Zeki KAMİLZÂDE
Papa yüzünden Türk düşmanı sayılmamız an meselesi!
Eskiden generaller siyaset konuşunca rahatsız olurduk muhterem kârîlerim. Erhan Afyoncu'yla birlikte bu âdet de ortadan kalktı. Uçana yazıyor, kaçana yazıyor, yazıyor da yazıyor. Sosyal mecrayı inim inim inletiyor. Komutasına gerçek bir ordu vermemişler. Eee savaş da çıkmıyor. Ne yapsın garip? O da balistik füzelerini tivitırdan sallıyor. Hey maşaallah. Geçenlerde de Papa'nın Türkiye ziyareti üzerine bir paylaşımda bulundu. Hemen şuracığa alıntılayalım:
"Papa II. Urbanus, 27 Kasım 1095'de Clermont Konsili sırasında din adamlarından ve halktan oluşan büyük bir kalabalığa hitap etti. Ortaçağ'ın en etkili konuşmalarından birini yaparak, Avrupa'daki bütün Hristiyanları, Kutsal Toprakları geri almak için Müslümanlar'a karşı savaşa çağırdı. 'Deus vult!' yani 'Tanrı bunu istiyor!' haykırışıyla bitirdiği konuşması 200 yıl sürecek Haçlı Seferleri'ni başlattı. Haçlı Seferleri sonucunda yüzbinlerce Müslüman, Hristiyan ve Yahudi katledildi. Haçlılar'ın Ortadoğu'da kurduğu devletler, Türkler'in birkaç asır süren mücadelesi sonucunda yokedildiler. Papa 14. Leo, bir tesadüf eseri olsa gerek, Haçlı seferlerini başlatan konuşmanın 930. yıldönümünde, 27 Kasım'da ülkemize geldi."
Demek Erhan Afyoncu'nun gördüğünü Erdoğan göremiyor ki böyle şeyler oluyor. Yahut başkomutan bu generalinin neler düşündüğünü pek önemsemiyor. O da tivittırdan CB'mıza ulaşmaya çalışıyor. Ya nasib. Belki de ulaşır. Ulaşırsa, Papa'yı ağırlama töreninde kadınlara ilahî söyletmenin, özellikle de "Ay doğdu üzerimize..." söyletmenin pek hikmetli olmadığını da belirtsin. Cık, cık, cık. Onun yerine Mustafa Sandal var. "Aya benzer yüreğim..." de söylenebilir. Zira Papa'nın Türkiye'yi 'müslüman olma niyetiyle' ziyaret ettiğini pek sanmıyoruz. Kadınlardan şarkı/ilahî dinlemek, yalnız müslümanlıkta değil, katolikte de pek sevilen bir iş değildir diye duyduk. İşi siyasete münhasır tutarsak kimse yara almamış olur. Gelelim benim asıl tenkid etmek istediğim hususa...
Erhan Afyoncu yukarıdaki mesajında şöyle bir cümle kullanıyor: "Haçlılar'ın Ortadoğu'da kurduğu devletler, Türkler'in birkaç asır süren mücadelesi sonucunda yokedildiler." Bakınız, burada böyle, ama yukarıda 'öldürülürken' Türkler hiç piyasada yoklar: "Haçlı Seferleri sonucunda yüzbinlerce Müslüman, Hristiyan ve Yahudi katledildi." Hani geçenlerde, yine Erhan Afyoncu tenkidi içeren bir yazıda, Ahmed Ay, başlık olarak şunu istimal etmişti: "Kazanınca Türk oluyoruz kaybedince Türkiye..." İşte, Erhan Hoca, o tavrını bu paylaşımda da sürdürüyor sanki. Kaybedilen yerde 'Türklerin de kaybettiği' imâsı içerecek hiçbir topa girmiyor. Hemen ifadeyi değiştiriyor: 'Müslümanlar katledildi.' Peki kurtaranlar kimler? Hooop. İşte Avengers geliyor: 'Türkler kurtardı.'
Yani, Bediüzzaman'ın tabiriyle; "Birşeyde hasıl olan mehâsin ve şerefse, havas ve rüesâya o şey peşkeş edilir. O şeyden neş'et eden seyyiat ve şer ise, efrad ve hem avâma, taksim, tevzi edilir. Aşiret-i galipte hasıl olan şerefse, 'Hasan Ağa, aferin!' Hasıl olan şer ise, Efrada olur nefrin. Beşerde şerr-i hazin!"
Tabii, Hasan Ağa her zaman 'tek bir kişi' olmuyor, bazen de bir 'ırk' oluyor. Çünkü, yine gözümün nurunun tabiriyle, bazen böyle kişiler 'menfaat-i şahsiyesini bazı menfaat-i kavmiye içinde arayan dessas bir hodgâmdır.' "Ben var ya ben!" diyemediği için "Biz var ya biz!" der. Halbuki 'biz'de övdüğü yine kendi nefsidir.
Her neyse... Afyoncu'nun afyonu kendisine. Ben de bu yakınlarda, ne tevafuk, Amin Maalouf'un (bizcesi Emin Mâluf'tur) Arapların Gözünden Haçlı Seferleri isimli eserini okudum. (Papa'nın gelişine özel değil. Ben Papa için tören yapacak adam değilim. Kitabı aylar önce almıştım da okumak yeni nasip oldu diyelim.) Evet. Orada, Emin Mâluf, bütün oryantalistliği içinde, Arap müelliflerin haçlı seferlerinde yaşananlara dair naklettiği bilgilere yer veriyor. Büsbütün kitabın ismine kanıp 'Arapların gözüyle' sanmayın. İlla Emin Efendi'nin oryantalist damarı işleri bulandırıyor. Suizanları arttırıyor. Kemalleri örtüyor. Lakin dikkat çektiği güzel şeyler de var.
Bunlardan bence en önemlisi de 'haçlılarla mücadele'nin, en özünde, 'ümmetin topyekün mücadelesi' olduğudur. Ve bu mücadelede ağırlıklı olarak Türk, Arap, Kürt unsurların yeraldığıdır. Mesela, 116. sayfada, Musul Atabeyi İmamüddin Zengi'nin hayatını Eyyub adındaki genç bir Kürt zabitin kurtardığını aktarıyor. (Daha sonra 'Eyyübîler' olarak bileceğimiz bu hanedanın en önemli ismi Selahaddin Eyyübî'dir.)
142. sayfada ise, okurken benim de duygulandığım, bir sahneyi anlatıyor Mâluf. Haçlılar Şam'ı kuşatıyor. Şam diğer illere yardım çağrısı gönderiyor. Düşman çok kalabalık. Bir huruç deniyorlar fakat işler iyi gitmiyor. Devamını kitaptan okuyalım: "Pazartesi sabahı Şamlılar yeniden umutlanırlar. Çünkü kuzeyden dalga dalga gelen Türk, Kürt ve Arap atlıları görürler. Unar, bölgedeki tüm emirlere yazıp yardım istemiş, onlar da kuşatılmış şehrin imdadına yetişmeye başlamışlardır. Ertesi gün de Nureddin'in Halep, ağabeyi Seyfeddin'in de Musul ordusunun başında gelecekleri bildirilir..."
Uzatmayayım, kitabın içinde bu neviden misaller çoktur, paylaş paylaş bitmez. Hülasa anlaşılacak olan şudur: Haçlılara karşı mücadele, sadece Türklerin değil, Arapların ve Kürtlerin de katıldığı, başrolünse dönem dönem değiştiği bir mücadeledir. Bir dönem Selçukîler başrolü oynamışlardır. Sonra Eyyübîler başrole geçmişlerdir. Sonra yine Memlükîlerin cihadıyla iş bitirilmiştir. Hem başrol oyuncuları değişse de, onların arkasındaki mübarek orduda, Kürtler-Araplar-Türkler karışıktır. Yani bölgede yaşayan hamiyet sahibi her müslüman bu işlerde taşın altına elini koymuştur. Cihadını etmiştir. Gayretini ortaya dökmüştür. Şehid-gazi olmuştur. Bu ümmet böylesi zaferleri 'hep beraber' kazanmıştır. Sadece bir kavmin eliyle olmamıştır.
Bununla birlikte, Türklerin hamiyetine bin teşekkür ederiz ki, onlar bu davayı bin sene kılıçlarıyla Avrupa'nın göbeğine kadar taşımışlardır. Allah o mübareklerin hepsine rahmet etsin. Şefaatlerine bizleri nail eylesin. Bu konuya bakışımız tıpkı Üstadımız gibidir. Türkleri bu hamiyetlerinde tebrik etmekten, onları önümüzde görmekten, yanımızda görmekten, başımızda görmekten memnuniyetsiz olmayız. Ancak şunu önemseriz: Bütün bunların ardında ümmet şuuru zarar görmesin. Komutan zaferi paylaşsın ki zafer askerlerin de olsun. Ki zaten hakikatte zafer sadece komutanın değil bütün askerlerindir.
Nasıl ki kemalistler bütün mücahidlerin-mücahidelerin gayretiyle kazanılmış bir savaşı tutup Mustafa Kemal'e yazıyorlar. Ondan başkasına paye vermiyorlar. Hatta "Atatürk olmasaydı babanızı bilmezdiniz!" gibi herzeler savuruyorlar. Afyoncular da, başka bir şekilde, şeytanın sağdan yaklaşması gibi, ümmetin beraber verdiği mücadeleleri tutup salt ırklarına yazıyorlar. Böylece kardeşlerinin kem damarlarını da tahrik ediyorlar. Şeytanlarına yardım ediyorlar. Halbuki paylaşılsa güzelleşilecek. Paylaşılsa kardeşleşilecek. Yine Bediüzzaman'ın verdiği misalle "Bir vakit ihtiyar bir kadının sekiz oğlu varmış. Herbirisine mevcut sekiz ekmekten birer ekmek verdi, kendine kalmadı. Sonra, herbirisi ekmeğinin yarısını ona verdi. Onun ekmeği dört oldu; ötekiler yarıya indi..." sırrına mâsadak olacak. Sizin hamiyetiniz kardeşlerinizden de size bin hamiyet olarak dönecek.
Her neyse... Bugünlük bu kadar 'Türk düşmanlığı' yeter. Neden böyle söyledim? Şimdi böyle şeyler yazdığınızda da hemen Türk düşmanı ilan ediliyorsunuz da ondan. Yani 'ümmetçilik' yapmak otomatikman 'Türk düşmanlığı' oluyor. O kadar sık böyle suçlamalara mâruz kalıyoruz ki, müslüman Türklere her namazın ahirinde yüzbin dua da etsek, insafsızların gadrinden kurtulmak mümkün olmuyor. Kaçmayı bıraktık artık. Gerek yok. Yazacağımızı yazıyoruz. Yangın odundan korkmaz. Gayrı dayanağına da katlanacağız, vesselam.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.