Aşk bir ihtilalse, evlilik bir inkılap-2

AŞK YAZILARI-2

Aşk ve evlilik üzerine bir değerlendirmeye girmeden önce aşk ve evliliği yeniden ve gerçekçi bir şekilde, özellikle de günümüz koşullarında tanımlamak gerekiyor.

Aşkı kısaca insanın kendisini bir başka şey veya kişi ile ifade etmesi olarak ifade edebiliriz. Kişinin sevdiğini kendisinin aynası olarak görmesi olarak da ifade edilebiliriz. Evlilik ise birbirine aşık iki insanın ruhlarında meydana getirdikleri izdivacı bedenlerindeki sınırları kaldırarak bir araya gelmeleri, bir mekanı/evi paylaşmaları olarak tarif edebiliriz.

Yukarıda da değindiğimiz gibi, aşk bir devrim ise, evlilik her halükarda inkılap olmalıdır. Zira devrimciyi ayakta tutan şey devirme güdüsüdür. Ve devrimcinin gücü ve güdüsü bir yerde tükenir. Oysa evlilik bir inkılaptır. Değişerek değiştirme, dönüşerek dönüştürmedir. Yani kemalde devamdır.

Aşk özünde bir güç ve kuvvettir. Evlilik ise kudrettir. Kontrolsüz güç ve kuvvet, güç ve kuvvet değildir. Kudret gücü ve kuvveti yönetebilme, evlilik de aşkı yönetebilme sanatıdır.

Günümüzdeki aşklar ve evlilikler için bu tanımların ve karşılaştırmaların ne kadar geçerli olduğu tartışılır. Yayımlanan aşk ve evlilik şiirleri, öyküleri, romanları, filmleri, mesajları bu tanımlar içinde ne kadar yer alabilir, yine tartışılır. Bu gün tartışılamayacak bir durum var ki, aşk da, aşk evlilikleri de, boşanmalar da artıyor.

Aşkın gerçekten “aşk” olduğu günlerde aşk tekil bir durumu ifade ediyordu. Aşk bir durumu, bir ruh halini anlatıyordu. Aşk düz bir çizgide ilerliyordu. İnsanlar nedensiz seviyordu ve nedensiz sevdiği için de sevdiğini/eşini kolay kolay terk edemiyordu.

Günümüzde durum biraz farklı. Şimdilerde aşk dört değişkenli bir “fonksiyon”. Fonksiyon güzellik / yakışıklılık, servet, soy ve takva değişkenlerinden oluşuyor. Bu dört değişkenin fonksiyon içindeki payı kişi-den kişiye değişiyor. Örneğin zengin bir erkek için kadının serveti o fonksiyon içinde yüzde onu, soyu yüzde yirmiyi, güzelliği yüzde yetmişi, takvası yüzde sıfırı gibi bir oranı karşılıyor olabilir. Dediğimiz gibi bu durum kişiden kişiye değişebilir.

Seküler dünya görüşüne sahip kişinin içinde bulunduğu duruma ve fonksiyondaki şeylerden en çok hangisine ihtiyacı varsa ona göre bu oranlar değişir. Burada kişi en çok neye aşık ise (servet/güzellik/asalet) en yüksek yüzdeyi ona verecektir. Şüphesiz dışarıdan bakılınca da bunun adı aşk evliliği olacaktır. Oysa bu bir aşk evliliği değil mantık evliliğidir.

Aşk evliliği yapanların çoğu kere acılı ama huzurlu, mantık evliliği yapanların mutlu ama huzurlu olmadığını, mutluluğun maddi şeyler ile var olageldiğini, huzurun ise manevi şeyler ile kaim olduğunu hatırlatmaya zaten gerek yok.

Takva değişkenin son sırada veya hiç yer almadığı bir aşk fonksiyonundan bahsediyorsak bu tür bir evlilikte iktisadi/rasyonel aklın kurallarının işlediğini kabul etmek zorundayız.

İktisadi aklın olduğu yerde güç ve iktidar dengeleri vardır. Fakat bu güç ve iktidar kelimelerini kamufle etmek için üzerlerine aşk ve evlilik etiketleri yapıştırılacaktır. Evlilik aktinin imzalandığı andaki şartlar devam ettiği müddetçe denge sürecektir.

Öyledir; insan “nedenli” sevdiği zaman, ne denli se-verse sevsin o “nedenler” ortadan kalkınca sevgisi de, aşkı da ortadan kalkar. Nedenlerin ortadan kalkma ihtimali belirmeye başladığı andan itibaren denge bozulmaya başlar. Mesela güzelliği nedeniyle evlendiği kişi çirkinleşirse ondan soğur.
Veya sevdiğinden daha güzel bir kişi ile karşılaşırsa eskisini unutuverir. Yine, sevdiğinden her bakımdan üstün olması bir tarafa, bir bakımdan bile üstün olan birisi ile karşılaştığında ilk istasyonda eşini terk etmeye kalkar. Değil mi ki “Allah-u Teala, şerefinden dolayı bir kadını nikah edenin zilletini, malından dolayı nikah edenin yoksulluğunu, asaletinden ötürü nikah edenin aşağılığını artırır.”

Zillet, yoksulluk ve aşağılanma belirtileri çıkmaya başlamışsa artık abayı kurtarmanın zamanı gelmiştir. Bir zamanlar “abayı yaktığı” kişiden şimdi yangından kaçar gibi kaçmanın zamanıdır. İşte bu durumda zaten başlangıçtan beri bir dizi muhakemesiz muhasebenin içinde olan taraflar kısa zaman içinde bir maliyet muhasebesi yapıp, dönem sonu bilanço-su çıkartırlar. Bu evliliğin bana getirisi ne, götürüsü ne? Zarar mı ediyorum, kar mı ediyorum? Yoksa ben iflas ettim de haberim mi yok?...  Derler, derler de soluğu mahkemede alırlar.

Ehl-i imanın bir ferdi olarak ben kendi adıma evliliği görev ve sorumluluk, aşkı hak ve yetki olarak görüyorum. İnsanın aşka hakkı vardır. Ama aşığı olduğu kişi ile evlenene kadar. Zira aşık olduğu kişi ile evlendiği zaman sevdiği kişinin yükünü çekme görev ve sorumluluğu vardır.

Evet insan aşkı ile aşık olarak evlenmeli ama aşık kalmamalı, aşkını şefkate ve merhamete dönüştürebilmeli. Zira evlilik birbirine merhamet ve şefkat duyularak sürdürülebilecek bir beraberlik. Değil mi ki aşk hak ve yetki, şefkat görev ve sorumluluk bilincidir. Değil mi ki görev ve sorumluluklarını yerine getirenler ancak hak ve yetkiler isteyebilirler.

Aşk birbirinin gözünün içine bakmak değil, aynı yere bakabilmektir. Birbirinin gözüne bakanlar bir noktadan sonra birbirinin kusurlarını görür hale gelirler. Sen onu niye öyle yaptın, bunu niye böyle yaptın… gibi şikayetler ve yakınmalar artar. Böylece kişi kendi hak ve yetkileri üzerinden eşinin görev ve sorumluluklarını sorgular hale gelir.

Oysa eşler birbirinin gözleri yerine aynı yere bakabilmiş olsalardı, yani kendilerinin beraberce ürettiği şeylere, özellikle de kendilerinin seslerinin, suretlerin, siretlerinin bileşkesi olan çocuklarına bakabilselerdi, birbirlerinin kusurlarına ve eksikliklerine bakma ve hak ve yetkiler talep etme kolaycılığına düşmeyeceklerdi. Değil mi ki görevlerini ve sorumluluklarını yerine getirmek, daha baştan karşıdakinin hak ve yetki taleplerine son verir.

Günümüzde aşk ile evlilik arasındaki süreç biraz ters işliyor. İnsanlar aşk döneminde öyle fedakarlıklarda bulunuyor, öyle görev ve sorumluluklar alıyorlar ki evlendiklerinde görev ve sorumluluklarını yerine getirecek gücü ve sabrı kendilerinde bulamıyorlar. Buna gereksiz yere yapılan masrafları ödeme yükümlüğü de eklenince huzursuzluk ve akabinde boşanma kaçınılmaz oluyor.

Aslında her Hatice, M. Mustafâ’sını bulur. Her M. Mustafâ Hatice’sini bulur. Yeter ki  Haticeler Hatice (r.a.), M. Mustafâlar M. Mustafâ (s.a.v.) olabilsin. Yani görev ve sorumluluklarını bilsinler. Kendilerine karşı görev ve sorumluluklarını bildikleri kişi zaten ona karşı hak ve yetkilerini kullanma fırsatı verecektir. Bu yardımı ondan esirgemeyecektir. Değil mi ki “Kula dünyada verilen en hayırlı şey, kendisine imanında yardımcı olan imanlı bir hanımdır”. Değil mi ki bir kadına dünyada verilen en hayırlı şeylerden birisi, kendisine imanında yardımcı olan imanlı bir beydir.

Aslına bakarsanız bir evliliğin tarihi bir devletin tari-hinden, bir aşkın tarihi bir devrimin tarihinden daha uzundur. Devletlerden ve devrimlerden kolayca vazgeçilebilir ama aşktan ve evlilikten kolay kolay vazgeçilmez, vazgeçilmemeli..

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
4 Yorum