Yeniden düşünmek için özlenen yalnızlık

Korona Çağrışımları-4

Adımız konduğunda, bir başkası bizi görmüştü. İlki doktor veya hemşire olsa da sonrasında annemizdi, babamızdı. Rahmetin rahmi olan izole ortamda korunduğumuz bir can içinde can olmuştuk. Rahmet, annenin rahminde, O’nun aracıyla bize gelmişti. Çünkü dünya gözü ile O’nun gözbebeği, kucağı, şefkati ve yardımı ile görecek, duyacak, bakacak, hissedecek ve O’nunla büyüyecektik. Sessiz iletişimi anne rahminde başlatsak da, sonrası yine iki yıla yakın konuşamadan anlaşacaktık. Etraftaki her şeyle ilgili olarak ortak iletişimi bulma cabası içinde konuşmaya geçene kadar yine yalnızdık.

Çocukluğumuza oyuncakları, oyunu ve çevreyi arkadaş yaptık. Yalnızlığımızı kırmak ve sosyalleşmek adına. Hayata alışmak çabası ile. Büyüdükçe sıkıldığımızı, arkadaşın yetmediğini, oyunları ve oyuncakları erken tükettiğimizi fark edemesek de doyumsuzluğumuzu yeni denemeler ve arayışlar ile çeşitlenen ihtiyaçlarla tamamlamaya çalıştık.

Anne baba emre amade. Her dediğimizi yapma çabasında. Yeni dönem ebeveyn profili bu. Çocuk merkezli, kural tanımaz istek karşılama makineleri. Çocuklukları baba veya anne otoritesi ile geçmiş ebeveynlerin uçtan uca savrulmanın yalnızlık hali yine işbaşında. Yani ortalama bir pay ve paydaş ortaklığında dengeli bir noktada olamamanın açığı, diğer ifadesiyle yalnızlığı var yine.

Genç olunca tüketimi arttırdık. Sevgiyi, parayı, imajı, sabrı, emeği ve sahip zannettiğimiz duygu ve düşünceleri. Tatmin olamıyoruz. Yetmiyor. Dahası için filmlerdeki imajiner kurguların gerçeği için hayal kurmanın büyüsü ile eşya, etraf, arkadaş, değer ve kazanımlarla mesafemiz açıldı bu arada. Yine farkında olmadan yalnızlığın hiçbir şeyle mutlu olamayan girdabında arayıp durduk bir şeyi. İsteklerimizi, hırslarımızı, makamlarımızı ve derken gençliğin son raddesinde hırpalanmış, yaralı ve kalbi sızlayıp hala arayışta olan ve bir türlü aradığını bulamayan biri vardı artık 40’a dayandığında.

Aslında eğitimi, ailesi, statüsü, kariyeri, parası ve çevresi vardı. Ülkeyi kurtaracak fikirleri, başkasına ayar verecek iddiaları da vardı. Sığınacağı ve iftihar edeceği geçerli aidiyet ve mirası da vardı.

Peki neden hala mutsuzluk ve arayış vardı?

Çünkü yalnızlık sermayesinin bu dünyada hiçbir şeyle karşılanamayacağının farkında değildi.

Karanlığın yalnızlığında kaybettiği iğnesini aydınlıkta ve etrafta arayan insan gibiydi. Yalnızlığına çözüm bulamamıştı ki, buldukları onu besleyen çoğunluk olsun.

Sahne, kürsü, mikrofon, ekran, görüntü ve kurgulanan algının ürettiği ilgi ve şöhretin basamakları farklı araç ve yöntemlerle büyüdükçe yalnızlık artıyordu. “Beni anlamıyorlar. Anlatamadım…” yakınmaları hep yalnızlığın tescilidir.

Egonun şişirdiği ben merkezli başarı patolojisi ile zor beğenen, eleyen, reddeden, kontrolü ve karizmayı, otoriter dili besleyen araçlarla güçlendiren bir vakaya dönüşüyor.

Ama yetmiyor, doymuyor, fazlasını istiyor sürekli bir başkasından… Ve kendine istiyor. Kendisi yalnız ve yalnızlığını kıramıyor.

El ayak çekilince, yalnız kaldıkça, duymak istemediği bir eleştiri veya tepkiye maruz kaldıkça hafakanlar basıyor bu yalnızlık koridorunda.

40’lı yılların 40 yaş sendromu kapıda onu karşılarken hala çoğunluk, ilgi, başarı, kazanç, şöhret, makam ve kurtarma senaryolarının parçası olmaya hırslı bir dönemin daha da yalnızlaştıran ama görünürde birlikte var olan bir çoğunluk halidir.

Elde edilen, tecrübenin süzgecinden geçen ve öğrendikleri yeniden kendini gözden geçirdiği bu dönem bazen dünden uzaklaştırıcı bir kavşak, bazen dünde yaşatan bir U dönüşü, bazen de mevcudu koruyan bir statükocu, bazen de hayatın anlamını fıtratında doğru yoğurup yeni gelişmelere, inkişaflara yelken açan bir kendinden vaz geçme ideali ve saf niyetin parçası olma iradesine dönük bir inşayı gerçekleştirir.

İşte kırılma noktası bu son kertiğin son satırında: Kendinden vazgeçmek.

Çünkü kendine ait olmadığını öğrenecek yaştadır belki, ya da değildir ki hayat akıp gidiyor bir serap gibi. Yalnızlığına etraf, eşya, imkan, kaynak, yetki, güç, destek arayanlar, aslında gerçekten yalnızdırlar ve asla doymadan gidecekler bu vadiden. Bu dünya düzeninden. Çünkü yalnızlık, bu dünyaya sığmayan, asla yetmeyecek ve bir başka istasyonda, ikinci bir durak olan kabirde ve sonrası haşirde tamamlanacak bir uzun yolculuğun hazırlık sınıfında ve sınav salonunda, ödül töreni beklercesine ve yarış pistini bitirmiş edasıyla selfi yapan sahte bir kahramana benzer.

50+ artık bize yaşımızı, başımızı, torunları, emekliliği, faniliği, akranlarımızın hasta ziyaretini, vefat eden çevreyle ortak geçmişimizin ağır yaraları ve hüzünlerini unuturcasına kaçmayı deneyen ya da farkına varan bir yaşlılık serüvenindedir.

Kuşak ve akran farkıyla daha da yalnızız. Hele günümüzün baş döndürücü kuşak değişim hızı ve her şey neredeyse sil baştan derken.

60+ ise artık hayatımızın yalnızlık demlerini yudumlayan bir çay gibi. Tadını alırsak çok keyifli. Yalnızlığı kırmaya çalışan, gerçek yalnızlığımızla konuşabildiğimiz en kaliteli dönem.

Çünkü iltifatlar korosu yok etrafımızda, yetkimiz bitiyor. İş devri başlıyor çocuklara. Mirasımızın maddi boyutu şimdiden gayri resmi paylaşım oranları ve elde kalacaklara ilgi, sonrakilerin sessiz ve derinden gündemine girmiştir belki de.

Ancak fark ettik gerçek yalnızlığımızı ve bu dünyanın arkada kaldığını. Ahiret yurdunun yeni bir koşu bandında ağır aksak da olsa ölüm şerbetine ve kabir tahtına çıkacağımıza dair işaretler artar.

Eski alışkanlıklar, düşünceler, dünyaya ait hırs, kazanç ve güç istekleri ile bu dönemin ruhu, ihtiyacı hiç yakışmaz birbirine, birbirini iterler. Sevimli yaşlılık çekilmez bir hal alır.

Artık yalnızlık deşifre edilmiştir. 70+ bunu bangır bangır bağırır. Duyana ve duymak isteyene tabii.

Bu kadar kalbi, vicdanı, ruhu ve zihni bu dünyaya sığmayan insanı zorla ve bilmeden veya farkında olmadan itiş kakış yapmanın ne anlamı var.

Buyurun yalnızlığın bizi ruhumuza ve kalbimizin derin sırlarına ve vicdanımızın fıtratına teslim eden doğallığımıza dönelim. Yaşımızın tadını çıkaralım. Hastalık, yaşlılık, ahiret ve ibadet dörtgeninde yaşlılık huzuru ile demlenen düşüncelerimizi, ahiret azığı fikirlerimizi ve bizi ebedi yolculuğa hazırlayan bu geçici istasyondan kalkacak trenimize hazırlanalım ve binip gidelim...

İşte koronanın sebep olduğu bu kıymetli yalnızlığın ve sosyal izolasyonun ve zorunlu tecridin ruhumuza ve kalbimize açtığı pencerelerden seyredelim hayatı, dünyayı ve ötesini.

Dijital bilgi kaynakları, görsel materyaller, sağlığımız için uygun sağlıklı mekan ve gıda desteğimiz var iken, etrafta bizimle mutlu olma çabasında olan çocuklar, yeğenler, torunlar, gelin ve damatlar ile akran akrabalar varken buyurun yeniden sohbetin tavsiyenin ve rehberliğin kıvamında ilerleyelim.

Teknoloji bu iletişimde fiziki engelleri kaldırıyor. Hatta sosyal izolasyon, zihnin ve duygunun daha bereketli ve yalınlaşmış düşüncelerine ve umutlarına ilham verir.

Zaten kabir yalnızlığında bizi bekleyen yeni bir yolculuk öncesi burada hep soyut yalnızlıkla ebedi yolculuğa çıkacağımızın sürecindeyiz.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
2 Yorum