Bedelli ve Askeri Bürokrasinin taktikleri

Bu hafta bedelli askerlik ile ilgili bazı sonuçlar netleşecek gibi gözüküyor.

Anayasa referandumunun sonucuna rağmen YAŞ mağdurları ile ilgili yasa çıkarılırken askeri bürokrasinin ince taktiklerini gözlemlemiş birisi olarak bedelli yasasının çıkarılma sürecinde benzer risklerin olabileceğini düşündüm.

O tarihlerde ASDER (Adaleti Savunanlar Derneği) olarak ciddi bir sivil toplum örgütü çalışması yapıldı. TBMM’ye, AYİM’e  Genelkurmay’a mağdurların dilekçeleri ve ısrarlı talepleri üzerine askeri bürokrasi konuyu gündeme almak zorunda kaldı.

Hükümetin askerlerle ilgili konularda teenni ile hareket etme yaklaşımını askeri bürokrasinin çekingenlik olarak algıladığını gördük. Askeri bürokrasinin sunduğu ilk teklif tabiri caizse dağın fare doğurması demekti. Ne kimlik, ne silah, ne pasaport hiçbir şey vermek istemiyorlardı. Neyse ki toplum ve STK’ların ve medyanın olumlu etkisi ile uzlaşma sağlandı. Bekir Bozdağ bey iyi niyetle çok gayret etti.

Aynı yaklaşımı burada da görüyoruz. 35 yaş iddiasının ilk defa askeri bürokrasiye yakınlığı ile bilinen gazetelerde çıkması tesadüf değildi.

28 yaşın üzerinden bir sınırla çıkarılması için ortaya atılacak muhtelif argümanlar şunlardır:

1-Asker ihtiyacı, mevcut kadro doluluğunun % 65 olduğu cevabı. Bu görüşe göre askerlik süresini tayin ederken bazı kritik bilgileri bilmek gerekir. Asker ihtiyacı, gerçek ihtiyaç mı?

Militarist toplumlarda ordunun görevi sadece düşmanı caydırmak ve gerekirse vatanı korumak değildir. Aynı zamanda toplumu eğitme görevi vardır. Geçmişte ağaçlandırma çalışmalarında bile asker kullanılmıştı. Her kasabada Garnizon Komutanlığı mantığı ile asker bulunduruluyor. Bundan maksat kültürsüz halkı eğitmek mi?

Bunun için soğuk savaş sonrası değişmeyen ordular yüksek sayı ile iç tehdite karşı kendilerini korumaya çalışırlar. Çünkü halkının bir kısmını düşman gören bir anlayış vardır. Kendilerine benzemeyen yaşam tarzında olan insanları karşı devrimci olarak algılayan silahlı bir güç çok tehlikeli şeyler yapabilir.

Bu uygulama kurtuluş savaşı sonrası dönemde belki kabul edilebilir bir gerekçeye sahipti. Fakat günümüzde askerimizi toplumun eğitiminde ve sosyal faaliyetlerde kullanmak çağdaş bir uygulama değildir.

Amac ordunun güçlü olması mı, askerliğin toplum mühendisliğindeki rolünün devamı mı? Bu soruya dürüstçe cevap verelim. Asker ihtiyacı belirleme ölçütler çağdaş ve bilimsel verilere göre değil gelenekçi soğuk savaş dönemi ölçütlerine göre düzenlenmektedir. Çünkü Asker Alım (ASAL) sistemi hemen hemen ikinci dünya savaşından beri aynıdır.

2-Verimlilik ilkesi; Orduyu güçlü yapan asker sayısı değil savaşma gücüdür. Ayaklı bilgisayar gibi ve özel telsiz bağlantılı nanoteknoloji ile üretilmiş kıyafet giyen bir asker bir bölük klasik askerden daha çok savaşma güçüne sahip değil mi? Halen dededen kalma yöntemlerle askerliği devam ettirmek modern silahlı kuvvetlerimize hiç yakışmıyor. Herşeyin elektronize olduğu çağımızda eski alışkanlıklar devam ediyor.

Evet ordumuz maalesef çok hantal dünyaya asker sayısı ile ölçüldüğünde büyük gözüküyoruz ancak Kartepe gemimize başarılı  operasyon yapan SAS ve SAT komandolarını yetiştirmek, teröristleri korkulu rüyası bordo berelileri yetiştirmek varken, savunmayı yedek ve acemi mükelleflerle yapmaya çalışmak verimlilik ilkesine uymadığı gibi çok geri bir uygulamadır.

Asker sayısını yüksek tutarak çalışacak eğitimli işgücünü ‘verimlilik’ ilkesine uygun olmayacak bir şekilde kullanmak bilimsel yönetim ilkelerine uymaz.

3-Vatani hizmetin tek tip olması anlayışı
Bazı insanlar akılları ile bazı insanlar ilimleri ile bazı insanlar fizik güçleri ile bazı insanlar servetleri ile vatana hizmet edebiliyorlarsa bu yöntem adil uygulamaya aykırı değildir. Profesyonel ordunun mantığı da budur. Halen eski anlayış kutsal asker ocağı retoriğinin arkasına sığınıp kimse edebiyat yapmasın.

“Önemli olan kaliteli askeri hizmeti hangi şekilde alırız?” sorusuna cevap vermektir.

4-Terör devam ediyor görüşü
Güneydoğu’da 20 yıldır ilk defa teröristlere büyük darbe vuruldu. Çünkü Genelkurmay Başkanı ve  Kuvvet Komutanları askerin başında idi ayrıca operasyonu yapanlar özel eğitilmiş askerler ve muvazzaflardı.

Ordumuzun terörü önleme kapasitesini kullanmadığının veya kullanamadığının iki sebebi var;

Birincisi Muğlalı Sendromu, yani sivillerin emrinde terör önleme çatışmalarında hata yaparsak hapse gireriz yanlış inanışı. Bir istisnai örneği alıp genelleme yaparak çalışmamak, doktorun ameliyatta hata yaparım tazminat davası açarlar diyerek işini yapmaması gibi.

İşini hukuka uygun yapamayan askeri güç pasif beklemek yerine istifa etmeliydi.  Bugün Güneydoğu’da birliklerin bölgeyi değil sadece kendini korur gibi duruşu çok dikkat çekici. 24 şehidimize sebep olan Hakkari de baskın yeme başka nasıl açıklanır.

İkincisi terör bitirirsek başarı sivillerin hesabına yazılır diyen siyasete bulaşmış askeri algı. Bugün bu algının olmadığını söyleyebilir miyiz? Cevabı siz veriniz.

Soğuk savaş öncesi rakamlarını, oranlarını ve yöntemlerini devam ettirerek  sivilleri ikna etmeye çalışan askeri bürokrasiye dikkat etmek gerekir. Bakalıp yeni Milli Savunma bakanımız milletin temsicisi gibi mi yoksa askeri bürokrasinin temsilcisi gibi mi davranıyor göreceğiz.

Böyle bir zamanda askerin gönlünü razı etmeye çalışırken komutanı imzaya boğan kurmaylara ve teamül önyargıları ile işleyişi  tıkayan askeri bürokrasiye dikkat etmek gerekir. Askeri bürokrasinin anladığı dil sivil toplum tepkisidir, siyasetçiyi yalnız bırakan bedelli askerlik bekleyenler bunun bedelini öderler.

Haber7

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.