Yeni bir çığır açmak ve sadeleştirme

Hayat-ı içtimaiyede yeni bir çığır açan, açtığı çığırın oluşturacağı kar topu etkilerinin nerelerde nasıl dalgalar oluşturacağını hesap etmelidir. Aksi takdirde, devri alemde hamiyet namına atılan adımların bile şedid bir cinayete inkılap etmesi mümkündür. Bu inkılapların bir çok safi zihin nezdinde oluşturacağı idlallerden ilk adımı atan mesul olur. Sonuçlarını bilmediğini, halis niyetle atılmış adımın nerelere gideceğini tahmin edemediğini iddia etmek sonuçlara katlanma zahmetinden kurtarmaz hiç kimseyi.

Osmanlı Şeyhülislamlarından, maruf ve meşhur Mehmet Ebu Suud Efendi, vakıfların kaynaklarının optimal biçimde kullanılması ve atıl fonların iktisadi açıdan erimemesi için iyi niyetli bir fetva vererek vakıfların faiz cinsinden borç verebileceğine dair hükümde bulundu. Ama bu iyi niyetli ve tamamen dönemin ihtiyaçlarına sağdan yaklaşan fetvası, daha sonraki dönemlerde genişletildi ve tüm Osmanlı’nın hatta Devlet-i Osmani’yenin faizli borç batağına saplanmasına neden oldu.

Önce ahilik sisteminin çalışmamasına, esnafların Karz-ı Hasen vermeyi bırakmasına ve sonrasında Osmanlı’nın bütçe gelirlerine dayalı faizli kağıt ihraç etmesine yani bugünkü deyişle tahvil çıkararak borçlanmasına kadar iş giderken Ebu Suud Efendi’nin bu fetvası meşruiyet aracı olarak kullanıldı. Mehmet Ebu Suud Efendi, çağın gereklerini düşündü! Fakir ve kimsesiz kişilere yardım için kurulan vakıfların parasının, zamana göre değer kaybetmesinin yardımları azaltacağını ve bir çok kimsenin ciddi sıkıntılara düçar olacağını gördü. Ama açtığı çığırın nerelere kadar varacağını göremedi. Fakirleri doyurmanın Allah’ın vazifesi olduğunu, dini korumanın dindarların görevi olduğunu düşünmedi yada düşündü ise de maslahatın daha ağır olduğuna kani oldu.

Mehmet Ebu Suud Efendi, Kanuni Sultan Süleyman’ın da şeyhülislamlığını yapmış olan Zembilli Ali Efendi’den 45 yıl sonra dünyaya gelmiş ve şeyhülislamlığı O’ndan devralmıştı. Aynı zamanda, Kanunname-i Ali Osmani’yeyi hazırlamıştı. Zembilli Ali Efendi’nin Avrupa’dan müsbet manada istifade edilmesi konusunda bile Kanuni Sultan Süleyman’a gösterdiği o cesametli tepkiden elbette haberdardı.  Üstad’ın Sikke-i Tasdik-i Gaybi’de latife suretinde anlattığı hakikate göre; “Sultan Süleyman Kanunî, kesretli kırk çeşme sularını İstanbul’a getirdiği vakit, Şeyhülislâm Zenbilli Ali Efendi ona demiş: Hilâf-ı şeri’at kanunları Avrupa’dan getirdiğin cihetle, İstanbul’a öyle bir pisledin ki, o getirdiğin suların cümlesi üzerinden akıp geçse, yüz senede temizleyemez.”

Bu sert tepkinin arkasında yatan hakikat açılan çığırın sonraki dönemlerde nerelere varabileceğini Zembilli Ali Efendi’nin görmüş olmasıdır. 3 Padişahın şeyhülislamlığını yapmış, her devirde fetihlerdeki manevi ruhu temsil eden ileri görüşlü manevi sultanın bu tepkisinde haklı olduğu sonraki devirlerdeki yaşananlardan anlaşılıyor. Osmanlı, Kanuni’den sonra bir daha kendi olamadı, ayakları üstünde duramadı, teknikte ve ilimde psikolojik üstünlüğü kaybetti, eziklik başladı ve batılılaşma ya da batılaşmama kavgası süregitti. Kendi medeniyetinde kendi eliyle açtığı delik, bir kara deliğe dönüştü ve koca imparatorluğu yuttu.

Bugünkü bir yayınevinin yaptığı sadeleştirilmiş Risale ekseninde ve daha doğru bir tabirle “sadeleştirememe” ekseninde yaşanan tartışmalara baktığımızda, ortaya çıkan sonuçlarda Risale-i Nur’ların altına kelime ekleyenlerin, sonlarına sözlük konduranların, Ayetlerin ya da hadislerin meali adı altında ladini, bayağı ve kadimi üsluptan bigane kelimeleri konduranların büyük bir payı hatta vebali olduğunu düşünüyorum. Risale-i Nuru tahrip noktasında öyle bir çığır açtılar ki bu çığırın kartopu etkilerinin nerelere varacağını hiçbirimiz kestiremeyiz.

Bugün sadeleştirme yapanların vebalinin Risaleler üstünde ilk tahrip olan “sayfaların altına kelime eklemeyi yapanların” vebalinden daha az olduğunu düşünüyorum. Çünkü surda ilk deliği onlar açtı. “Hak namına yapıyorlar, iyi niyetli girişimler, yeni nesilin Risale-i Nur’dan kopmasını önlüyorlar, Risalelerin daha iyi anlaşılmasını sağlıyorlar” diye bugünden de tanıdık olan gerekçeler ileri sürdük ve yeterince tepki göstermedik. O eserlerin satın alınmasını ve kütüphanelere konulmasını seyir ettik. Heyhat aldandık.

Hâlbuki Risaleler Üstad’ın nur talebelerine emanetleriydi. Her nur talebesi “Sözler’i kendi eseri bilecekti.” Ama kendi eserleri üstünde virgül konulmasına bile tahammül edemeyen bizler, Risaleler üstünde gelişigüzel oynanmasına izin verdik. Ve emanete iyi bakamadık. Nura hakiki talebe olamadık. Talep etmeyi bilemedik. Kendi kifayetsizliğimizi Nur’lardaki eksiklik diye yutturmaya kalktık. Hakiki talebe olanların sesini bastırdık. Nurlara sahip çıkamadık.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum