Mehmet Ali BULUT

Mehmet Ali BULUT

Askerin dizgini Bediüzzaman'ın müjdesi

“Adıyaman Üniversitesi mezuniyet gecesinde Adıyaman Jandarma Garnizon Komutanı Albay Yusuf Yalçın, dereceye giren türbanlı öğrenciye diploma, plaket ve hediyesini verdi” haberi ajanslardan geçer geçmez hemen hemen tüm haber siteleri hiç gecikmeden olayı manşetten duyurdular.

Tabii iki bir kısmı sevinerek, bir kısmı da “nereye gidiyoruz, neler oluyor böyle” diye telaş ederek!

Bana bir arkadaş haber verdi, “bir asker, mezuniyet töreninde başörtülü bir kıza plaket vermiş” diye. Sonra da “hocam dediklerin çıkıyor, sevinirsin diye haber vermek istedim” dedi.

Ona “Ben bir şey demiyorum, Bediüzzaman haber vermiş, çıkıyorsa onun dedikler içıkıyor” dedim. Fakat bendeniz, yaklaşık 1994 yılından bu yana özellikle de asker eliyle islam karşıtlığının güçlendiği zamanlarda  Beşinci Şua’da geçen ihbarı hatırlatarak, topluma “meraklanmayın, bütün bunlar geçecek ve her şey normale dönecek. Bu orda peygamber ocağıdır, önünde sonunda kendi manasını bulur ve dizginini,  onu ele geçirmiş zındıka komitesini elinden koparır” dediğim için onu benim çıkarsamam zannetmiş.

Hakikaten de Bediüzzaman 1908 - 1930 yılları arasında ikmal ettiği ve sonra Beşinci Şua diye Risale-i nur külliyatına aldığı ihbaratında söyle diyor:

Üçüncü Hâdise: Bir rivayette "İslâm Deccalı Horasan taraflarından zuhur edecek" denilmiş. “Gaybı Alla bilir”,  bunu bir tevili şudur ki: Şarkın en cesur ve kuvvetli ve kesretli kavmi ve İslâmiyet'in en kahraman ordusu olan Türk milleti, o rivayet zamanında Horasan taraflarında bulunup daha Anadolu'yu vatan yapmadığından, o zamandaki meskenini zikretmekle Süfyanî Deccal onların içinde zuhur edeceğine işaret eder.

Garibdir hem çok garibdir. Yediyüz sene müddetinde İslâmiyet'in ve Kur'an'ın elinde şeref-şiar, bârika-asa bir elmas kılınç olan Türk milletini ve Türkçülüğü, muvakkaten İslâmiyet'in bir kısım şeairine karşı istimal etmeğe çalışır. Fakat muvaffak olmaz, geri çekilir. "Kahraman ordu, dizginini onun elinden kurtarıyor" diye rivayetlerden anlaşılıyor.” (Beşinci Şu 3. Küçük Mesle)

* * *

Bu iki paragrafı ayrı ayrı incelediğinde görülecek ki her iki ihbar da tahakkuk etmiş.

Deccal, bilindiği gibi, hadislerde ahir zamanda çıkacağı ve aldatmakla iş görüp inanları kendi rızalarıyla dinden çıkmalarına sebep olacağı haber verilen ahir zaman - özel/tüzel- eşhasından biridir. Ben kendi payıma Deccal’i, -her dönemde gerçek bir temsilcisi de bulunmakla birlikte- bir inkâr-ı ulûhiyet projesi ve uygulaması olarak görüyorum. Komünizm, kapitalizm, sosyalizm, liberalizm vs gibi her ne ad altında olursa olsun, içinde ahret kaygısı taşımayan ve bir Müteal Yatarıcının varlığını gerekli görmeyen tüm izim ve yaklaşımları Deccal diye tanımlıyorum. Esasında işin gerçeği de budur. Fakat tabii ki her bir düşüncenin ve izimin bir temsilcisi de vardır.

İşte peygamber efendimiz, son üç yüz yıldır tüm dünya insanlığını pençesine almış bulunan şu inkârcı ve tanrı tanımaz hayat tarzını ve onun temsilcilerini Deccal ev deccalizim olarak bize duyurmuş, mümin ve müslümanları o hayat tarzının süslerine kapılıp dinlerinden kopmamaları için uyarmıştır…

İslam alimleri ise daha sonra, o hadislerden yararlanarak,- biri dünya genelinde, diğeri onların Müslümanlar içindeki temsilcisi olmak üzere-  iki deccaldan söz etmişlerdir. Bilim ve aldatmayla insanları Tanrısız ve mukaddesatsız bir hayat tarzına sürükleyecek olan o anlayışın, Müslümanlar içindeki temsilcisine de Süfyan adı verilmiş.

İşte Bediüzzaman’ın Üçüncü Hadise’de sözünü ettiği ve ‘İslam Deccalı’ dediği kimse de, dünyayı istila eden o inkar-ı uluhiyet fikrini ve anlayışını Müslümanlar içinde uygulayacak ve uygulatacak zat diye haber vermiştir. 

Bu ifadesiyle Bediüzzaman, kutsalı yok sayan, insanlığı inkar-ı uluhiyete sürükleyen anlayışın, Türkler eliyle Müslümanların içine sokulacağını ve zorla uygulanacağını haber vermiştir. Nitekim cumhuriyetin ilk yıllarında, güya toplumu modernize etmek, muasır medeniyet seviyesine yükseltmek maksadıyla yapılan çalışmalara ve siyasi beyanlara baktığınızda, başta Kuran olmak üzere tüm İslami değerlerin, Hz. Muhammed’in ve İslam tarihinin dışlandığı, tahkir edildiği, toplumun gözünden düşürülmeye çalışıldığı görülür.

Bunu böyle olduğunu görmek için derin incelemelere ve araştırmalara gerek yoktur. 1925-45 yılları arısında neşredilen gazetelerin herhangi birisi incelense bunların boş iddialar olmadığı görülür.

Laikliğin bir din ve Türkçülüğün toplumu birbirine bağlayan yegâne hakikat olarak dayatıldığı o dönemlerde Bediüzzaman, o çalışmaların, Türk milletinin lehine olmadığını aksine ona zarar vereceğini  belirterek uyarmıştır. “İslâmiyeti milliyete mezcetmek, İslâmiyet milliyetini unsuriyetle(kan bağlarıyla) bağlamaya aşılamaya kalkışmak, İslamiyeti alet yapıp unsuriyete (ırkçılığa)  kuvvet vermek ya da secaya-yı milliyeyi şeair-i İslâmiyetle kuvvetleştirmek zarardır. Belki müsbet fikr-i milliyet İslâmiyete hâdim, kale, zırh olmalı yerine geçmemelidir.” (26. Mektup). Tüm karşı çıkışlara islam karşıtı yapılnamyı sürdüren ekibe şöyle seslenir:

“(İdarecilerin) bir kısmı -güya din hesabına, İslâmiyete sâdakat namına- güya dini milliyetle takviye etmek için, "Za'fa düşmüş din şecere-i nuraniyesini, milliyet toprağında dikmek, kuvvetleştirmek istiyoruz." diye, dine taraftar vaziyeti gösteriyorlar.

İkinci kısım; millet namına, milliyet hesabına, unsuriyete (Türkçülüğe) kuvvet vermek fikrine binaen, "Milleti, İslâmiyetle aşılamak istiyoruz." diye, bid'aları îcad ediyorlar.

Birinci kısma deriz ki:Ey "sâdık ahmak" ıtlakına mâsadak bîçare ulema-üs sû' veya meczub, akılsız, cahil sofîler! Hakikat-ı kâinat içinde kökü yerleşmiş ve hakaik-i kâinata kökler salmış olan Şecere-i Tûba-i İslâmiyet; mevhum, muvakkat, cüz'î, hususî, menfî, belki esassız, garazkâr, zulümkâr, zulmanî unsuriyet (ırkçılık) toprağına dikilmez! Onu oraya dikmeye çalışmak, ahmakane ve tahribkârane, bid'akârane bir teşebbüstür.

İkinci kısım milliyetçilere deriz ki: Ey sarhoş hamiyet-füruşlar! Bir asır evvel milliyet asrı olabilirdi. Şu asır unsuriyet asrı değil! Bolşevizm, sosyalizm mes'eleleri istilâ ediyor; unsuriyet fikrini kırıyor, unsuriyet asrı geçiyor. Ebedî ve daimî olan İslâmiyet milliyeti; muvakkat, dağdağalı unsuriyetle (ırkçılıkla) bağlanmaz ve aşılanmaz. Ve aşılamak olsa da; İslâm milletini ifsad ettiği gibi, unsuriyet milliyetini dahi ıslah edemez, ibka edemez. Evet, muvakkat aşılamakta bir zevk ve bir muvakkat kuvvet görünüyor, fakat pek muvakkat ve akibeti hatarlıdır.

Hem Türk unsurunda ebedî kabil-i iltiyam olmamak suretinde bir inşikak çıkacak. O vakit milletin kuvveti, bir şık, bir şıkkın kuvvetini kırdığı için, hiçe inecek. İki dağ birbirine karşı bir mizanın iki gözünde bulunsa; bir batman kuvvet, o iki kuvvet ile oynayabilir; yukarı kaldırır, aşağı indirir.” (29. Mektup)

Bediüzzamanı’ın bu “Türk unsurunda ebedi kabil-i iltiyam olmamak suretinde bir inşikak çıkacak” sözünü maalesef onun takipçileri de tam anlamamışlar ki hala Bulgarlıktan, Macarlıktan söz ediyorlar.

Oysa bugün sosyolojik olarak Türk milleti, maalesef ‘dine taraftarlar’ ve ‘dine muhalifler’ (laik ulusalcılar) olmak üzere ikiye ayrılmış durumda. Acaba bir asır da geçse, Sayın Özdil ve Çöleşan gibi insanları şu dindarlar ile aynı safa getirebilir misniiz? Oysa bunların dedeleri çanakkalede omuz omuza İslam için savaşmıştı.

Güya laiklik şemsiyesi altına sığınan ve aslında açık seçik İslam düşmanlığı yapan şu insanlar, maalesef modernlik adı altında bizde de uygulamaya konulan daccalist faaliyetlerin ürünüdürler!

Bugün bir kesimin Ak dediğine öteki kara diyor. Millet ne istiyorsa onlar ona karşı çıkıyor. Millet adına hareket edenler Allah bir dese, onlar itiraz edecekler. İşte görüyorsunuz, spor kulüpleri bile ayrıştırılmaya başlandı. Türkiye’nin içinde bulunduğu zaafın gerçek nedeni, bu derin ayrışmışlık ve taban tabana zıtlıktır.

Şu hükümet 10 yıldır iktidar. Hiç mi güzel ve hayırlı bir işi olmadı? Hiç gördünüz mü ‘şu iş de güzel oldu” dediklerini?

Evet, maalesef, 1925-45 yılları arasında yapılan çalışmalar ve dayatmalar kendi saliklerini de var etti. Ve zannederim artık Türkler kıyamete kadar bir kere daha aynı fikirde bir araya gelemeyecek kadar ayrıştılar. Bugüne kadar devletin hemen hemen tüm kurumları ötekilerin elindeydi, Müslümanlara ve inanlara soluk aldırmıyorlardı. Fakat Cenab-ı Hakkın büyük lütfü ile, millet yavaş yavaş güçlendi ve başta ruhunu ve inancını olmak üzere dizginlerini onların elinden almaya başladı.

O dizginlerin en önemlisi askerin dizgini idi. Çünkü Türk milleti askerine itimat eder ve ona değer verir. Ve maalesef bugüne kadar tüm İslam düşmanları ona dayanarak Müslümanlara ve dine karşı her türlü keyfiliği yapıyorlardı.

İşte Bediüzzaman, dinin ve milletin selameti için, öncelikle askerin, onların boyunduruğundan çıkması gerektiğine hasetsen dikkat çekmiş. Modernleşme ile başlayan dinî ve İslami tahribatın, İslam’ın ezan, kamet, Cuma ve örtü gibi bir kısım şeairine karşı tatbik edilen yasakçı zihniyetin, kalkacağını, bunun da askerin yardımı ile olacağını “Ordu dizgini onların elinden alacak” diye haber vermiş.

İşte Adıyaman’da yaşanan hadise, bu ihbarın fecr-i sadıkıdır.

Evet, millet yeniden ordusu ile buluşuyor, devletinin tüm müesseselerini yeniden kendi yanına çekiyor. 80-90 yıldır millet ve din aleyhine kullanılan kurum ve kuruluşlar, yeniden millet ve vatan hizmetine alınıyor. Avrupa’nın kapısında uşak gibi tutulan, batının bütün tahkir, tezyif ve aşağılamalarına rağmen onursuzca onun kapısında tutulan millet Sevr ile (daha sonra adını değiştirip Lozan yaptılar) ile boynuna takılan dizginden kurtulmaya çalışıyor. O dizginlerin en yamanı askerin boynunda idi. Asker bir asra yakındır kendi hakikati ile savaşıyordu.

Artık o da aldatıldığının farkına vardı. Kendisini hızla milletinin yanında yeniden konuşlandıracak. Ve hem de başladı. 

Birileri çıkıp, bir üniversite mezuniyeti töreninde askerin ne işi var canım yaşanan olayı küçümsemeye çalışabilirler. Siz onlara aldırmayın.  Adıyaman Jandarma Garnizon Komutanı Albay Yusuf Yalçın, millet adına büyük bir iş başarmıştır.

Onu tebrik ediyoruz ve benzer çalışmaları diğer askerlerden de bekliyoruz…

Haber7

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
2 Yorum