'Allah üçtür' demeyin! Kendi hayrınıza olarak bundan vazgeçin!

'Allah üçtür' demeyin! Kendi hayrınıza olarak bundan vazgeçin!

Ayet meali

Bismillahirrahmanirrahim

Cenab-ı Hak (c.c), Nisâ Sûresi 171-173. ayetlerinde meâlen şöyle buyuruyor:

171-Ey ehl-i kitab! Dîninizde haddi aşmayın ve Allah’a karşı, haktan başkasını söylemeyin! Meryemoğlu Îsâ Mesîh ancak Allah’ın peygamberi, Meryem’e ulaştırdığı kelimesi ve O’n(un tarafın)dan (yaratılmış) bir ruhtur. Öyleyse Allah’a ve peygamberlerine îmân edin! “(Allah) üçtür” demeyin! (*) Kendi hayrınıza olarak (bundan) vazgeçin! Allah, ancak tek bir İlâhdır. O, çocuğu olmaktan münezzehtir! (**) Göklerde ne var, yerde ne varsa O’nundur. Vekîl olarak da Allah yeter!

172-(Sizin bâtıl i‘tikadınıza rağmen) Mesîh (Îsâ), Allah’a kul olmaktan aslâ çekinmez, Allah’a yakın melekler de (çekinmezler). O hâlde kim O’na (Allah’a) kulluktan çekinip büyüklük taslarsa, artık (bilsin ki Allah, hesâbını sormak üzere) onları hep berâber huzûruna toplayacaktır.(***)

173-Fakat îmân edip sâlih ameller işleyenler var ya, artık onlara mükâfâtlarını tam olarak verecek ve lütfundan onlara (ihsânını daha da) artıracaktır. (Kulluktan) çekinip büyüklük taslayanlara gelince, onları da (pek) elemli bir azâb ile cezâlandıracak ve (onlar) kendileri için Allah’dan başka ne bir dost, ne de bir yardımcı bulacaklardır.

(*)Tahrîf edilerek aslî şeklini kaybeden hristiyanlık, “teslis” yâni “üç ilâh” inancına dayanmaktadır. Hristiyanlar Allah’dan başka, hâşâ, Îsâ (as) ve Hazreti Meryem'in de ilâh olduğunu iddiâ ederek şirke düşmüşlerdir. (Beyzâvî, c. 1, 250)

(**)“(Bu cümleden murad) Îsâ Aleyhisselâm’ın ve melâikelerin ve tevellüde mazhar (doğan) şeylerin ulûhiyetini (ilâhlığını) nefyetmektir (reddetmektir). Çünki muhâl (zâten imkânsız) bir şeyi nefyetmek, zâhiren fâidesiz olduğundan, belâğatta (edebiyatta) medâr-ı fâide (faydalı) olacak bir lâzım-ı hüküm (başka bir ma‘nâ) murâd olunur. İşte cismâniyete (cismi olanlara) mahsus veled (çocuk) ve vâlidi (babayı) nefyetmekten murâd ise, veled ve vâlidi ve küfvü (dengi) bulunanların, nefy-i ulûhiyetleridir (ilâhlıklarını reddetmektir) ve ma‘bud olmaya (ibâdet edilmeye) lâyık olmadıklarını göstermektir. (...)
Cenâb-ı Hakk, mevcûdâta (varlıklara) karşı tevlid ve tevellüdü (doğmak veya doğurmak ma‘nâlarını) işmâm edecek (hatırlatacak) bütün râbıtalardan (bağlardan) münezzehtir. Şerîk ve muînden (ortak ve yardımcıdan) ve hemcinsten müberrâdır (uzaktır). Belki mevcûdâta karşı nisbeti, hallâkıyettir (yaratıcılıktır). اَمْرِكُنْ فَيَكُنْ [Sâdece ‘Ol!’ demekle îcâd eden bir emir] ile, irâde-i ezeliyesi ile, ihtiyârı ile îcâd eder.” (Zülfikār, 25. Söz, 41)

(***)“Ey insan! Eğer yalnız O’na abd (kul) olsan, bütün mahlûkāt üstünde bir mevki‘ kazanırsın. Eğer ubûdiyetten (kulluktan) istinkâf etsen (çekinsen), âciz mahlûkāta zelil (aşağılanmış) bir abd olursun. Eğer enâniyetine (benliğine) ve iktidârına güvenip tevekkül ve duâyı bırakıp, tekebbür (büyüklenme) ve dâ‘vâya sapsan, o vakit iyilik ve îcâd cihetinde arı ve karıncadan daha aşağı, örümcek ve sinekten daha zaîf düşersin. Şer ve tahrib cihetinde dağdan daha ağır, tâûndan (vebâdan) daha muzır (zararlı) olursun.” (Sözler, 23. Söz, 109)