Bediüzzaman: Hüsn-ü nazarıyla, kardeşinin mahrum kaldığı şeylerden istifade etti

Bediüzzaman: Hüsn-ü nazarıyla, kardeşinin mahrum kaldığı şeylerden istifade etti

“Sana itimat ediyorum ve herşeyi senin için terk ediyorum ve yalnız seninim ve seni istiyorum”

(Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin Nur'un İlk Kapısı adlı eserinden bölümler.)

İşte, şu zât, hüsn-ü sîretinden nâşi, hüsn-ü zannıyla ünsiyet ederek yolunda gidiyor. Bak, nasıl hüsn-ü nazarıyla, kardeşinin mahrum kaldığı bostandan istifade ediyor. Şu bostanda çiçek ve yemişlerle beraber, murdar ve müstakzer şeyler de bulunur. Bu kardeş ise, bu güzel şeylerden istifade etti. Mülevvesata bakmadı. İstirahat etti.

Evvelki meş’um kardeşi ise, murdar şeylerle meşgul oldu. Midesini bulandırdı.

Sonra, bu güzel huylu arkadaş da, git gide öteki kardeşi gibi bir sahrâ-yı azîme dahil oldu. Birden hücum eden bir arslanın sesini işitti, korktu. Lâkin kardeşinden daha az korkmuştu. Zira, o arslanın, sahrâ sultanının bir memuru olduğu ihtimali kendisine tesellî verdi. Lâkin yine kaçtı. Altmış arşınlık derinliğinde bir bi’r-i muattalaya, yani susuz bir kuyuya rastgeldi, kendini içine attı. Ortasında duran bir ağacı tuttu. O da kardeşi gibi gördü ki, iki mahlûk, o ağacın iki kökünü de kesiyorlar.

Sonra baktı, yukarıda arslan, aşağıda büyük bir yılan var. Yılan geniş ağzını açmış, ayağına takarrüb etmiş olduğunu gördü. Bîçare o da havfından tedehhüş etti. Lâkin onun dehşeti kardeşinin dehşetinden çok derece daha hafifti. Çünkü, güzel hüsn-ü zannıyla ve fehmiyle bu umur-u acîbeyi birbiriyle alâkadar ve bir emirle hareket eder gibi görmekle anladı ki, bu işlerde bir tılsım var. Bunlar bir hâkimin emriyle dönerler. O hafî hâkim, ona bakıyor, tecrübe ediyor, onu bir maksat için davet ediyor. Şu tatlı havftan bir merak neş’et etti. Merakı da, “Acaba beni tecrübe edip ve kendini bana tanıttırmak isteyen ve bu acip yol ile böyle acip bir maksada beni sevkeden kimdir?”

İşte şu merak-ı mârifetten, sahib-i tılsımın muhabbeti neş’et etti. Ağacın başına baktı, gördü ki, incir ağacıdır. Lâkin meyveleri ayrı ayrı çok ağaçların meyveleridir. O vakit tamamen korkusu zail oldu ve o vakit anladı ki, bunda bir tılsım var. O tılsım bunlara hükmediyor. Zira, mümkün değil, bu incir ağacı böyle çok ağacın meyvesini versin. Belki o ağaç, liste ve fihristedir. Gizli olan hâkimin bostanına, hem o melik-i kerîmin misafirlerine ihzar ettiği çeşit çeşit et’imeye işaret eder. Ve o taamların nümuneleridirler.

Onun bu muhabbetinden, tılsımı açmak talebi ve tılsım sahibini razı etmek arzusu neş’et etti. Birden miftah ona ilham edildi. O da nida etti ki: “Sana itimat ediyorum ve herşeyi senin için terk ediyorum ve yalnız seninim ve seni istiyorum” dedi.

Birden kuyu duvarı yarıldı. Şâhâne ve nezih bir bahçeye bir kapı açıldı. Arslan ve yılan da iki mutî hizmetkâra dönüp, onu o bahçeye girmek için davet ettiler. Hatta o arslan kendisine musahhar bir at mesabesine döndü.

Said Nursi