.

 

O nedenle o dönemi derin bir tetkik ile incelediğimizde en ufak bir kıpırdanmayı değerlendirdiğini görüyoruz. Kendi fikirlerini açık ve net bir şekilde söylüyor. Ve en küçük bir muhalefete de demokratik kurallar içinde destek veriyor.

 

Hatta o zamanın iktidar partisine mensup yetkililer içinde vicdanlı olanlarına mektuplar yazarak rejimin sert geçmesini önlemeye ve İslam’ın aleyhine dönmesine müsaade etmemeye çalıştığını görüyoruz. Veya şiddetlenmesini tadil etmeye çalıştığını müşahade ediyoruz.

 

ÇOK PARTİLİ DÖNEM VE BEDİÜZZAMANIN TAVRI

 

Çok partili döneme geçildiğinde yine Bediüzzaman Hazretlerinin aktif bir şekilde siyasete müdahale ettiğini görüyoruz.

 

Bu dönemde de yine “siyaseti dine hizmetkar etme” çabaları var.

 

Çünkü birileri uzun zaman siyaseti dinsizliğe alet etmiştir ve etmeye de devam etmektedir.

 

“Otuz beş senedir ki siyaseti bırakmıştım ve Nurculara da "Bırakınız!" diyordum sebebi, siyaset ihlası kırar. Fakat şimdi hissettim ki, bazı münafıklar dindarları perde yapıp dini siyasete alet; sonra da siyaseti dinsizliğe alet etmeye çalıştıklarından safdil dindarların hatırı için bir-iki defa siyasete baktım” (Beyanat ve Tenvirler sh. 201) diyerek bu meseleye ışık tutuyor.

 

Burada iki nokta var:

 

Biri, siyaseti dinsizliğe alet etmeye çalışan güçlü bir iktidar var. Ona karşı durmak gerekiyor. Çünkü din aleyhinde birçok kanun yapılmaktadır. Bunun engellenmesi lazımdır.

 

İkincisi, yanlış basan safdil dindarların durumu söz konusu onların yanlış yapmamaları için yol göstermek gerekir.

 

Bu iki nedenden dolayı Üstad tekrar siyasete bakar, ancak görür ki, Risale-i Nurda bu meseleye ışık tutacak çok hadise var. Ve geçmişte yaşanmış çok olay Nur Talebelerine yol gösterecek mahiyettedir. O nedenle “Fakat Risale-i Nur benim bedelime konuşuyor dedim, yüzümü çevirdim” (Beyanat ve Tenvirler sh. 202) diyerek bu işi ilgi duyan Nur Talebelerine bırakıyor.

 

Buna rağmen baskının gevşediği Halk Partisinin son dönemlerinde Parti Katib-i Umumisine (Genel Sekreterine) yazdığı mektuplarda onların “Anane-i İslam’a” sahip çıkmalarını istiyor. Siyaset yoluyla İslam’i gelenekleri tekrar ihya etmelerini, aksi takdirde çok partili dönemde kaybedeceklerini söylüyor.

 

Kendi ifadelerinden okuyalım,

 

“Eski dahiliye vekili, şimdi parti katib-i umumisi Hilmi Bey,

“Size karşı elbette çok cihetlerde dahili ve harici muarızlar var. Ben dünya ve siyasetin haline bakmadığım için bilemiyorum. Fakat beni bu senede çok sıkıştırdıkları için mecburiyetle sebebine baktım ki, size karşı bir muarız çıkmış. Eğer o muarız mükemmel bir reis bulup hakaik-i imaniye namına çıksaydı, birden sizi mağlup ederdi. Çünkü bu milletin yüzde doksanı, bin seneden beri an ane-i İslamiye ile, ruh ve kalble bağlanmış. Zahiren muhalif, fıtratındaki emre itaat cihetiyle serfüru etse de, kalben bağlanmaz.” (Emirdağ L. Sh. 191)

 

Ve hakikaten yaptığı tavsiyelere uymayan Halk Partisi Üstadın dediği gibi bir reis bularak muhalefet bayrağı açan demokratlar “anane-i İslamı” savundukları için onlara galebe çalmış ve iktidarı bir daha geri vermemek üzere ellerinden almıştır.

 

Burada Bediüzzaman hazretlerinin parti farkı gözetmediği anlaşılıyor. Kim dine ve dince mukaddes sayılan şeylere sahip çıkarsa ona destek vereceğini belirtiyor. Hatta kendisine 28 sene eza ve cefa çektiren Halk Partisi de olsa yol göstermekten geri kalmıyor.

 

DÖRT PARTİ DÖNEMİ

 

Üçüncü Said dönemine gelindiğinde artık Türkiye’de dört parti vardır. Ve dört parti aslında dört zihniyeti taşımaktadır.

 

Yukarıdaki ölçüler dâhilinde bu partilere baktığımızda üzeri çizilmesi gereken partiler bellidir.

 

Ehl-i ifrat gidenler çizilmelidir. Yani dini siyasete alet edecek olan ve hiçbir sistemi beğenmeyen dinde hassas muhakeme-i akliyede noksan bir kısım siyasiler.

 

Ehl-i tafrit de çizilmelidir, yani dini geri kalmışlığımızın nedeni gören ve Avrupa’nın dinsiz felsefesinin ürettiği sistemleri savunan akımları veya partileri.

 

Ve zaten ırkçılık manasındaki siyasileri çizmek gerekiyor.

 

Geriye kalan ki, eskiden beri hürriyeti savunan, demokrasinin gelmesini isteyen, vatanperver insanlardan ve dindarlardan oluşan ve gerçekte dine ve dindarlara yardımcı olacak olan kesimi desteklemek ve onların dine hizmet etmelerini sağlamaktır.

 

Bu kesimin desteklenmesini isterken şu gerekçeleri de söylemekten geri kalmıyor.

 

O da şudur:

 

“Bu cihetten biz, Demokratları iktidar yerinde muhafaza etmeye Kur’ân menfaatine kendimizi mecbur biliyoruz. Onlardan hayır beklemek değil, belki dehşetli, baştaki iki cereyana siyasetlerince muarız oldukları için, onların az bir kısmı dine verdikleri zararı, vücudun parçalanmasına bedel, yalnız bir parmağı kesmek gibi pek cüz’î bir zararla pek küllî bir zarardan kurtulmamıza sebep oluyorlar bildiğimizden, o iktidar partisinin lehinde ehl-i dini yardıma davet ediyoruz” (Emirdağ L. Sh. 424) diyor.

 

Bu mektubun tamamı okunduğunda görülüyor ki, baştan beri ifade etmeye çalıştığımız ölçüler çerçevesinde hareket ediliyor. Siyaseti dinsizliğin revaç bulmasına çalışan dinsizlere karşı ve onların iktidar olmalarını engelleyecek ve dini siyasete alet etmeyecek belki siyaseti dinin hizmetine sunacak olan bir siyasi akım destekleniyor.

 

SONUÇ OLARAK

 

1-Siyasette “muktesit mesleği” tercih etmek…

2-Siyasetin dine hizmet etmesini sağlamaya çalışmak…

3-Dince mukaddes sayılan değerleri siyasete alet etmemek

4-Siyaseti dinin aleyhine kullanmaya çalışanlara karşı cephe alanlara yardımcı olmak.

5-Safdil Müslümanlara siyasette doğru yolu göstermek…

6-İttihad-ı İslama götürecek, birlik beraberlik sağlayıcı siyasetleri desteklemektir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
5 Yorum