Abdulkadir ÇELEBİOĞLU

Abdulkadir ÇELEBİOĞLU

Risale-i Nur İlimlere Teșvik Eder-1

«Senin munsıf olan zihnine malûmdur ki: Küreviyet-i arz ve yerin yuvarlaklığına; muhakkikîn-i İslâm -eğerçi ittifak-ı sükûtîyle olsa- ittifak etmişlerdir. Eğer bir şüphen varsa "Makasıd" ve "Mevakıf"a git; maksada vukuf ve ıttıla' peyda edeceksin ve göreceksin: Sa'd ve Seyyid, top gibi küreyi ellerinde tutmuşlar, her tarafına temaşa ediyorlar.» (Muhâkemat, s. 56)

Üstâd Bediüzzaman Hazretleri, burada görüldüğü üzere Şerhü'l-Makasıd ve Şerhü'l-Mevakıf eserlerine havale yapmıştır.

Burada asıl anlatılmak istenen mevzû, dünyanın yuvarlaklığını literatürde geçen bilim adamları daha keşfetmeden önce ulemâ-i İslâmca bilindiğidir. Bunun en bâriz delili ise İslâm âlimlerinin eserlerindeki işaret ve ifadelerdir.

O dönemde Müslüman halk her yönü ile parlak ve medeni bir hayat üzerinde idi. İnsanlık adına terakki ve gelişmelerin bir çoğu İslâm bilim adamları tarafından gerçekleştiriliyordu. Batı toplumu ise gayet derecede geri kalmış, ilkel bir toplum mahiyetinde idi. Kilisenin bağnaz fikirleri, dinin dogmatik düşünceleri topluma hâkimdi. Bunlara skolastik düşünce denilmiștir. Papazların fikirlerine karşı fikir beyan eden bilim adamları derhal idam edilirdi. Kilisenin bu bağnaz hükümranlığı, batı toplumunu yüzlerce yıl karanlık çağlar içinde bırakmıştır. Dünya yuvarlak dediği için kilise tarafından ölümle cezalandırılan ve daha sonra özür dilediği için ölene kadar ev hapsinde tutulan Galileo buna en güzel misâldir.

Buna sebep olan manileri de Muhâkemat eserinde şöyle okuyoruz; «O maniler ise: Ecnebilerde taklid ve cehalet ve taassub ve kıssîslerin riyaseti. Ve bizdeki mani ise; istibdad-ı mütenevvi ve ahlâksızlık ve müşevveşiyet-i ahval ve ataleti intac eden ye'stir ki, şems-i İslâmiyetin küsufa yüz tutmasına sebep olmuşlardır.» (Muhâkemat, s. 10)

Aynı dönemde Müslüman halk ise her konuda zirveye çıkmış, bütün aydınlanmaların doruğunda idi. Batı, dünya yuvarlak dediği için aydınını idam ederken; İslâm âlimleri dünyanın yuvarlaklığını eserlerinde açık bir dil ile ilan ediyorlardı. Onlar için Karanlık Orta Çağ var iken İslâmiyet ve Müslümanlar için aydınlık zirve bir dönem yaşanmaktaydı.

İşte Üstâd Bediüzzaman sorudaki bu paragrafta, bazı İslâm âlimlerinin isim ve eserlerinin, dünyanın yuvarlaklığını çok öncelerden bildiklerine dâir misaller olarak veriyor.

Paragrafta bahsedilen "Sa’d" diye misal verilen âlim Sadeddin-i Taftazanî (1322-1390)'dir. Diğer ismi ile Sa'd-ı Taftazanî'dir. "Makasıd" adlı eser de bu âlimin eseridir.

«Künyesi Sadeddin Mesud bin Ömer'dir. 1322 yılında Horasan bölgesinde bulunan, Nasa yakınlarındaki Taftazan kasabasında doğdu. İlk eserini daha 16 yaşında iken, Faryamud'da bulunduğu sırada yazdı (1338). Herat, Gucduvan, Gülistan ve Harezm'de bulundu. Timur tarafından Semerkand'a davet edildi. Taftazanî, ilk başta Hicaz'a gitmek üzere olduğunu bildirerek daveti kabul etmedi. Ancak ikinci kez davet edilince Semerkand'a gitti. Timur, kendisine büyük hürmet gösterdi. Şiraz bölgesi Timur tarafından alınınca burada bulunan ve daha önceden Timur tarafından tanınan Şerif Cürcanî de Semerkand'a geldi. Böylece bu şehir ilmî müzakere ve münakaşaların merkezi haline geldi. Bu tartışmalar âlimler arasında sözlü yapıldığı gibi eserlerine de yansıdı.

Taftazanî, yazdığı eserleri ile, çok sayıda ilim ehli üzerinde derin izler bıraktı. İbn Haldun, yazmış olduğu Mukaddime adlı eserinde, ondan söz etmiştir.

Arkasında çok sayıda eser bırakan Taftazanî 1390 yılında (bazı kaynaklarda 1389, bazılarında 1395 olarak zikredilir) vefat etti.

Eserlerinden bazıları şunlardır:

Şerhü't-Tasrifi'l-İzzî, el-İrşad, Şerhü'l- Mutavvel, Muhtasarü'l-Maânî, Şerhu Kismi's-Salis mine'l-Miftah, et-Telvih ila Keşfi'l-Hakäikı't-Tenkih, Şerhü'l-Muhtasar fi'l-Usûl, el-Miftah, İhtisâr Şerhu Telhîsü'l- Camii'l-Kebir, Mukaddemât-ı İsna Aşer.» (Risale-i Nur'da Geçen Terimler ve Ansiklopedik Bilgiler, s. 746 - 747)

«Şerhu'l-Makasıd ve Makasıd gibi isimlerle anılan bu kitap, Sa'düddin Taftazanî'nin kelâm ve felsefe alanında yazdığı en meşhur eseridir.

Taftazanî bu eserini, 1383 yılında Timur'un daveti üzerine gittiği Semerkand'da bulunduğu dönemde yazdı. İslâm dünyasında asırlar boyu yüksek öğretimde temel referans kitabı olarak okutuldu.

Altı bölümden oluşan eserde, dönemin kelâm geleneğine uygun olarak, nazarî, felsefî ve mantıkî konulara, ilâhiyat konularından daha fazla yer verilmiştir. 1887 yılı İstanbul baskısına göre, iki ciltlik eserin 430 sayfadan oluşan ilk dört bölümü tamamen felsefî ve mantıkî konulara tahsis edilmiştir. Bu bölümde, yalnızca Bilgi Felsefesine yüz sayfadan fazla yer ayrılmıştır. Bilgi kaynaklarından akıl yürütme, iç ve dış duyular, mütevatir haber ve sezgi yoluyla elde edilen bilginin kesin olup olmadığı, kesin olmayanların neden kesin olmadığı gibi son derece zor konular derinlemesine incelenmiştir.

Kitapta Bilgi Felsefesinden başka varlık-yokluk meselesi de ele alınmış, "Varlık Felsefesi" konusuna yaklaşık seksen sayfa yer verilmiştir. Takip eden bahislerde, illet-malul ilişkisi, teselsül, araz, zaman, mekân, duyusal algılar, ses, ışık ve renk gibi mantığın temel ilkeleriyle ilgi li bahisler ele alınmıştır. Daha sonra da nefis-idrak ilişkisini ele almış, insan ve Allah'ın iradesi incelenmiştir. Aynı şekilde cevher, varlıkların durumları, kimyasal reaksiyonlar ve gezegenler incelenmiştir.

Tamamen ilahiyat konularının ele alındığı beşinci bölüm, yüz on beş sayfadan oluşmaktadır. Yüz kırk sayfadan oluşan altıncı bölüm ise peygamberlik, kitaplar, melekler ve âhiretle ilgili meselelere ayrılmıştır.» (Risale-i Nur'da Geçen Terimler ve Ansiklopedik Bilgiler, s. 796)

İsmi geçen "Seyyid" ise, Seyyid Şerif Cürcanî Hazretleri'dir. Adudüddin el-Îcî’nin (ö. 756/1355) kelâma dair eseri olan meşhur "Mevakıf" adlı eserin şerhi olan Şerhu'l-Mevakıf adlı eseri yazan bu zâttır.

Seyyid Şerif Cürcanî «1340 yılının Şubat ayında İran'ın Asterâbâd bölgesinin Cürcan vilayeti civarındaki Tâku nahiyesinde Peygamberimizin soyuna mensup bir aileden dünyaya geldi. Asıl adı Ali bin Muhammed'dir. Soyu hem Hz. Hüseyin'e hem de Hz. Hasan'a, dayandığı için es-Seyyid eş-Şerif unvanı ile şöhret bulmuştur. Curcân'da doğup büyüdüğü için de Curcânî olarak anılmaktadır.

Seyyid Şerif Cürcanî çok zeki, çalışkan, derin anlayışlı, ince görüşlü, münazara esnasında kuvvetli ve makul konuşan birisiydi. Aynı zamanda fakirleri himaye eden çok mütevazı bir insandı. Küçük yaşta kendini ilme verdi ve son nefesine kadar da ilimle meşgul oldu.

Cürcanî başta kelâm olmak üzere felsefe, mantık, Arap dili ve edebiyatı, fıkıh ve usûlu, tefsir, hadis ve münazara gibi ilimlerde üstâd idi.

Cürcanî çocukluk çağında eser yazmaya başladı. Eserleri bütün İslâm dünyasında özellikle İran ve Anadolu'da yayıldı.

İlim tahsilini tamamlamak için Herat, Mısır ve Anadolu'ya gitti.

1385'de Şiraz'daki medreseye müderris olarak tayin edildi; burada on yıl kaldı. Daha sonra Semerkand'a giderek burada on sekiz yıl ikamet etti. Burada bulunduğu süre içerisinde bir taraftan aklî ve naklî ilimlerde eser yazdı, diğer taraftan tasavvuf dersleri aldı.

1405'de Timur'un ölümünden sonra Şiraz'a döndü. Ölüm tarihi konusunda çeşitli görüşler vardır. Bir rivayete göre 1413 yılında Şiraz'da vefat etti.

Eserlerinden bazıları şunlardır: Şerhü'l-Mevakıf. En meşhur şerhidir. Adudüddin el-İci'nin el-Mevakıf adlı eserine yazdığı şerhtir. Kelam ile ilgilidir.

Risale fi Beyani'l-Firkati'n-Naciye. Mezheplerle ilgili yazdığı eseridir. Kelâm alanında kaleme alınmıştır. Risale fi'l-Mantık. Farsça yazdığı bu eseri oğlu Nureddin tarafından Arapçaya çevrilmiştir.

Haşiye ala Şerh-i Hikmeti'l-Ayn. Ali b. Ömer El-Katibi tarafından kaleme alınan ve Muhammed b. Mübarek Şah tarafından yapılan şerhin haşiyesidir.

Şerhü'l-Mülahhas fi'l-Hey'e. Astronomi ile ilgili olarak Çağmini tarafından kaleme alınan esere yapılan şerhtir.

Et-Ta'rifat. Defalarca baskısı yapılan Arap Dili ve Edebiyatına dair terimler sözlüğüdür.

Haşiye ale'l-Keşşâf. Tefsir ilmine dairdir. Zemahşerî'nin eseri olan el-Keşşaf in ön kısmına yapılan haşiyedir.» (Risale-i Nur'da Geçen Terimler ve Ansiklopedik Bilgiler, s. 772)

«Kadı Adûdiddin İcî (1300-1355) tarafından yazılan ve hemen her fenden bahseden el-Mevakıf fi İlmi'l-Kelar (Akaid-i Adûdiye) adlı bu kitabın Seyyid Şerif Cürcanî (1339-1413) tarafından yapılan Şerhi, Şerhu'l-Adûdiye adıyla medreselerin üst seviyelerinde yaygın olarak okutulmuştur. Altı bölümlü, yaklaşık 1000 sayfalık büyük bir eserdir. Bu esere, Celâlüddin-i Devânî tarafından yapılan Şerh-i Akâid-i Adûdiye de meşhurdur.

Eserde Mukaddemat, Umûmî Prensipler, Arazlar, Cevherler, İlâhiyat ve Sem'iyyat olmak üzere altı kısım bulunur. Müellif bu kısımlardan her birini Mevkif (Durak) olarak isimlendirmiş, durakları da Mirsad (Gözlem yeri) şeklinde bölümlere ayırmıştır. Eserin ilk dört kısmı tamamıyla mantık, felsefe ve metafizik bahislerine ayrılmıştır. Eserde konular ele alınırken, İslâm dünyasındaki büyük mütefekkir ve düşünürlerin görüşlerine de yer verilmiş, bu görüşler çeşitli açılar dan ele alınmıştır.

Bediüzzaman Said Nursî'nin gençlik döneminde ezberlediği ve üç ayda bir devrettiği ilmî kitaplardan birisidir.» (Risale-i Nur'da Geçen Terimler ve Ansiklopedik Bilgiler, s. 796)

Her iki âlim de Âlem-i İslâm'da meşhur ve tesirli ehl-i sünnet âlimlerindendir.

Bu iki alim, eserlerinde çok açık olarak dünyanın yuvarlaklığını ifade ediyorlar. Üstâd Bediüzzaman da bu mânâya işaret için "Sa'd ve Seyyid, top gibi küreyi ellerinde tutmuşlar, her tarafına temaşa ediyorlar." (Muhâkemat, s. 56) demektedir.

Küreviyet-i arz ve yerin yuvarlaklığı hakkında da "bir şüphen varsa Makasıd ve Mevakıf'a git" denilerek Șerhu'l-Makasıd ve Șerhu'l-Mevakıf eserlerine havale yapmıştır.

Benzer bir havaleyi de Sözler eserinin Otuz Üçüncü Söz'ünün Otuzuncu Pencere'sinde görmekteyiz. Orada da şöyle denilmiștir;

«Şu pencere, imkân ve hudûsa müesses umûm mütekellimînin penceresidir ve isbat-ı Vâcibü'l-Vücûd'a karşı caddeleridir. Bunun tafsilâtını, "Şerhü'l-Mevakıf" ve "Şerhü'l-Makasıd" gibi muhakkiklerin büyük kitaplarına havale ederek, yalnız Kur'ân'ın feyzinden ve şu pencereden ruha gelen bir-iki şuaı göstereceğiz.» (Sözler, s. 683)

Burada da görüleceği üzere "isbat-ı Vâcibü'l-Vücûd" yani vücûdu mutlak var olan/mutlaka lâzım olan, yokluğu mümkün olmayan Cenâb-ı Hakk'ın (cc) i̇spatı hususunda eskiden de muhakkikler "Şerhü'l-Mevakıf" ve "Şerhü'l-Makasıd" gibi büyük kitaplar yazmışlardır. Allah'ın varlığının ispatına dâir tafsilâtını onlara havale ederiz. Bu Otuzuncu Pencere'de ise "yalnız Kur'ân'ın feyzinden ve şu pencereden ruha gelen bir-iki şuaı göstereceğiz" demektedir.

Görüldüğü üzere Risale-i Nur Külliyatı, 1400 senelik Sahîh İslâmiyet çizgisinin devamcısı ve bu asırda ilm-i Kelâm'da tecdid vazifesini gören bir müceddiddir. Bu asrın insanın fehmine/anlayışına uygun bir şekilde en ehemmiyetli meseleleri izah ve ispat etmiştir.

Tafsilâtı hususunda merak edenleri de o "muhakkiklerin büyük kitaplarına havale" etmiştir.

Buradan da bir nebze görüleceği üzere, Risale-i Nur Külliyatı; binlerce esere havale yapan, İslâmî mazîmiz ile bağ ve köprü kuran bir külliyattır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
2 Yorum