Zalimlik ve cahillik bir tercihtir

Kur’an’dan Risale-i Nur Perspektifinde Günümüze Mesajlar (32)

Yer ve gök bizi aşan kâinatın iki unsuru. Cirmimiz ikisiyle de boy ölçüşemez; olsa olsa bu iki unsurun içinde işgal edeceğimiz yer yalnızca bir nokta bile değildir. Ama yeteneklerimiz ve manevi değerlerimizle ikisini de aşarız. “Kâinat insan kalbinin bir köşesini bile dolduramaz” yaklaşımına göre, manevi yapımız içinde onların yeri ancak bir nokta kadardır.

İnsan maddi yapısıyla değil manevi yapısıyla insandır.  Bu yapısıyla da onların üstesinden gelemeyecekleri ağır yükleri taşıyabilmektedir. Kapsamlı bir sorumluluk olan “Halife” unvanını da bu manevi yapısıyla hak etmiştir.  Sorumluluğun olmadığı yerde ödül de yoktur ya da ne kadar sorumluluk o kadar ödül vardır.

Kur’an, insanın bu görevi üstlenmekle karşı karşıya kaldığı kritik sorumluluğu ifade teme noktasında

اِنَّا عَرَضْنَا الْاَمَانَةَ عَلَى السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَالْجِبَالِ فَاَبَيْنَ اَنْ يَحْمِلْنَهَا وَاَشْفَقْنَ مِنْهَا وَحَمَلَهَا الْاِنْسَانُۜ اِنَّهُ كَانَ ظَلُوماً جَهُولاًۙ

yani “İşin gerçeği Biz emaneti göklere, yere ve dağlara sunduk; onlar emaneti taşımaktan kaçındılar, ondan dolayı tedirgin oldular, nihayet onu insan yüklendi: ne var ki o da zalim ve cahil olup çıktı.”[1] diye dile getirmekle insanın diğer yaratıklardan olan önemli farkına değinmektedir. “Onu yüklendi ya da onun sorumluluğunu üzerine aldı” demekle insan kendisinde var olan iradesiyle bir tercih yapmış oldu ve kendisinde olan donanımla bunun üstesinden gelebileceğine kanaat getirmişti. Ne var ki bu emanetin hakkından gelemediği sürece bir risk onu beklemekte olup zalim ve cahil olma sonucuyla da karşı karşıyadır. 

“Emanet” e çok değişik anlamlar yüklenmiş. Sözlük anlamı “korku ve kaygının gitmesi, insanın korunma konusunda gönül rahatlığı içinde bulunması” olmakla, din terimi olaraksa en geniş ve kapsamlı anlamıyla “İnsanın, akıl ve hür iradeye dayalı yükümlülüğü” diye mütalaa etmek sanırım yerinde olur.[2] İnsan bu ağır yüke muhatap olma kabiliyetine sahiptir. Fıtratının gerektirdiği bir şekilde yerine getirmeye çalışırsa “emanet” e sadık kalır; yok, fıtratının dışında yeteneklerini kullanırsa “emanet” e ihanet etmiş olur. Hiç de insan yaratılışına yakışmayan zulüm ve cehalet bu süreçten sonra başlar.

İnsan bu donanımıyladır ki diğer yaratıklardan ayrılır. Ne hayvanlar ne de melekler bu sorumluluğa muhataptır. İnsanın iyiliğe ve kötülüğe kabiliyeti sonsuzdur; “alay-i illiyyin” yani yükseklerin en yükseğine çıkabilir ve “esfel-i safilin” yani aşağıların en aşağısına inebilir. En yükseğe çıkabilmenin yolu fıtrat kanunlarından geçer; düşüş de kabiliyetleri yerli yerinde kullanamamaktan ve fıtrata uygun hareket edememekten… Fıtrat ve vicdan imanı, tek Allah’ın kâinatı en küçük ayrıntıya kadar idare etmesine imanı gerektirir. İmanı elde eden yaratıklar içinde büyük ayrıcalığa sahip olur. Bediüzzaman bunu çok veciz bir şekilde formüle eder: “İman, insanı insan eder, belki insanı sultan eder. Öyle ise, insanın vazife-i asliyesi iman ve duadır. Küfür, insanı gayet âciz bir canavar hayvan eder.[3]

İnsanın sorumluluğunu gerektiren elbette iradesiyle baş başa kalıp özgür olmasıdır. Hayvanlarda onları sorumlu hale getirecek bir irade yoktur. Meleklerse her zaman iyiden yana olmaya memurdurlar. Bundan ötürüdür ki bu iki mahlûkun makamları tekdüzedir; çift kutuplu değildir. Bu emanete sadık kalan insan, günahsız olan meleklerin de çok üstüne çıkmasının sırrı budur. Bedelsiz ve risksiz hiçbir erdem yoktur.

Kur’an’ın “Doğrusu Biz insanoğlunu kat kat ikram ederek onu üstün ve şerefli kıldık[4] ayetine göre insanın tabiatı icabı şerefli olduğu vurgulanmaktadır. Oysa yukarıdaki ayetin son parçası olan “O zalim ve cahil olup çıkmış” diye insanın vahşileşebileceğine de dikkat çekmektedir. Şeref ve vahşiliğin bir insanda yansıması tezat gibidir. Aslında hiç tezat değildir. Çünkü insan düalist bir varlık. Bediüzzaman “İnsanların kuvalarına ve hissiyatlarına fıtraten bir had bırakmamış, fıtrî bir kayıt koymamış, serbest bırakmış.”[5] demekle iki kutupluluğun adresini insanın kendinde olan yetenekleri olumlu ya da olumsuz kullanmasına bağlamaktadır. İnsanlık tarihi zalimler ve adillerle doludur. Yine tarih iyiler ve kötülere sahne olma noktasında ibret alınacak çift kutupluluktur.

“Ene”, tam karşılığı olmasa da günümüzde çokça kullanılan “ben” de insan türünün gelişmesine ve yıkımına sebep olan faktörlerin en önemlisidir. Ağır yük olan “emanet” ancak insanda son derece girift bir değer olan “ene” ile, yani “ene” yi ele alış biçimimizle yerine getirme söz konusu olabilir. “Ene”, bizde bir çekirdektir; ona uygulayacağımız bakım sonucunda faydalı ya da zararlı bir ağaç olma durumundadır. Onun mahiyeti bilinmekle açılır, kâinatın sırlarını açacak bir anahtar oluverir.

“Ene” olmadan insan, insanlığını yerine getiremez ve “ene” bilinmeden yani yüce yaratıcının varlığını bilip anlamada kullanılmadan hiçbir gelişim kaydedemez. “Ene” bir ölçüdür ki, onun sayesinde kâinatı yaratan Allah’ın ne büyük bir güç ve kudrete, ne büyük bir tasarrufa, ne büyük yüce sıfatlara sahip olduğunu anlayabiliriz. Bizdeki “ene” yani benlik, kendisinden çok başkasını, yani Allah’ı gösterir ve göstermelidir. “Manay-ı harfi” gibi, manası kendinde olmayan ve başkasının manasını gösterendir. Elle tutulan bir varlığı yok. Onu Yaratıcının varlık ve birliğini anlamada kullanan ondan yararlanır ve kâinata ilişkin birçok sırları gün yüzüne çıkarır. Hayatı dolu dolu yaşar. Her hangi bir korkuya kapılmaz. Çevresinde vahşiler değil hep dostlar görür.

Onda bir varlık görmeye kalkışan, yani ona “manay-ı ismi” ile bakmaya çalışansa, elindeki feneri kıran biri gibi karanlıklarda kalır, orada emeklemeye başlar. O artık korkular içindedir. Çıkış yolu bulamaz. Kendi beden zindanının içinde bütün hayatını zehir eder. Bu tür bir insan, zalim ve cahil değil de ne olabilir? Demek zalimliği ve cehaleti isteyen biziz. Buysa “emanet”e ihanettir. Sorumluluğu yerine getirmemektir.

Emanete ihanet, asli görevimizi yapmamaktır. Hiçbir varlığın kaldıramadığı ağır sorumluluğu, insan, ancak kendini tanıyarak yeteneklerini tam kapasiteyle çalıştırırsa yerine getirebilir. İnsan bu görev bilinciyle insandır.

اِنَّهُ كَانَ ظَلُوماً جَهُولاً  yani “ O gerçekten çok zalim ve cahildir” diye geçen ayetin bu parçası sanki ilkin insanın bu sorumluluğu üstlenmekle iyi yapmadığı şeklinde anlaşılabilir; ancak onun zalimlik ve cahilliği bu göreve talip olmasından değil kendisine verilen kabiliyetleri yeterince kullanamamasından kaynaklandığı açıktır. Fıtratının yolunda gitmesi amacına ulaşması için yeterlidir. Zalimlik ve cahillik bir tercihtir; insanın tercihidir. Kendi konumunu ihmal etmesinin yolu zalimlik ve cahilliğe çıkar. 


[1] Kur’an, Ahzab:72

[2] Kur’an Yolu Tefsir ve Meal, İlgili ayet, Diyanet Yayınları, Ankara

[3] Nursî, Bediüzzaman Said, Sözler, 23. Söz, 1. Mebhas, 4.Nokta, erisale.com

[4] Kur’an, İsra: 70

[5] Nursî, Bediüzzaman Said, Sözler, 26. Söz, 3. Mesele, erisale.com

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum