Zıtların rehberliği

Lemaat ekseninde duygu çağrışımları(13)

Zaman ahir zaman olması dolayısıyla çok özellikli bir çağda olduğumuzun farkına varmak özellikle mümin için önemli bir düzeydir.

Çünkü bu çağın küçümsenmeyen ciddi bir özelliği hiç de kendini belli etmeyen koyu cehalettir. Buna paralel olarak günümüz insanı hakikatten yana değil de yığınlardan taraf olma gibi bir tutuma daha çok meyilli. Böyle olunca değerlerin birbirine karıştığı bu karmaşanın içinde doğruyu bulmak zorlaşmıştır.

Gündemi yakalayarak çağı anlamak demek, içinde bulunduğumuz çağın özelliğinin farkına varmaktır, inceliklerini bilmektir; felsefesini, aşkını, sevgi düzeyini, tutkusunu, değer ölçüsünü, bakış açısını, dünya görüşünü… Gündemde boğulmak bilgisizliktir. Düşünmeden yığın psikolojisine kapılmak cehaletin koyusudur.  Yalnızlıktan kurtulayım derken, kurtların içine düşmek yol yordam bilmemektir. Bilgi çağında alternatifler daha yoğun;  alternatiflerin içinden sıyrılıp kendi fıtratına yoğunlaşmak ise bir kahramanlık.  

Halbuki çağımız, övündüğü modernlik ve teknolojiyle geçmiş çağlar karşısında ün yapmış. Ama eriştiği teknoloji düzeyi ona sanki avantaj yerine dezavantaj sağlamış. Teknolojiyi emrinde ve hizmetinde kullanacağı yerde makinelerin emrine girmiş. Öylesine ki kendisi de makineleşmiş, âdeta o da makinenin dişlisi olmuş bir hali yaşamaktadır; duygudan, romantizmden, sohbetten, birbirine sokulmaktan, gülmekten, duygulanmaktan, sevgiyi doyasıya yaşamaktan uzak…

Ne yazık ki çağın gereği olarak insanlık, moda adına ihtiyaç duyulan çok şeyin zorunluluk hale geldiğini, hakkın kuvvette olduğunu, nefsanî arzuların tatmini hayatın anlamı olarak lanse edildiğini, gününü gün etmenin ve ne olursa olsun çıkarın tek amaç bellendiğini, yığınların gittiği yönün çaresiz herkesin gitmek zorunda kalındığını sürekli telkin eden  bir medeniyetin bombardımanı altındadır.  Doğrular o denli şekilden şekle girerek yanlışlarla yer değişmiş ki onları birbirinden ayırt etmek için ciddi bir çaba sarf etmek gerekir. Bir yanlış, doğrusunun da ne olduğu net bir şekilde bilinmedikçe karmaşa ve kaosa girmekten kurtulmak çok zor…

Oysa doğru her zaman doğrudur, evrenseldir, dün nasıl idiyse bugün de odur. Çokları taraf olsa da yanlış hiçbir zaman hangi şartlarda olursa olsun doğru olamaz.

Bediüzzaman çağımızın bir özelliği olarak “Zaman olur zıt, zıddını saklarmış. Lisan-ı siyasette lafız, mananın zıddıdır.” dedikten sonra, edebî bir söyleyişle “Adalet külahını, zulüm başına geçirmiş” diyerek zalimin kılık değiştirmeyle kendini adaletin timsali gösterdiğini misal olarak vermiş. Böylece asla dış görünüşün iç dünyayı temsil edemeyeceğini, suretlerin iç donanımın yerini tutamayacağını, aklın kalbin yerini alamayacağını, maddenin manasız bir şey ifade etmeyeceğini, velhasıl görkemli bir giysinin eşeği eşeklikten kurtaramayacağını vurgulamak istemiş.

Bir şeyi zıddıyla bilmek farkındalıktır elbette. Cehaleti ortadan kaldıran bilgi de budur. Yoksa çoğunluğun koşuşturduğu şeylerin her zaman bir ölçü olamayacağı açıktır. Çoğunluğu baz olarak alıp doğruyu belirlemek, hiçbir araştırma yapmama ve kolaya kaçma olarak tezahür eden cehaletin eseridir. Daha işin başında bir hakikat ne zaman kitleler tarafından alkışlanmış ki!

Tarih bu örneklerle doludur. Bir defa peygamberler, ilkin çok az insan toplayabilmişken, daha sonra zıtları bilenlerin bilinçliliğinde, hak bildikleri yolda tek başına gitmeyi göze alanların cesaret ve kararlılığında çok taraftar bulmuşlar. Bazı peygamberler de bir iki taraftar bile bulamamış. Bütün davalar tekle başlamış, daha sonra kalabalıklara mal olmuş. Hz. Âdem tekti, Hz. Nuh, Hz. İbrahim, Hz. Musa, Hz. İsa tekti.  Hz. Peygamberimiz de tekti; sonra dört ve daha sonra kırk, dört yüz, yüz binler oldu ve sonraları her asırda farkındalık düzeyinde olan milyonlar onu rehber edindi.

Batı’da da düşünen kafalar, toplumlarının bu bilinçsiz yığınlarının ruh ve mana yoksunluğunu hiç hayra yormamışlar. Maddî yönden bir ilerleme kaydetmiş olsalar da insanlığın asıl ihtiyaç duyduğu manevî yönden hiç de istenilen bir düzeye gelinemediğini bağırıp durarak çevrelerini uyarmaya çalışmışlar. Yığın psikolojisinin verdiği heyecanla bir yolda kalabalık oluşturmaları insan gelişiminde bir fayda sağlayamamış. Topluca insanlar özgürlük adına belki de tarihte görülmemiş bir kölelik dönemini yaşamış. Bu durum yalnızca gününü gün etmek isteyenlerde kalmamış, inanan kesime de son derece olumsuz etki bırakmıştır. Öylesine ki bunlar “Zaman değişmiş, zamana uymak gerekir” gibi sathî bir mantıkla tutulan yolu aklileştirmeye yeltenmişler. Oysa zamanı değiştiren insanlardır, onların anlayış ve algı düzeyleridir. Deve kuşu misali olup bitenleri görmemek için örtüler içine gizlenmenin hiç kimseye faydası yoktur.

Bediüzzaman Lemaat’ta “Esaret-i hayvanî, istibdad-ı şeytanî hürriyet nam verilmiş” diyerek, insanı insan eden özgürlüğün zamanımızda nasıl algılandığına dikkat çekmiştir. Hayvanî duyguların kölesi olmanın ve şeytanın istediği şekle bürünmenin nasıl kendimizden kaynaklanan bir özgürlük olabileceği şaşılası bir şeydir. Halbuki insanın dünyaya gelişinin asıl amacı bir mücadele bilinci içinde hayvanî ve şeytanî eğilimlerden kurtulup akıl, ruh ve kalp birlikteliğinde duygu dengesini kurmak, bu düzeyde özgürlüğü yaşamaktır. İnsanın asıl ihtiyaç duyduğu rahatlık ve olgunluk da budur.

On dokuzuncu asır, özellikle batı kaynaklı sınırsız bir özgürlüğün sarhoşluğuyla uyuşmuş ve bu asrın insanî değerleri ciddi anlamda erozyona uğramıştır. Doğrular değil yığın ve sürü psikolojisi topluma hâkim olmuştur. Zor olduğu için bireysellikten uzaklaşılmıştır. Sorumluluktan kurtulmak için özgürlükten de vazgeçilmiş, çağımızın karakteristik köleliğine talim edilmiştir. Ruhlara korku sinmiştir. Doğruyu aleni söylemekten çekinilmiştir. Yığınlar öyle bir hale gelmiş ki doğru ile yanlışın nerede olduğu konusunda kuşkuya düşülmüştür; hatta sırf bu yüzden geçici rahatı kaybetmemek için manevî sarhoşluğa kurtuluş simidi olarak sığınılmıştır.

Sürü ve yığın psikolojisi çağı o denli etkilemiş ki insan doğruları araştırmaktan çekinir hale gelmiştir. Yalnız kalmaktan korktuğu için aklını kullanmayı da düşünmemiştir. 

Oysa herkese rağmen doğruyu görmek ve benimsemek, yalnız kalmayı göze almaktır. Özgürlüğü seçimde de zaten yalnız, tek başına kalmak vardır. Sorumluluk ise özgürlük ile art başı gitmelidir; yani ne kadar sorumluluk o kadar özgürlük.

En büyük korkaklık, doğruda yalnız kalmaktan korkmaktır. Oysa hak bellediğin yolda yalnız gideceksin. 

Aslında doğruda tek başınalık, tam aksine güçtür, yiğitliktir; kâinat Yaratıcısının gücünü yanına çekmektir. Ne pahasına olursa olsun doğruya adım atmak, atılması gereken en sağlam temeldir; bu dünyada geleceğin, ahiretin ve sonsuzluğun temelini atmaktır.

Değerlerin şekil ve yer değiştirdiği bir çağda olduğumuz için zıtların farkına varmak bilgi hamulemizin temel taşıdır.

İşte bu farkındalık, her yerde aranılması gereken zekâ inceliğidir. 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.