Abdülhak Hamid, sanat-ı ilahiyi seyir ve Bediüzzaman

Abdülhak Hamid, dinin, İslamiyetin felsefesini yapan bir şairdir. Bu yönüyle şiirimizde bir aşılmaz yüksekliktir.

Kürsiyi İstiğrak, bu şiir onun bir seyir izlenimlerini anlatır. Bir deniz kenarında aleme ve denize bakarak. Bediüzzaman‘ın da bütün ömrü ilahi sanatı seyirle geçmiştir. Bütün eserleri estetik ve contemplatif seyirlerden oluşur. Bağı, bahçeyi seyreder. “Seyri, temaşası benim olsun, mal sahibi kim olursa olsun. Sungur, ben bu bağların seyrini yüz sinema ve tiyatroya değişmem” der. Kitabı unutur Zübeyir Abi. “Gel Zübeyir bugün de kainat kitabını okuyup seyredelim” der. “Kant da, kainat kitabı da okunmalıdır” der.

Otuz Üçüncü Söz şu ayetten çıkmış, fizik ve metafizik dünyanın gözlemleri ve seyirledir.

“Onlara gerek içinde yaşadıkları alemin her tarafında, gerekse kendi nefislerinde ayetlerimizi göstereceğiz. Ta ki Kur’an‘ın hak olduğu onlara iyice açıklanmış olsun, Rabbinin herşeye şahit olması yetmez mi?” (Şahit kendi sanatını seyreden demek, insana da seyret der.) Fussilet 41-53

Bediüzzaman gözlemci bir İslam filozofudur, gözlem ve contemplatif ayetleri çok sever. Görür, hisseder, yazar. 19. yüzyıl sanatı da görmek üzerine kurulmuştur ama onlar eşyayı ve tabiatı görür, arkasını değil.

Bütün şiir ilahi nesnelerle yapılmış apokaliptik imajlarla dolu. Türk şiirinin yüz akı bir büyük filozof ama onu anlatacak hoca yetiştirmedik, onu anlayacak öğrenci hiç yetiştirmedik. Yüksek lisans, doktora bağlılara, politize olmuş mürid-i dünyevilere dünyevi rahat temini için araç. Allah “velateşterübiayati semenen kalila” Yüksek değerleri ucuz fiyatlarla satmayın buyuruyor. Bu memleket ucuza satılan değerler yüzünden bu hale geldi. Kimi edebiyatı satar, karşısına çıksan seni telef eder, kimi dini satar, atış serbest satış serbest.

Bediüzzaman ve Abdülhak Hamit. Bir kitap olacak kadar geniş bir bahis, arkadaşlar edebiyatı sevmedi, halbuki dinin tezgahı ve sergi yeri edebiyat, bade harabil basra.

“Kenâr-ı bahrde hoş bir mahaldir, nâzır-ı âlem.”
Denizin kıyısında hoş bir yerdir, bir temaşa alanıdır, alemi seyreder, aleme bakar. İnsan İslam düşüncesinde alemdeki olayları değerlendiren bir temaşager, yani seyircidir. Hamit burada seyretmek için bir yere çekilmiş bir insanı anlatır başlangıçta.

“Tahaccür eylemiş bir mevcdir; üstünde bir âdem”

İnsan o seyir yerinin üstünde bir taşlaşmış bir seyircidir, bir ademdir. Kur’an insanı seyirci olarak kabul eder ve onu fenzur, unzur ve benzeri ifadelerle seyretmesini ister. Allah açıkça “fenzur ila asarı” yani eserlerimi seyret der. Dinimiz bu seyir yönünü peygamber yaşayışı Kur’an naslarıyla göstermiş ve teşvik etmişse de eğitimde bu yön yoktur, bu tamamen dinin estetik yönüdür, batılıların tabiri ile contemplation.

“Hayâlettir, oturmuş, fikr ile meşguldür her dem”

Metindeki seyirci insan hayalet gibidir, oturmuş fikir ile meşguldür, daima.

“Giyinmiştir beyaz amma, bakarsın arz eder mâtem”

Beyazlar giyinmiştir, ama matemli gibidir, öyle görünür.

“Bulutlar, dalgalar, yıldızlar etrafımda hep mahrem”

Alemdeki herşey insanın arkadaşlarıdır, alem bütün varlıklar birlikte düşünülerek yaratılmıştır, bu yüzden şair bu arkadaşları olan bulutlar, dalgalar ve yıldızlara arkadaş gözü ile bakar. Gerçekte insanın en önemli arkadaşları onun yaşamını kolaylaştıran bu varlıklardır. Bulutlar bize suyu indirir, bizi rencide etmeden yavaş yavaş her damla yağmur bir melekle yere indirilir. Bu yüzden şair onlara mahremlerim arkadaşlarım der.

Sanatın büyülü kelimelerinden biridir tasarım. Alem bütünüyle birden tasarlanmıştır. İnsan hayatına hizmet eden şeyler ile insan birden tasarlanmıştır, çünkü birden olmasaydı insan hayatını devam ettiremezdi. İlk defa Paris’te tasarım fakülteleri açılmış, halbuki kainatın birbiri içinde varlıkları tasarım olarak birbirini tamamlar mahiyette düşünülmüş ve yaratılmışlardır. Kur’an bu tasarıma zaman zaman dikkati çeker. Batı sanatı büyük filozoflar Kant gibi Dekart gibiler, kurucu estetik filozoflar Baumgarten gibi estetikten bahsetmiş ve onu bir ilim daha doğrusu düşünce haline getirmişlerdir.

İslam dünyası yüzyıllardır Kur’an‘a tek düze mutad bir şekilde bakmış ve bakıyor. Farklı bakan bir Bediüzzaman çünkü o milenyumun en büyük estetikçisi, o da ülkede siyasete ve ırkçı mülahazalara bakarak karartılmak istenen adam. Kur’an’ı çok taradım, Allah nasıl alemi insan için güzelce tasarlamış, ahsene külli şeyin haleke diyor, ben herşeyi en güzel surette yarattım diyor. Bu ayeti Bediüzzaman seçmiş onun üzerinde durmuş, daha nice ayetler. Kant’ın fiziki dünyada ve sanat felsefecilerinin sadece maddede gördükleri estetik ve güzeli Bediüzzaman bütün kainata yaymış ama hain gözler illa karalamak gayreti ile giderse ne yaparsın.

“Ağaçlar, cûylar, kuşlar, çiçekler dâimâ hurrem…”

Hamid Türk çocuklarına anlatılmamış adamdır, şiirimizin milli düşüncemizin dinimizin odağındaki hakikatleri anlatır.

“Bu tenha yerleri gördün mü sen zannetme hâlîdir”

Burada çok daha harika bir imaj ile konuşur büyük şair. Bir insana hitap ederek bu tenha gibi görülen yerlerin hakikatte boş olmadığını söyler. Bu dinimizde de böyledir, her yer Allah’ın gördüğümüz görmediğimiz canlıları ile doludur. Gazali “nereye basacaksın ayağını her yer mahlukatla yaratıklarla dolu“ der. Yunus “Nereye baksam dopdolusun, seni nereye koyam benden içeri“ der. Bediüzzaman “zişuur ibadından başka hali dağlar boş sahralar Cenab-ı Hakkın ibadı ile doludur“ diyor. Ne kadar enteresan değil mi?

Bediüzzaman gecelerin adamıdır, sabahlara kadar dua eder bu milletin selametine tam elli yıl. Barla’ya geldiğinde gece ibadetinden evinden misafir kaldığı ailenin reisi “Hanım Allah bize büyük bir hazine gönderdi” der. Sabahlara kadar ağlamaları ve haykırmaları bu millet içindir. Ne olmuş ki? Kuran’ı kaldırılmış, ezanı kaldırılmış, yüzlerce insan hiç için bahane ile idam edilmiş, her taraf çöle dönmüş daha ne olsun ki. Bin yıllık hazine kütüphanelerin dili kesilmiş, daha ne olsun.

“Hayâlâtımla meskûndur, bu yerler pür meâlîdir”

Hamid çok derin bir İslam felsefesi dersi almıştır, bu apokaliptik imalarında belli olur. Edebiyat bölümleri politize olmuştur, siz orda bunları anlatamazsınız. İslamcılar, Türkçüler daha başkaları bunları gaye edinmez. Türkiye’de önemli olan öğrenciyi politize etmektir, zehirlemektir. Politize olan çocuk artık dinlendirici, bakmayı görmeyi öğreten dersi dinlemez, o aklınca dünyayı düzeltmeye gelmiştir ama üç beş yaşın gençlik heyecanlarını çalmak için ona bunlar telkin edilir, kısa süre sonra boş davul gibi başka gayelere öttüğünü görünce pişman olur ama iş işten geçer.

“Muhât-ı aczdir hem lâ-tenâhî birle mâlîdir”

Her taraf Allah’ın aciz mahlukları ile doludur, hertaraf sonsuz birle Allah ile doludur. Şair sahilde bir yüksek mevkiden seyreder ve bunları düşünür. Arkadaşları olan bütün canlılar etrafında bu kainatın ilahi sırlarını ve Halıkını düşünür.

“Bu mevkidir yerim sahilde bir kürsî-i âlîdir.
Bulutlar, dalgalar, yıldızlar etrafımda hep mahrem;
Ağaçlar, cûylar, kuşlar, çiçekler dâimâ hurrem…
Sükûnetle kuşanmış hây u hûy-i şehri gûş eyle,
Şehirdeki insanların hayatın getirdiği gürültülerini dinle.
Sehâb-ı hande-rîz ü berk-ı yekser-kahrı gûş eyle, ?
Ağaçlardan çıkan efkârı seyret, nehri gûş eyle;

Ağaçlardan çıkan fikirleri seyret, Kur’an özellikle ağaçlar üzerinde düşünmeyi örgütler, ağaçların meyvelerinin bir ilk çıktığında, bir de yetiştiklerinde nasıl olduklarına insanların bakmasını ister Allah ve bunların inanan insanlar için büyük kabul değerleri olduğunu hatırlatır. Namaza hapsedilmiş bir kaç ayet değil din.

Hatta bir ayette güzel sözü  ağaca benzetir: ”Güzel söz kökü yerin derinliklerinde sabit dalları ise göğe doğru yükselmiş  bir ağaç gibidir ki, Rabbinin izni ile her zaman meyvesini verir. Düşünüp ders çıkarsınlar diye Allah böyle insanlara temsiller getirir.“ (İbrahim 24-25)

“Bu vahşetgâhda sen gel benimle dehri gûş eyle.”

Gel bu dünya denilen bir yönden vahşetgah gibi görünen dehri bel benimle dinle, onlardaki manaları biçimleri seyret der.

“Bulutlar, dalgalar, yıldızlar etrafımda hep mahrem;
Ağaçlar, cûylar, kuşlar, çiçekler dâimâ hurrem…
Düşün ol zâtı kim emriyle zâtından ıyân olmuş,
Vücûd-ı sermedîsinden zemîn ü âsmân olmuş,

Büyük şair Hamid Hazretleri, bu satırlarda bak neler söyler. Bütün bu kainat ve varlıklar O’nun, Allah’ın zatından ayan olmuş, andan yansımış, varlıklar Allah’ın Zatı, sıfatları, esması ve fiillerinden yansımıştır. Bazı sofular aracıyı kabul etmez her şey O der, bazıları daha makul herşey O’ndandır der, bu daha makuldür.

Denizi düşün bir katresi sonsuz bir dalgaya dönüşmüş.
Düşün deryâyı, her bir katre mevc-i bî-kerân olmuş,
İlahi sırları taşır, tek dil ve tekifade olmuş.
Hafâyâ-yı ilâhîdir ki yekdil, yekzebân olmuş.
İlahi sırları taşır, tek dil tek tek ağız olmuş
Bulutlar, dalgalar, yıldızlar etrafımda hep mahrem;
Ağaçlar, cûylar, kuşlar, çiçekler dâimâ hurrem…

Odur hîçî-i mâzî lücce-i sürh-i meşiyyette
Bu târîkî-i müstakbel kebûd-ı sermediyyette.

İrade-i ilahinin kırmızı çizgili belirginliğinde, mazinin hiçliği yoktur, zannedersem zaman yoktur der. Gelecek sonsuzluğun mavisidir, mazi ve gelecekte hiçlik yoktur.

Durur bir kibriyâ-yı bî-nihâyet nûr u zulmette,
Beraber cümle mevcûdât ü eşyâ hep muhabbette.

Karanlıkta ve ışıkta sonsuz bir büyüklük, Allah’ın kibriyası durur. Ve Bütün yarılmışlar ve eşya birbiri ile sevgi içindedirler, birbirlerini severler. Arı bal getirir, muhabbetle şevkle, koyun topla da olsa gider süt yapar getirir. Bulut heyecanla su getirir. Herkes ama herkes, sever sevilir ve büyük sevgilinin işini yapar. Sana herşey koşarken sen de O’na koş. Hayyalelfelah, Allahu ekber. Bunları Hamid söylüyor. Bravo sana Türk şiirinin devasa adamı.
 

Bulutlar, dalgalar, yıldızlar etrafımda hep mahrem;
Ağaçlar, cûylar, kuşlar, çiçekler dâimâ hurrem…
Eder yekdiğerin takbîl dâim zühre vü zerre,

Bu İslam felsefi hakikatlerini nasıl eğitim olarak almış Hamid. Kainat bir biri aile birlikte hareket eden nesnelerden oluşur, bulut yerdeki ota, karıncaya dönük, koyun semadaki ışığa dönük, herkes birbiri ile dosttur birbirinin elini öper, ortak hareket eder. Hamid’i öğrencimize anlatsak kim ateist, nihilis olur ki. Alemin en büyüğü zühre yıldızı ile maddedeki atom birbirine yardım eder.

“Yürür bir yolda murg u mâhî vü mehtâb ü şebperre,

Kuş, balık, mehtap ve yarasa hepsi birlikte yürürler ve bir hedefe çalışırlar.

“Otur şu minber-i deryâ-muhât-ı senge bir kerre,

Şu denizi gören taşın üstüne otur bir defa, her yerde Allah’ın varlığını eserlerinin izlerini görürsün. Semadan denizle karaya bak yine Allah’ı görürsün, nesneleri tanzim eder, gayelerine hazırlayan Allah’ı.

Hemen Allah’ı gör şâmil semâdan bahr ile berre.
Bulutlar, dalgalar, yıldızlar etrafımda hep mahrem;
Ağaçlar, cûylar, kuşlar, çiçekler dâimâ hurrem…
Yürür her burc bin asar-ı mücessemdir, mümâsildir,

Her burç  yıldız bin cisimleşmiş Allah’ın eserleridir, birbirine benzer. Gölgeyi görünüşte gölge sanma, öyle zannetme, onu geçici bir cisim zannetme. Bu görüntü aşağısı yukarısı yani yeryüzü gökyüzü, asıl merciye gelinen yere gidilecek yere Allah’a meyillidir, ona akar.

Zılâle sûretâ, zannetme lâkin cism-i zâildir,
Bu hey’et zîr ü bâlâ mercî-i aslîye mâildir,
Hepsi neşeli gülerek bir feyze nail olmuş kavuşmuşlardır,
Giderler şâd ü handân cümlesi bir feyze nâildir.
Bulutlar, dalgalar, yıldızlar etrafımda hep mahrem;
Ağaçlar, cûylar, kuşlar, çiçekler dâimâ hurrem…
Döner vâdide dûr a dûr bir ses, radlar çağlar,

Vadiden devamlı sesler gelir, gök gürültüleri çağlar ses çıkarır. Çimenlik mavi, koyunlar penbe, dağlar rengarenktir. Şafak, deniz,her taraf bütün altın ve gümüş renktedir. Bu şenlikte herşey gülerken mutlu iken birtek benim gönlüm ağlar.

Çemen mâî, koyunlar penbe, rengârenktir dağlar,
Şafaktan, bahrdan etmekte cem-i sîm ü zer bağlar.
Bu şenlikte benim gönlümdür ancak varsa bir ağlar.
Bulutlar, dalgalar, yıldızlar, etrafımda hep mahrem;
Ağaçlar, cûylar, kuşlar, çiçekler dâimâ hurrem…
İner sisler içinde bir küçük kız kûhdan tenhâ,
Sisler içinde bir küçük kız dağdan tenhna aşağı iner,

Seherin devamlı uyanık olan yıldızları, kahn görünür, kay kaybolurlar. Apokaliptik imajları piri Abdülhak Hamit. Boşuna dememiş Süleyman Nazif, “Hepiniz birleşsek bir Abdülhak Hamit olamayız.” Bu imajları hayal eden muhayyile muhakkak bunları kalemden sudur ettiren kalemden daha büyük.

“Doğarken necm-i bî-hâb-ı seher peyda vü nâ-peydâ,

Geçer saba rüzgarının mektupçusu, omuzunda deryanın coşmuş akisleri, imaja bak, muhayyileye bak, şaire bak. Büyük şair büyük hayal demek.

“Geçer peyk-i sabâ dûşunda aks-i cûşiş-i deryâ,
Zindan vatanımı hazırlatmakla derdini canlandırır
Ceres yâd-ı vatanla dilde eyler derdimi ihyâ.
Bulutlar, dalgalar, yıldızlar etrafımda hep mahrem;
Ağaçlar, cûylar, kuşlar, çiçekler dâimâ hurrem…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
3 Yorum