Hüseyin ÇEŞİTCİOĞLU

Hüseyin ÇEŞİTCİOĞLU

Bayramın ikinci günü

Bayramdan önce Selami ile sözleşmişti.

Arkadaşlarıyla kaldıkları evi ziyaret edip bayramlaşacaktı.

Bayramın ikinci günü Selami çöpten bulduğu telefonla aradı.

Adam öğleden sonra geleceğini söyledi.

Öğle namazından sonra cami hocasıyla Münazarat dersini bitirip Selami'yi aradı. Meydan tren istasyonunda buluşacaklardı.

Adam iki poşet pay bir poşet küçük risalesini alıp evden çıktı. Dışarısı yüzde yüze yaklaşan nem ve fırın sıcaklığıyla karşıladı onu. Sokaklar her zamankinden tenhaydı. Hızlı adımlarla buluşacakları istasyona yollandı.

Tam menzile varmıştı ki iki genci fark etti. Onlar da fark edince karşılıklı gülümseyip el salladılar. Bu gençler Selami ile arkadaşı Cavit'ti.

Selamlaşıp öpüşerek bayramlaştılar. Poşetleri paylaşıp evlerine doğru yollandılar. Adam "Ailenizle telefonda bayramlaştınız mı" diye sordu.

Onlar da bayramlaştıklarını söyleyince adam "oo güzel maaşallah" diyerek sevincini belli etti.

4-5 dakika sonra yoldan sağa saptılar. İki taraflı ağaçların arasında dar bir yoldan ilerlediler. İki taraflı gelişmiş incir, zeytin ağaçlarının arasından geçtiler. Ağaçlar arasında gizlenmiş gibi tek odalı evler görünüyordu. Sağ tarafta çöp arabaları sol tarafta 3-4 tane gecekondu bozuntusu ev görünüyordu. Şu an gördüğü her şey ya çöp ya da çöpten bulunan şeyden ibaretti. Adama hiçbir şey sürpriz gelmedi.

Soldaki ilk eve ayakkabıyla girdiler, adam yüksek sesle Besmele çekti. İlerlediklerinde soldan ilk odaya ayakkabısını çıkarıp girdiler. Adam sesli şekilde selam verdi, odadakiler de seslice aldılar. Ayağa kalkıp tek tek tokalaşıp, ismen tanıştılar.

Rahman, Muhammed, Veli, Harun ve diğerleri.

Evin yerdeki kilimi başta her şey ama her şey çöplüklerden bulunan kullanılabilen eşyalardan oluşuyordu.

Tavandan aşağı üfleyen pervane, yandaki çekmeceler, oturdukları minderler, duvardaki büyük Kabe tablosu, Mevlana’dan öğütler tablosu, pencereye asılmış Türk bayrağı...

Bayramlarını tebrik etti ve "iidi mübarek" dediğinde yüzlerindeki tebessüme o da sevindi. Aileleriyle görüştüklerini öğrenince sevincini belli etti. Hemen hepsinin telefonu vardı bazıları akıllı idi!

Afganlılarla tanışma tarihini özetledi. Afganistan'a Figan adlı şiirinden kısa bir bölüm okudu. 1979’da Rusların Afganistan işgaline üzülen bir gencin duygularını dile getiriyordu. Yeni Asya'da yayınlanmıştı. Sonra G.Hikmetyar, Rabbani, Şah Mesut, Raşit Dostum, Komünist kuklası Babrak Kemali de sayınca hepsinin dikkati arttı. Sonra nereli olduklarını sordu. Mezar-ı Şerif, Kunduz, Bağlan vb. Tora Bora dağlarını çıkaramadılar. Mezar-ı Şerifte Hz. Ali'nin makam türbesini hatırlatması sevindirdi onları.

Evlerde bulunanları çağırttırıp odaya topladı. Euzü Besmele ve salavat çekip dünyaya geliş amacımız üzerinde durdu.

Aslından ayet ve hadisler okudu. Türkçe bilenler kısa açıklamalar yaptı. Ayet hadisi aslı şeklinde okumalardan çok etkilenmiş gibiydiler.

Üstad Said Nursi'nin “mümin avam, mehazını kutsiyetinden etkilenir” sözü aklına geldi. Tek tek herkesin gözüne şefkat ve kararlı biçimde bakmaya çalışıyordu, iki dizi üstüne oturmuştu.

Arada yeni gelenler oluyor, onlarla da ayağa kalkıp kucaklaşıp bayramlarını kutluyordu. “Eid Mubarak" sevindiren bir şifre olmuştu artık. Öncesinde kendini de tanıtmıştı.

Sonra yeşil çay ikram ettiler toprak kupayla. Ülkelerinde çoğunluk yeşil çay içiyorlarmış ve bu çay Afganistan’dan gelmiş.

Bu arada ikindi ezanı okunmaya başladı. Hep beraber dinlemeye başladılar.

Adam "Anadolu köylü çocuklarına ne kadar da benziyorlar. Sıcak samimi ama sert ve ciddi."

40 yıla yaklaşan savaşları aklından hiç çıkmıyordu. Ne kadar savaşçı bir millet ama birbirleriyle savaşıyorlardı. Harici düşmanlar için ne yaman cihatçılardı ama...

Ezan duasından sonra namaza hazırlandılar. Hayret bazıları abdestliydi. Çoğu bayram olduğu için işe çıkmamıştı. Abdest alma sürecinde en büyükleri olan (21) Harun’a kaç yıldır Türkiye’de olduğunu sordu. 5 yıl olmuş. ISAF’ta çalışmış elinde İngilizce belgesi vardı. Polislere bunu gösterdiğini sevinerek anlatıyordu. Avrupa yolu kapalı dedi. Türkiye işi sıkı tutuyormuş. Akdeniz’de boğulanlar başka ülkelerden gidenlermiş.

4 bin dolara İtalyan adasına gidilebildiğini söylüyor. Ayda 1700 lira kazanıyor, 1500’ünü ailelerine gönderiyormuş. Doların yükselişinden olumsuz etkilenmişler. 1500 lira ortalama bir memur maaşıymış.

Namaza başladılar. Adam imam olmasını işaret etti. Onlar da adamı. Sonra sesli ve ortak duygulara hitap eden bir dua ve uzun tesbihat ve aşirle namazı bitirdiler.

Hemen ardından adam, dördüncü sözden okudu, Türkçe bilenler kısa kısa açıkladılar. Dikkatleri yoğunlaşmıştı.

Dillerinin aslı Farsça olduğundan risale kelimelerine aşinaydılar. Mesela, hodbin, hudabin, hodgam, hodendiş vb. kelimeleri geçtiğinde birbirlerine bakışıyorlardı.

Böylece Risale dilinin ümmet dili gibi işlev gördüğüne şahit oldular. Gerçekten sevindirici ve harika bir şeydi bu durum.

Sonra sofra kuruldu ve domatesli kavurma geldi. Açılan çöplük malı dolapta kurban payları görünüyordu. Ne kadar mutluluk verici bir şeydi. Komşuları bolca pay getirmişlerdi. Adam ağlamak istedi ağlayamadı.

Domates soslu kurban eti lezzetliydi. Aynı bizi damak tadımız vardı. “Aşbazınız güzelmiş” dedi adam. Sevindiler.

Diz çökmüş halde ve ekmek bandırıyorlardı. Adam karpuzu kesmelerini söyledi. İki odada yiyorlardı. Ortalık nemli ve boğucuydu. Üstteki pervane fazla etkili olmuyordu. İçlerinde birkaç tane de Pakistanlı vardı.

Yemek duası yaptılar ve bayram şekeri ikram edildi.

Gitmeden önce Hastalar Risalesinden 1.ve 2. Deva okundu. Deva nedir denince “ilaç, şifa” dediler demek anlaşılıyordu.

Sonra getirdiği küçük risalelere isimlerini yazarak hediye etti. Okumaya çalışın diyerek bu kitapları gittikleri yere götürmelerini söyledi. O an aklına okyanuslara bırakılan mesaj şişeleri geldi. Bir de inanılmaz muhacir enerjisi ve orta alt sınıfın inanılmaz dönüştürücü azmi geldi aklına. Tarihin bu iki özellikli dönüştürücüleri karşısındaydı. Kimbilir dedi ve ümit esintisi hissetti bir an.

Artan kitapları duvara astılar ve isteyenlere vereceklerini başlarıyla tasdik ederek söz verdiler.

Adam müsaade isteyerek hepsiyle tokalaştı. Çoğunu sokaklardan tanıyor ve ayak üstü konuşuyorlardı. “Rahatsız olmayın ayağa kalkmayın” diyerek, Pakistanlıların da olduğu yan odaya girip yüksek sesle: "zindabad Pakistan, zindabat Afganistan, zindabat Türkiye” diyerek evden ayrıldı. Bu sözler hepsinde sevinçli bir tebessüm oluşturdu. Selami’yle evden ayrıldı. Adamın iki yıla yakındır istediği şey bugün gerçekleşmişti.

Yolda Selami’yle öpüşüp ayrıldılar.

Adam aslında altüst olmuştu. 20’ye yakın genç, memleketin en sıcak ve açık saçık şehrinde yaşıyorlardı. Ürperdi. Ateşle barut iç içeydi. Ahir zaman dedi.

Sonra tarihin gerçekleri aktı zihninden. Belki bu gençlerin bir çoğu burada kalıp evleneceklerdi. Neden olmasın. Milletimize bir de Afgan, Pakistan aşısı yapılacaktı... Evlerinin tam karşısında en yeni apartmanlar ve balkonlarda insan manzaraları. Aman Allahım cennet cehennem iç içe gibi.

Bu karmaşık duygularla geleceğe bir ümit ektiğini düşünüyordu. Fazlasıyla memnun mesuttu.

Bir yandan da yaptığının anlamsız ve saçma sapan olduğu gibi bir vesvese ruhunu taciz ediyordu.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum