Metin KARABAŞOĞLU

Metin KARABAŞOĞLU

'İsmetli cemal-i suret'

Ne zaman bir bebeğin yüzüne baksam, aklıma cennet gelir.

Ne zaman cennetin nasıl bir yer olduğuna dair bir bahsin ortasına düşsem, dilimden “Bebeklerin yüzüne bakın, cennetin nasıl bir yer olduğunu anlarsınız” kelimeleri damlar.

Çocuk yüzleri, hele bebek yüzleri, cennetin yeryüzündeki izdüşümü veya habercisi gibidir benim için.

Çünkü o yüzlerde, cennet denilince ilk anda akla gelen iki şey de olanca berraklığıyla okutur kendisini: güzellik ve masumiyet...

Ve ne zaman bir çocuk yüzüne baksam, bir insanın sergüzeşt-i hayatı gözümün önüne gelir; bu yüzün yıllar geçtikçe ne hal alacağı, masumiyetin ne oranda o yüzde kalacağı, kalıp kalmayacağı kabilinden sorular eşliğinde, “Allah bu yüzdeki masumiyeti bozmasın” duası düşer kalbime.

Her çocuk yüzü, bu yönüyle, Haceru’l-Esved’in bir hadiste haber verilen serencamını hatırıma getirir. Kâbe’nin duvarındaki o kapkara taşın, cennetten yeryüzüne indiğini, indiği anda nur gibi beyaz olduğunu bildirmiştir kudsî nebi. Sonra, insanların günahları yüzünden giderek karardığını söylemiştir sonra.

Yüzler de, Haceru’l-Esved gibidir. aydınlık olmayan, insana cenneti hatırlatmayan tek bir bebek yüzü yoktur. Ama o yüzlerin bir kısmı, ilerleyen yıllarda bile öylesine masum, öylesine temiz, öylesine kirsiz ve günahsız kalırken, bir kısmı kararır da karar.

‘Cemal–i sûret’ kalsa bile, ‘hüsn-ü sîret’in yokluğu, o güzelliğin ardında saldıran bir cehennem hissettirir görene. Yüz, kalbin aynasıdır.

Hâzır medeniyetin ‘güzellik’ adına her Allah’ın günü televizyondan gazeteye, sinemadan dergiye, billboard’lardan afişlere ortaya döktüğü hangi yüze baksam, işte bu denklemi çağırır aklım.

‘Cemal-i sûret’e karşılık, ‘hüsn-ü sîret’i sorar aklım.

O yüzü, bebek haliyle, çocuk haliyle tahayyül eder.

O tahayyül gösterir ki, ‘cemal-i sûret’ sûret değiştirmekle birlikte dursa bile, masumiyet gidince, cenneti değil cehennemi hatırlatan, cennete değil cehenneme çağıran bir güzellik kalmıştır geriye.

‘İsmetsiz bir cemal-i sûret’ kalmıştır.

Masumiyetini yitirmiş, kirli, günahlı bir güzel yüz...

‘İsmetsiz bir cemal–i sûret’ ki, zıddı ‘ismetli cemal-i sûret’tir ve bu karşıtlığı bana ilham eden tefekkür ve tahassüsüne hayran olduğum bir güzeller güzelidir. Kur’ân’dan, Resûlullah aleyhissalâtu vesselamdan, kâinattan ve fıtrattan süzüp getirdiği tefekkürle, bize ‘hakikatin tenasübü’nden hasıl olan ‘hüsn-ü mücerred’ ziyafeti sunan Risale müellifi, tam da “Otuzuncu Söz” gibi en merkezî risalelerden birinde, hayatının en merkezî ayrımlarımdan birini yaparken kullanır bunu.

‘Ene,’ yani ‘ben’ algısı ki, ‘O’nu tanıtmak için; Rabb-ı Rahim’i esma, sıfat ve şuunatıyla tanımak için bir ‘kıyas unsuru’ olarak emaneten insana verilmiştir. Ama ‘Ene’yi aşıp ‘Hüve’yi bulan, ‘ben’den ‘O’na ulaşan da vardır; ‘ben’i ‘O’ zanneden de. İlk grubun insanları ‘O’na tâbi olur, ikinci grubun insanları ise, kendisini, kendisini ‘tanrı’ zannettiği bir hayalî dünyanın içinde bulur.

İşte o iki yol, insana verilmiş üç temel duyguda zıt yönelimler husule getirir. Birinde aklını Rabbi yolunda kullanmış nebîler, sıddîkler ve velîler görür insan; ikincisinde aklını dalâlet yolunda kullanan maddeperest, tabiatperest, hatta ruhperestler. İlkinde ‘korunma’ duyusunu hayır yolda O’nun adına kullanan âdil hâkimler, melek gibi melekler çıkar karşımıza; ikincide ise kendini ilahlaştıran nemrutlar, firavunlar ve şeddadlar. ‘Kuvve-i şeheviye’de de aynıdır durum. İlkinden, ‘hüsn-ü sîret’ sahipleri, ‘ve ismetli cemal-i suret’ler veya cömert ve keremkâr mü’minler bizi içeri buyur eder; ikincide ise yüzündeki Allah vergisi güzelliği her türlü günahla ve her türlü kaprisle kirleten ilah taslakları.

Allah her bebeğe merkezinde masumiyetin yer aldığı bir güzellik verir. Yıllar ilerler, bazıları daha güzel bir hal alır, bazıları onlara nisbeten ‘fazla güzel’ gözükmez, hatta ‘biraz çirkince’ kalır.

Ama imtihanın hası, burada yaşanmaz.

Allah kimseyi onun elinden gelmeyen ile yargılayacak değildir zaten.

Cennete güzeller alınacak, cehenneme çirkinler konulacak değildir.

Doğduklarında yüzlerine emanet verilen o cennet-misal masumiyeti elden geldiğinde koruyan ‘ismetli’ler cennete girecek, ‘ismetsiz’ler cehenneme tevdi edilecektir.

‘İsmetsiz’lerin, istedikleri kadar ‘cemal-i sûret’leri olsun, bu dünyada sundukları şey de zaten cehennemdir.

Uzaktan onları gördüklerinde ağızlarının suyu akanlar arasından onlarla evlenmeye kalkanların tez zamanda boşanma teşebbüslerinin, kırılan boşanma rekorlarının, magazin sayfalarını süsleyen ‘son sevgili’ muhabbetlerinin sebebi bu değil de nedir?

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
2 Yorum