Zalime karşı tükürmek

Yıl 1922.
İstanbul işgal altında.
Varlığını kaybetmiş bir padişah var ortada. 600 yıllık Osmanlı çınarının gövdeden aşağı kırıldığı ve yere düşeceği anlar… Ağacın inleyerek “hark” dediği ve ses çıkararak boynu bükük yıkıldığı en acı an.
İngilizlerin “Boğazımıza bastığı bir anda”, müstebit, hilekâr ve fitnekar  bir ruh  haliyle Meşihat-ı İslamiye’den cevaplamasını istediği altı sorusu var. Üstelik cevap formatını da 600 kelime ile sınırlayacak kadar buyurgan.
O zamanlar adı Dar-ül Hikmetül İslamiye olan, bugünkü eşdeğeri ile “Din İşleri Yüksek Kurulu” konumundaki kurumdan bir cevap isterler. Görev Bediüzzaman’a verilir.
Bediüzzaman’ın cevabı kısa, öz ve keskindir:
“Tükürün o ehl-i zulmün o merhametsiz yüzüne"

Bediüzzaman’ın değer sistemi muhabbettir

Bediüzzaman’ın dünyası şefkat deryasıdır. “Gözümde ne cennet sevdası var ne cehennem korkusu” diyecek kadar kulluk görevinin şuurundadır. Davası için “dünyamı da feda ettim ahretimi de” dediği an, insanın kendi varlığından koptuğu andır. Mesleğinin dört esasından biri şefkattir. Mahviyet içinde bir ihlâs abidesidir. Toleransın zirvesinde kendini feda ettiği  bir değer sistemi vardır: Adı muhabbet. “Biz muhabbet fedaileriyiz” hakikatini, hepimiz adına, “Biz” öznesinde söyler. Asli ve bütünlük sorumluluğumuz burada saklı.

Bediüzzaman’ın hayatı anlamsız gördüğü an

İşte Bediüzzaman’ın şefkat ve muhabbetinin bittiği, asla taviz vermediği, hatta celallendiği, haykırdığı, kendinden geçtiği ve üstüne yürüdüğü bir sıfat vardır ki, o anda Osman Serdengeçti’nin tabiriyle  bir “şahenşah” gibidir.
Hiç kimseyi takmadığı, eyvallah demediği ve hayatı anlamsız gördüğü, yaşamayı kıymetsizleştirdiği an, zalimlere duyduğu tepki ve hiddet anıdır.
“Birkaç dakika daha o hunhar kumandanın kalbi, vicdânı zulümkârlığa dayanabilseydi, Said bugün asılmış ve mâsumlar zümresine iltihak etmiş olacaktı” dediği an, hayatın sıfır noktasıdır.
Bediüzzaman’ın hayatında asla müsamaha hakkı olmayan sıfat zalimliktir. “İki hayatımı elimde tutmuşum, tek hayatı olanlar karşıma çıkmasın” tehdidini yönelttiği muhatabı zalimlerdir.
Zalime karşı susmak, temkinli olmak, tahammül edip yutkunmak ve dümenine su taşırcasına yan durmak, Bediüzzaman’ın hayatı durdurduğu, anlamsız gördüğü andır.

Ruhu öldürmemek

Zalim karşısındaki çekingenliği “Vücuttan önce ruhun ölmesi” olarak tarif eder. Ruhunu, yaşamaya feda etmez. “En cebbar komutan bile olsa” ruhunu haykırır, hayatını feda etmeyi göze alırdı.
Zalim, zalimdir. Irkına, dinine, bölgesine, ülkesine, başka meziyetine, hilekâr vasıflarına, zulmünü örten oyunlarına, aklı çelen görüntüsü ve aldatmasına göre değerlendirilmesi gereken bir özelliği olmamalı.
“Mağrurlanma padişahım, senden büyük Allah var” ikazı, ezel ve ebed davasına cihad yolunda baş koymuş zatlara söylenmiştir.
“Zalimlere meyletmeyin, sonra size ateş dokunur” ayeti yol gösterici bir işaret fişeğidir.
Genelde muhalif zalimi affetmeyiz de “bizim” zalimleri, yerli neronları, nefsin zulmünü, “cahil ve zalim” insan tarifini ve onun tezahürlerinin dizimizin dibindeki hiddet ve şiddetini görmezden geliriz. Ruhumuzu öldürme pahasına doğruyu ifadede zorlanırız, politik arenanın kurbanı oluruz. İşte ruhun daraldığı kesit budur.
Zalime karşı susmanın psikolojisi, genelde mahalle baskısından kaynaklanır. Direnmenin maliyetine katlanamamaktan ortaya çıkar. Kaybetme korkusu yaşayan statüko, zalimce bir ihtiras ve şantajdan beslenen tuzağına düşüreceği zaafiyetleri belirlediği an, değişken karakterin figüranı olur.

Zulmeden babamız da olsa tavır koymak 

Zalim, hep maske kullanır. Yol almaya, gücünü korumaya, statüsünü kollamaya, statükosunu devam ettirmeye göre her yolu, her tarzı ve tavrı mubah görür. En tehlikelisi de mukaddesler üzerinden, kudsi değerler üzerinden su istimal edilen, güveni kötüye kullanan hallerdir. Burada inanmanın nefse emanet kalıbı içinde geliştirilen gayr-i insani bir tahrip, şüphe ve kuşku verme, tehdit ve direnci kırma zalimliği var ki; tek çaresi bu korku ve itham üzerine kurulu ve elindeki kozu zalimce işletene egolara/nefislere karşı açık ve şahsiyetli tavırdır.
Çünkü böylesi bir zeminde hürriyet gülü yeşermez. Filizlenme olmaz. Üstüne taş konmuş çekirdekler gibi büyümesi, filizlenmesi ve açılması imkânsızlığa yakındır.
Baba, ne kadar kıymetli bir varlık ve hürmeti hak eden bir sıfatsa, beraberinde zulüm yapan zalim sıfatı da o kadar ret edilmeyi hak eden bir sonuçtur. “Babalar zalim olmaz” kaidesindeki zalim vasfı, bir hakikati yaralamış ve gölgelemiş olur. Baba zalim değildir elbette, ama zalim babadır.
Zulmeden halife de olsa “haydut” olarak tanımlamayı ve ona itaat etmemeyi duruş olarak ortaya koyan da Bediüzzaman’dır.

Zalimlere geçit yok 

Bediüzzaman’ın hayatında zalimlere geçit yoktur. Asla affedilmeyen kesimdir. Rus başkomutanı Nikola Nikolaviç karşısında hayatı hakir gören tavrı “ayağa kalkmamak”tır. Sembol direniştir.
Mustafa Kemal karşısındaki hiddeti ise iki parmağının uzandığı gözleridir.
Kör Hüseyin Paşa karşısında ise, kılıcın değil elin keseceğini haykıracak kadar kavga ve mücadele doludur.
O dindar ve evliya mertebesinde gördüğü padişahların halifelik unvanları dâhil, Bediüzzman’ın temenna etmesine gerekçe olmamıştır.
Ehl-i imanla beraberliğin şartlarından biri de asayişi bozmamaları. Her zalim asayiş bozucudur. Başka ifadeyle, güven köprülerini yıkan zalimdir. Kuvvet elde iken üstü örtülen hak gaspları ise başlı başına profesyonelce hile ve cinayettir.
Müminin müsamahası hak sahiplerinedir. Tavrı ise, hak gasp eden despot ruhlaradır. Nefsimizin zulmünden ve zalimliğinden başlayarak etrafımızdaki her nefsin zulmüne karşı adalet terazisinde herkesi tartmayı, eşit davranmayı ve taraf olmamayı gerektirir.
Sevmediklerimizin hukukunu savunmak, asgarisinden insani bir özelliktir. Ahlaki zeminin yeşermesi buna bağlı. Toplumun güven debisi de böyle inşa edilmeli. Farklı fikir, bizzat saygı ister, kabul böyle inşa edilmeli. Yoksa müstebit oluruz.

İki tercih: Ya “zalim” sıfata ya da rüzgâra tükürmek

Sonuç olarak, “zalimlerin satranç oyunları” içimizdekilerin, yerlilerin maskesini düşürürken, hileli nefsin tarafgirlik ve sevmediğinin muvaffakiyeti karşısından kıskanma, hazımsızlık ve grup ırkçılığı mantığı ile Emevilik kokan her hali, her tevili ve menfilik kokan garazkâr tutumları zalimcedir. Enaniyet kurmasıdır. Beşeri zafiyetin tahakküm alanıdır.
Bu hal, içimizdeki Ergenekondur. Nefsin Ergenekonudur. İlişkisiz hallerden bağ kuran, zıt insanları, sıfatları berabermiş gibi birbirine bağlayan bir tezgâhın kapalı devre işlettiği bir zihin bozma ve mefluç etme halidir.
Şeffaf, berrak, hadiseleri önden okuyan ve karanlık komplo teorilerine sapmadan “eğriye eğri, doğruya doğru” deme âlicenaplığını göstermeyen her nefis kabızdır, tutuktur, kıskançtır ve en hafifi ile zalimdir.
Nefsin bu haline tükürmek de bir asalettir. Aksi halde rüzgâra tükürmüş oluruz. O zaman kuvve-i gadabiye manasını ve ruhunu kaybetmiş olur.
“Tükürmek zorunda mıyız?” itirazını duyar gibiyim. Zalimse konu, zatına değil sıfatına tükürmek en hafif eylem. Aksi halde  “Aç canavara tahabbüb” olur. Zalim hep yutar, iştahı kabardıkça despotlaşır, zulmü başarısının göstergesi olur. Ve örtmeye çalışır yanlışın arka yüzünü

Zalim, konumunu kaybetmemek için her şeyini kaybedendir. Kaybedileni nefis unutturur. Kazancı ise elindedir.  Bunların her tevili akıl dışı, ancak kafa karıştırıcıdır ve aldatmakla iş görür. Hakikatin yüzleşmekten ar edeceği ve muhatap almayı zillet kabul ettiği insan nevindeki tek sıfat belki de zalimliktir.
Nefsimiz, dessas İngiliz kadar zalimdir ve tükürmeyi hak ediyor. Çünkü İngiliz ırkından dolayı değil, nefsinden  ve ona alet olduğundan dolayı İngiliz dessası olmuştur.
Hazret-i Ali’nin kulağımıza küpe olacak, kalbimize dikkat dedirtecek bir hassasiyetini, mealen aktarmak istiyorum:
“Dünya kadar kuvvetim olsa, bir kuşun ağzında çiğnenmiş bir çekirdek kadar hakkı almaktan korkarım.”
Başkasının hakkını koruyamayan ve gasp eden her zalim için Hazreti Ali, feveran derecesinde hakkaniyet aşığı ve hassasiyet mihengi bir asalet ve celadet misalidir. İlmin kudreti ihlâsın kuvveti ile birleşince Hazret-i Ali tablosu bütün kâinatı sarsıyor.
Son söz irtica papaganlarına. Merhum Mehmet Akif’ten:
Zalimin hasmıyım amma severim mazlumu
İrticâın şu sizin lehçede ma’nâsı bu mu?

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
4 Yorum