Bediüzzaman ve Halidi Bağdadi Hazeratının fikirleri arasında

Bediüzzaman ve Halidi Bağdadi Hazeratının fikirleri arasında bir tefekkür

Nakşibendi Tarikatının on bir altın prensibi vardır. Bunlar Vukuf-ı Zamani , bunun anlamı zamanı bilip değerlendirmektir. Hak yolcusu olan bir salik  kesinlikle  vaktinin, zamanının değerini bilmelidir. Üzerinden anlar bir bir gelip giderken, kendisinin ne halde olduğunu sezmeye bakmalıdır. Şayet geçen bir an içinde huzurlu olduysa  bunu bir şükür gerektiren hal bilmeli. Zaman sorumsuzca geçmişse hemen onu telafi yoluna gitmeli, yüce yaratana  nefsani mazeretini  bildirip O’ndan bağışlanmalısını dilemelidir. Asr suresi zaman konusunda gerekeni söyler. “Yemin olsun zamana ki insan gerçekten  ziyan içindedir. Ancak iman edip de salih amel işleyenler birbirlerine hakkı tavsiye ederler, birbirlerine  sabrı tavsiye edenler başka, onlar ziyanda değillerdir. “İmamı Şafiinin şu sözü anlamlıdır. (R A )Zaman kılıç gibidir, sen onu kesmezsen, o seni keser.”

Bediüzzaman’ın hayatı zamanı en iktisadi ve rantabl bir şekilde kullanan bir boyuttadır. Çok kısa zaman birimlerinde ilimler ve marifet ile meşgul olmuş ve büyük inkişaflar elde etmiştir. Nasıl Mevlana Halid  beş ay gibi bir sürede Dihlevi hazretlerinin yanında tarikatın inceliklerini kazanmışsa  Bediüzzaman da bütün şark ulumunu  bir  kaç ay içinde gözden geçirmiş, çok genç yaşta zamanın bediisi ünvanını almıştır. Erzurumlu Şeyhülislam Musa Kazım Efendi bu ünvanı ona vermiştir. Risale-i Nurlar da aynı zaman iktisadını talebelerine vermiş, bir yıl eserleri okuyan kimse zamanın önemli bir alimi olur, denmiş  bu yolda seriüüsseyr olan bu zamanın insanına çok kısa zamanda dinin ve akaidin temel meselelerini kazandırmıştır. İstanbul’a ilk gidişinde büyük bir tarama ile ne var ne yok İstanbul kütüphanelerinde gözden geçirmiştir. Şarkta edindiği bilgiler ile İstanbul da edindiği bilgiler ve ilimlerin envaındaki tetebbuları onu hayret edilen kısa bir zamanda asrının ulum ve funununu, felsefesini ve dini söylemlerini gözden geçiren eleştirel bir eser külliyesinin ortasına çıkmasına neden olmuştur.

2-Vukuf-ı Adedi, zikir sayılarını bilmek. Kendisine verilen dersin sayısını bilmelidir. Şahı Nakşibend bunun açıklamasını yapar. Bilmek, ermek, ledün ilmi derecelerinden bir derecedir. Sayılar bizim bilmediğimiz sırlar ile kaplıdır.

Bediüzzaman özellikle 33 sayısı üzerinde yoğunlaşır. Haşir risalesi otuz üç mertebeden otuz üç bahisten oluşur. Ayetül Kübra risalesi de otuz üç duraktan meydana gelir. Tevhid bahsinde otuz üç üzerinde durması namazdaki tesbihatta otuz üç sayısına muvafakattır, hepsi bizim bilmediğimiz ahirete taalluk eden kapılardır. Bediüzzaman’ın namazlardan sonra önemsediği tesbihatda da bu sayılar önemlidir. Her bölümün sayısı vardır, bunların yanında yedi ve dokuz rakamları da risalelerde önemli yer işgal ederler. Dinin sihirli sayıları bizim bilmediğimiz hedeflere vurur, ancak biz dünyadan göçtükten  sonra bunu anlarız.Hatta  Bediüzzaman bu sayıları kapıyı açan anahtarın diş sayılarına benzetir.

Nakşibendi tarikatında sayı konusunda başka şeyler de vardır. “Gerçek anlamda tek zatın tekliğini  hemen her şeyde sezebilmek  . Sezilen anda da  durmak “ Bediüzzaman her şeyde tek zatı sezebilmek  varlıkta vahdet eserlerini görmektir.Bediüzzaman Risale-i Nur’un tahkik metoduna göre bütün kainatı bir zatın tasarrufunda gösteren izahlar yapmıştır.  Bediüzzaman hem kainattaki bütün olayların biri tarafından yönetildiğini , organize edildiğini anlatır, hem de her şeyi yönetene teveccüh eden  bir kişinin ondan başkasına yönelmemesi gerektiğini anlatır.  “Yani vahdehu manen der. Allah birdir. Başka şeylere müracaat edip yorulma, onlara tezellül edip  minnet çekme , onlara temellük edip boyun eğme , onların arkasına düşüp  zahmet çekme , onlardan korkup titreme . Çünkü Sultan-ı Kainat birdir herşeyin anahtarı onun yanında her şeyin dizgini onun elindedir, her şey onun emri ile halledilir. Onu bulsan her matlubunu buldun , hadsiz minnetlerden korkulardan kurtuldun”(20 M) Sözün ikinci Vahdehu bahsinde ise  vahdetin analizini yapar,  mahlukatın ve kainatın nasıl bir elden yönetildiğini anlatır. Burada vahdetin nasıl vahdeti icra ettiği anlatılır. Mükemmel ve umumi bir nizam, hassas bir mizan , tanzim ve tevziniyet, hikmet ve , kudret ve ilim, bütün bunlar vahdetin lazımı  olan birbirini takib eden fiillerdir. Vahdet cami bir fiildir bu fiiller de onun tamamlayıcısıdırlar. Bediüzzaman Nakşibendi meşayihinin ortaya koyduğu esaslara büyük ve gözleme dayalı bahisler idhal eder.

Yirmi ikinci mektupta ise Bir‘i sosyal bütünlük için izah eder. “Her ikinizin Halıkınız bir, Malikiniz bir, Mabudunuz bir, Razıkınız bir, bir bir bine kadar bir bir. Hem peygamberiniz bir, dininiz bir, kıbleniz bir, bir bir yüze kadar bir bir. Sonra köyünüz bir, devletiniz bir, memleketiniz bir, ona kadar bir bir. Bu kadar bir birler vahdet ve tevhidi, vifak ve ittifakı, muhabbet ve uhuvveti iktiza ettiği kainatı ve küreleri biririne bağlayacak  manevi zincirler bulundukları halde...“

Buna benzer izahlar vardır, Nakşi yorumunda . “Esas biri anlamak için bu bire dikkat gerek. Şu şiir bu manada yolu aydınlatır

Say bu kainatta  çokluğu tez bir bir

Serap misali hayaldekine  göz gezdir

Orada bir vardır sadece şanı yüce

Tecellisi bize zuhur yerinde bir bir

3-Vukuf-ı kalbi , kalbi bilmek kalptekini anlamak.Vukuf-ı kalbi prensibini  iki şekilde anlamak gerektir.

Yüce Allah’ı zikreden kimsenin  kalbinin zikrin de  zikredilen zatı bilmesi .Zikreden kimse O’nun varlığına  öyle bir düşmeli ki  O’nun gözetiminden , O ‘nu her hali ile müşahade etmekten kurtulmamalıdır.

Bediüzzaman zikre yeni bir uygulama getirmiştir, gözleme dayalı aklın değerlendirdiği daha sonra kalbe giden bir zikir zinciri. Nakşibendilik kalbi bir meslek, ama Bediüzzaman  ise evvel emirde asrın hastalamış olan aklını tedavi daha sonra onu ikna arkasından kalbi yanına alıp davranışları düzenlemek.Lailahe illallah kelamı kudsisi zikrin Bediüzzaman da da Nakşi tarikatında da tevhidin beynidir. Bediüzzaman bu kelamı yirminci mektupta iki yerde farklı şekillerde izah eder, Elhüccet. Üz Zehra’da yine farklı bir açıklama getirir , Ayet ül Kübra ise tamamen bu mubarek lafzın anlatımıdır.Kainattan Halıkını soran bir seyyahın  gözlemlerinden oluşur, Bediüzzaman gözlemi görsel olarak ele alır, bu yüzden tabiat onun gözlemlerinin odağındadır. Ayet ül Kübra  birbirini takviye eden otuz üç gözlem zincirinden oluşur.  O eserini Elhüccet üz Zehra’da anlatır.

“Birinci kelime “ Lailaheillallah’dır. Bundaki hücet ise  matbu Ayet ül Kübra risalesidir. O emsalsiz hüccetin harıkalığı içindir ki  İmamı Ali  RA nurun eczalarından haber verdiği sırada  Vebilayatül Kübra emini minel fecet  deyip o Ayet ül Kübra’yı  şefaaatci yaparak  Nur şakirtelrinin  Denizli hapsinde  o risalenin  hem Ankara hem Denizli mahkemelerinde  galebesiyle  ve perde altında tesirli  intişarıyla  talebelerine  beraat kazandırmağa  sebeb olduğu gibi onun gizli tabı da  şakirdlerinin  dokuz ay mevkufiyetlerine  vesile olmasıyla  İmam-ı Ali’nin  RA keramet –i gaybiyesini hem Nur şakirtlerinin  bedeline duasını pek zahir bir surette tasdik etti.

Evet Ayet ül Kübra şuaı  otuz üç icmaı azimi ve külli hücetleri mevcudatın  heyet-i mecmuasında  gösterip  her bir hüccet-i külliyede  hadsiz  bürhanlara işaret ederek  başta semavat  yıldızlar kelimeleriyle  adz, hayvanat  ve nebatat kelamları  ve cümleleriyle  gitgide  ta kainatın mecmuası  müştemilat ve mevcudat   ve hudus ve imkan  ve tagayyür hakikatlerinin  kelimeleriyle  Vacib ül Vücud’un  mevcudiyetini ve vahdaniyetini  güneş zuhurunda  ve gündüz katiyetinde  isbat ediyor. Sarsılmaz bir iman isteyen  ve dinsiz anarşistliğe  karşı kırılmaz bir kılınç arayanlar Ayet ül Kübra’ya müracaat etsinler.”(15 Şua)

Katre risalesinin birinci babı da yine Lailahe illallah kelamında derinleşmektir.

Nakşi tarikatında zikrin ikinci boyutu izah edilir. “ b zikreden kimsenin  zikir esnasında kalbine vakıf olabilmesi . Anlatılan kalbe vakıf olmak ise onun halini yolunu bilmektir. Bu arada  kalbi daima zikirle meşgul etmek, zikir edilenin manasını ona düşündürmektir. Kalbi o kadar zikirle fikirle meşgul etmeli ki  ne ederse etsin , bir türlü gaflete yol bulamasın”

4-Nazar be kadem (gözler ayakta)

Bu prensiple ilgili çok şey söylenmiştir. Kalbin etraftan etkilenerek ve masivayla  ilgilenerek  zikirden   geri kalmasını önlemek için gözler daima ayak üzerinde olmalıdır. Ayrıca nazar ber kadem  salıkın kendisinden  yüksek durumda olanlara bak ıp  isyankar olmaması  ve aşağısındakileri görerek şükretmesi ve onları gücü nisbetinde  yardımcı bulunması demektir.İmamı Rabbani bu yorumu yapmaktadır bu  konuyla ilgili olarak . “ Nazar ber kadem  cümlesinden murat o değildir ki  göz ayağı aşmaya  daha yukarıya geçmeye  . Çünkü böyle şeyler  olan durumun hilafınadır. Bundan kastedilen mana  şu olsa gerektir. Yüksek rütbelere çıkış  önce gözle olacak . Göz orayı kestirecek gözün kestirdiği yere ayak çıkacak.

Abdurrahman ı Cami  Şahı Nakşibendi överken  şunları söyler.

Geçirmedi  bir nefesini huzursuz hiç

Geçirmedi gözlerini ayaklarını hiç hiç

Hızlı yarış sahibi  adımları sağlam

Ayakları da gözden uzak gitmezdi hiç

Bu bahis uzuvlar arasında dengeli iletişim manasındadır. Hem ibadet hem de sosyal yapı için birbirini aşmamak, gözün ayağın denetimini yapması ikisinin biribirini  denetlemesi manevi terbiyenin adı ne olursa olsun yörüngesinde olan bir durumdur.

Bediüzzaman altıncı söz isimli eserinde insan uzviyetinin kullanımı için adeta  bir yönetge  prospektüs belirlemiştir.”Göz bir hassedir ki ruh bu alemi o pencere ile seyredir” Ruhun seyir penceresi olan göz aynı zamanda ayağın da hedeflerini belirler ikisi arası uyum hayatı ve başarıyı getirir. Bir de sünnet te hep ayağın önüne bakmak vardır ki yani tehlikeyi önceden sezmek. Namazda ayağa bakmak, yürürken ayağa bakmak. Bediüzzaman birlikte yürüdü talebelerine başlarını önde gitmelerini salık verir. Harice bakmak ruhun ilgi alanının vahdetini bozduğu gibi hafızayı da zayıflatır.Altıncı sözdeki şu cümle uzuvların birlikteliğinin eylem birliğinin sonucunu belirler. “ Hayatı ebediye esasatını  ve saadet-i uhreviye levazımatını tedarik etmek için verilen  akıl , kalb , göz ve dil gibi güzel hediyeyi rahmaniyeyi  cehennem kapılarını sana açacak çirkin bir surete çevirmektir. “ Akıl, kalp , göz ve dil ve benzeri uzuvlar cennetin kapılarını açan ayaklardır. Kişi onları yerinde kullandıkca her uzuv cennetin kapılarını açacaktır yoksa cehennemin kapılarını açacaktır.Bediüzzaman azaların arasındaki tenasüblü davranışa yenilik getirmektedir.

5- Huş der dem nefes alıp verirken gaflette olmamak.

Bu kişilerin  akıl ve fikirlerinin , alıp verdikleri her nefeste  bilinçli  , dikkatli , uyanırk ve huzurlu olması  demektir. Her nefeste  Allah’ı anmak (CC)O’nunla olmak  ve asla gaflette bulunmamak  çok önemlidir. Şeyh Sadi’nin şusözleri o yoldadır.

Alınan her nefes hayatı uzatır

Verildiği zaman da vücudu ferahlatır

Demek her nefeste  iki nimet var

Her nimet içinse bir şükür vacip

Bu bölüm yine Altıncı sözün doğrultusunda bir bahistir. Nefes alırken insan bir eylemdedir, her nefes veya nefesler insanın eylemlerinin nefesidir, nefeslerin mekanında insan işler yapar. Bu yüzden nefesini  iyi işlerde kullanmak. “Bütün aza  ve aletlerin ibadeti  ve tesbihatı “ nefes sayesinde mümkündür, o nefesler yerinde kullanılırsa mükafatları cennet yemişleri suretine dönecektir. Böyle der Bediüzzaman. Eğer nefesler yerinde  kullanılırsa mal ve evlat, nefis, heva, gençlik ve hayat” insana ebedi bir hayatı kazandıracaktır. Yoksa kişinin elinden çıktığı gibi , günah ve elemlerini de boynuna yükleyecektir.

6–Sefer der vatan, vatanda sefer.

Bu cümleden maksad Allah’a doğru yol almak , maddeden manaya yönelmektir. “ Bu cümle bütün bir Risale-i Nur’dur.Yol teması eserlerin odağındadır, ilk sekiz söz yolculuktur, dokuzuncu söz sembolik, yerine göre zihinde yerine göre alemde, yerine göre maverada yolculuktur. Haşir risalesi bir gözlem yolcululuğudur, Ayet ül Kübra bir seyyahın ilahi sanat galerisi olan bu kainattaki manalı dolaşmasıdır, Münacaat eşyayı görüp duaya araç etmektir. İkinci noktanın ikinci mebhası iki yolun karşılaştırmasıdır, biri hidayet diğeri dalalet yoludur. Bediüzzaman ‘ın eserleri yol teması doğrultusunda yorumlanabilir. Çok zengin içerikli eserlerdir.Maddeden manaya –yönelmek anlamındaki yolculuk ise yorumu sayfalar alacak genişliktedir. Hazreti Nakşibendi ki Bediüzzaman ondan çok bahseder, onun temalarına yeni bakış açıları getirir. Bu ayrı bir bahistir, Bediüzzaman onun bu tarikatın tarihinde yaptığını çok iyi etüd ettiğinden ona saygı duyar ve onun farklı bir karakterde devamı olduğunu ima eder. Dağlar hepsi yüksektir onların yükseğini bizim gibi biçareler ölçemez, bizkimiz  bir neyiz ki . Bir katre su bile değiliz. Annem Rüveyda Anam bazen Nakşibendi tarikatının silsilesini sayardı, gözlerinde yaş, ne günlerdi, şimdi anne diyeceğim bir kimse yok.Zulmün , itilmişliğin girdabında , annemin duası “ Allah’ım imanını yoldaş amelimi kardaş “ et derdi. Biz ne diyelim. Ölürken son sözleri “Benim de güzel Allah’ım var “ idi.

Yukardaki cümlenin Divan-ı Mevlana Halit Hazretlerindeki devamı .

O ne güzel  gülmek onda ağız olmaya

O ne görmek öyle  göz putu bulunmaya

Dıştan atıl pamuk gibi , sır göçüp gitsin

Güzel yolculuk  başla ayaksız koşmaya

Sefer der vatan  insanın kötü huylardan  beşeri sıfatlardan , güzel huylara , insani sıfatlardan , meleki sıfatlara sefer etmesi , ahlaki olgunluğa erişmesidir. Dervişlerin feyiz alabilecekleri  bir kimse  buluncaya kadar sefer etmesine de  bu isim verilmiştir.

7- Halvet der encümen , halk içinde halk ile beraber olmak.

Buradaki Halvet zahiren bir köşeye çekilmek ve yalnız kalmak değildir. Bunun anlamı  Hak yolcusunun   halktan kopmadan ve dünyadaki  işlerini aksatmadan  yüce Allah’la olması  ve tüm yaratılanları  kalbinden çıkarıp  kalbinde  sadece zikrullahı bırakmasıdır. Bunu  en iyi anlatan şu Ayet-i kerimedir.” Allah’ı anmaktan , namazı kılmaktan , zekatı vermekten  alıkoymadığı  birtakım adamlar buralarda sabah akşam  O’nu tesbih ederler. Onlar kalplerin  ve gözlerin dikilip kalacağı  bir  günden korkarlar.(Nur )

Erzurum’lu İbrahim Hakkı hazretleri  Nakşibendiliğin inceliklerini anlatırken  şu tesbiti yapar.

İşte bu Nakşi yoluna  bel bağlayanlar ve bu dertle   devamlı ağlayanlar, zahirde  halk ile iç içe  olup onların  hizmetine koşarlar. Batında ise yalnızca Allah’ı bilirler ve bulurlar. Kendilerini  halka , gönüllerini Hakk’a teslim ederler. Bu düstur ve yola  gizlice Hakk’a doğru giderler. Dışardan alakasıziçeride birlikte olurlar.

Suretleri kesrette  manaları vahdette

Suretleri firkatte  siretleri  vuslatta

Halvet Nakşi türü bir halvet değil ama olgunlaşmak ,kemale erişmek, bir başka bakış açısı kazanmak manasında Nur talebelerinin ve Bediüzzaman’ın hayatının bir parçasıdır. Bediüzzaman her zaman çeşitli vesilelerle halveti arzu etmiş hatta hapishaneleri bile bir halvethane gibi yorumlamıştır. Yuşa   tepesinde, Sarıyer’deki halvethanede, Burdur ve Barla sürgünlerinde halvet içinde yaşamıştır, Barla sürgünü onun eserlerinin ortaya çıkmasını doğurmuştur, o bir halvet gibidir, insanlarla görüşmesi yasaklanmış hatta Bedre’ye bile gitmesi izne bağlı olmuş işte bu şekilde kesretten zihni vahdete dönmüş ve büyük eserlerini yazmıştır. Nakşi halvetinde bir kişinin ruhen tekamülü esas alınırken Bediüzzaman ‘ın halvetleri büyük eserlerinln doğmasına neden olmuştur.

8- Yadkerd , zikretmek

Bu prensibin anlamı  sürekli zikretmektir. Bu zikir Allah ü Taalanın  esması olabileceği  gibi kelime-i tevhid  de olabilir. Sahip olduğumuz iki dilden  (lisan ve kalp)   Allah’ın zikrini  mahrum etmemek demektir.Ayeti kerime açıklıyor “ Rabbinin ismini sabah akşam an  “(insan)

İnsanın murakabe  mertebesine ulaştıktan sonra nefiy ve isbatı belli bir miktar dille yapmasıdır. Nefiy ve ispattan  meydana gelen tevhid dudaklardan riyasız dökülürse kalbi parlatır.”Bediüzzaman’ın eserleri gözlemlerden doğan nefiy ve isbatlardan oluşur. Nakşibendilik daha çok enfüsi  dairede nefiy ve isbat iken Bediüzzaman da harici tabiata dayalı nefiy ve isbatlar esastır.Kainat kitabı okunması gereken ve Allah’ın esmasına açılan kapıları  insan tarafından görülmesi zorunlu bir kitaptır. Bediüzzaman kendini okuyan insandan ziyade  kainatı okuyan insan tipinde karakterinde yoğunlaşmıştır.

9- Bazgeşt, dönüş

Kelimei Tevhid okuduktan sonra  şu cümlenin anlamını hatırına getirmek  ve söylemektir.

İlahi ente maksud ve rızake matlub   -Allah’ım gayem sensin matlubum da rızandır- Nakişbendi büyükleri tevhid sırrının  kalbe gelmesi için bu cümlenin sürekli tekrarını emretmişlerdir.” Bu bahis de yine Bediüzzaman’ın eserlerinin asli konusudur, onun eserlerinin dört temel argümanı içinde en önemlisi tevhid hakikatıdır. Tevhid tarikatlerde kalbi bir murakabe iken Bediüzzaman ise varlıkla yüzyüze bir müşahade ve esmaya varma ameliyesidir.

10- Nigahdaşt , muhafaza

Kelimei Tevhidin manasını düşünerek  kalbe sahip olmak  ve yabancı anıların  kalbe girmesini engellemek demektir. Bütün bunlar Bediüzzaman’ın tevhid hakikatı ile olan ülfetinin içinde yorumlanır.22 sözde tevhidi iki kısma ayırır , icmali tevhid ile hakiki tevhidi etraflı olarak anlatır.Her iki yolun  temeli olan Tevhid hakikatı  Bediüzzaman da asrın durumuna fen ve felsefeden gelen itirazlara göre dizayn edilmiştir. Muhafaza’yı Bediüzzaman amellerin korunması için takva olarak yorumlar.Çünkü takva elde edilen manevi gelirin dağılmaması ve kaybolmaması için yapılan davranış tarzıdır.Hatta amelin korunmasını daha önemli bulur.

11- Yaddaşt , Allah’ı unutmamak.

Ancak Allah dilerse yapacağım de. Unuttuğun zaman  Rabbini  an ve “ umarım  Rabbim  beni bundan daha doğru olana ulaştırır. “ de.  Bu prensibin anlamı  Allah’ı unutmamaktır. Zikreden kimsenin  kelime-i tevhidi zikrederken  zikri yapılan zat ile kalbini huzurlu tutması  O’nun huzurunda  kendini bilmesi , bu huzurdan  da hiç ayrılmaması  gerekir. Bu manada  hem nefsini hem de nefesini tutmalıdır. Bediüzzaman huzur konusunda ibadet ve namazı  ve namazın rükünleri üzerinde derinleşmeyi anlatır. Tahiyyatın önemi namazdaki rükünlerin Dokuzuncu Sözde kazandığı yapı ve derinlik huzuru anlatmaktır ve yaşamaktır.

Kalbe gelen düşünceler dört çeşittir

Nefsani, şeytani , meleki , hakkani

Hak yolcusu  bir  salikin kalbine  gelen üç hatırayı atıp , tek hatırayı tutması gerektir.  O tek hatıra da  Hakkani olan  yani yüce Allah’a  ait olan hatıradır. Bediüzzaman kalbe ilhamla gelen manalardan ziyade aklın gözlemleri ile elde edilen manaları izah eder. Bütün eserleri bir nevi muakelelerdir yani akıl yürütmelerdir,

Huda lutf eylese kılsa dili saf

Gerek etse kula esnaf esnaf

Gönülden  kalb olunsa harf-i illet

Sahih ü salim olsa cümle ecvaf

Lisanından akıp yenbu-i hikmet

Hayatı baki bulsa onda eşraf

Seni andıkca Mevla sen unuttun

Gel  ey insan  insaf eyle insaf

Yaddaşt  nigahdaştı derinliğine anlamak demektir. Bu da Allah-ı  Taalayı  devamlı düşünmek , hatırından masivayı atmaktır. Kainattaki sınırsız çoklukta , ilahi vahdaniyeti müşahade etmektir. “

Bediüzzaman Nakşi tarikatının onbir umdesini genişletmiş yaşadığı yüzyılın gerçeklerine göre dizayn etmiştir. Nakşi bendi tarikatındaki dört büyük durağı o farklı şekilde izah etmiştir.

“Tarıki Nakşi hakkında  denilen “ Der tarik-i Nakşibendi   lazımamed çar  terk; terk-i dünya , terki ukba , terk-i hesti , terk-i terk  olan fıkra-ı rana  birden hatıra geldi . O hatıra ile beraber  birden şu fıkra tulu etti. Der tarik-i aczimendi  lazım amed çarı çiz , fakr-ı mutlak, acz-i mutlak , şükr ü mutlak , şevk-i mutlak ey aziz .Hayatın içinde terki değil hayatın içinde aczi ve fakrı esas almıştır.

Bediüzzaman’ın öğretisinde fenni ve felsefi bilimler yeni fikrin oluşmasında önemlidir, o tek boyutlu ilim ve yorumlara ilmi ve dini boyutlar getirmiştir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
3 Yorum