Yazmak kuyudan konuşmaktır

"Kalb, bazan meselenin derin yerlerinden, kuyu dibinde gibi bir tıntın ederse, lisan işitemez, nasıl tercümanlık edecektir?" Muhakemat'tan.

Evet arkadaşım. Tam da sandığın gibi. Çok yalnızdım. Şükür ki ‘kalemle yazma’ öğretildi. Şükür ki kelimelerde kaybolmayı öğrendim. Böylece ‘ben’ime bir sığınak buldum. Cepheler/cephaneler tuttum. Hem orada kayboldukça sesimi de buluyordum. Bu yazmak meselesi, nasıl anlatmalı sana, bir kıssa-i Yusuf aleyhisselam gibi, kuyu hikayesi. Düşmen gerekiyor. Küsmen gerekiyor. Gayrısından umudunu kesmen gerekiyor.

İçinde bir yer var. Dışından kaçtıkça lütfedilen bir yer. Panik odası. Orada tecrübeler berraklaşıyor. Kesretin tantanası uzaklaşıyor. Yazarken işte oraya çekiliyorsun. Susuyorsun. Duyuyorsun. Duruyorsun. Bir anlamda kendi arşına kanatlanmak gibi de bu geriye çekiliş. Herşey daha bütüncül görünmeye başlıyor akıl gözüne. Kalp gözüne. Kafa gözüne. “Bu kadarmış” diyorsun hayretle. “Herşey sadece şey.” Anlamsa bütünde. Yaralarına yukarılardan bakıyorsun. Gülümsüyorsun. Çünkü gülleşiyorlar. Nahoş detaylar nakışlarına dönüşüyorlar. Okuyorsun, okuyorsun, okuyorsun.

Kuyuya atmışlar seni. Hem de en sevdiklerin. En sevebileceklerin. Belki elini de bırakıyor en kuvvetli ümitlerin. Kardeşin kardeş olmadığı bir dipte uyanıyorsun. Sırtında gömlek bile yok. Yakub’un sevgilisi. 11 yıldız, güneş ve ayın secde ettiği. Artık kimsesizsin. Bu bir boşluk yaratıyor. Kardeşsiz kalmanın boşluğu. Gömleksiz kalmanın boşluğu. Hürriyetsiz kalmanın boşluğu. Kuyudaki boşluk. Yarın ne olacağını kestirememenin boşluğu. Boşluk varlığı boğucudur. Hem de her rızkı çağırıcıdır. Bir şekilde doldurmamız gerek. Yoksa biteriz. Ve yazıyorsun. Rızıklandırılıyorsun.

Hemingway bir söyleşisinde "Kuyu ilham perinizin olduğu yerdir!" der. İşte bence de yazmak aslında ‘kuyudan konuşmak’tır. Özbir kulaklarına bir çığlık kopararak o boşluğu doldurmaya çalışmaktır. Peki çığlık atmakla dolar mı boşluk? Asla! Fakat yankısından bir ülfet gelir. Konuştuğun kendindir. Yankı sesinindir. Çarpıp dönmektedir. Gidip gelirken dahi bir parça ötekileşmektedir. Dönebildiğine göre bu boşluğun sınırları da vardır. Sonsuz değildir. Her öteki bir parça yalnızlığını alır. Kendi kendine konuşmak delilerin yalnızlık hissini azaltır. Evet, arkadaşım, aynen böyle düşünüyorum: Yazmak da yalnızlığı alır. Ama boşluğunu almaz. Bu yüzden yazan hep yazar. Yazmayı bırakmışsa ölmüştür. Boşluğunu öldürmüştür.

Yazmak, ama varmak için onu araç kılarak değil, bizzat onu severek yazmak. Bu kurtarıyor bizi. Amelin içinde saklı olan lezzetin keşfidir ancak yazdıran. ‘Kalemle yazmayı öğreten’ hemen sonrasında kendisini ‘insana bilmediğini öğreten’ diye de anmaktadır. Yazan bu sürecin şahitlerinden birisidir sadece. Önemli olan şahitliktir. İçindeki güzeli uyandırmaktır.

Eğer yazmak aracınızsa kuyunun kolay kuruyacağını söyleyebilirim size. Çabuk bıkarsınız. Sonuçları elde etmekteki aceleciliğiniz bazı bazı kaleminizin istikametini yitirmesine de neden olur. Yahut da aksi bir hırsla yazarsınız. Sonuçlar elinize geçmiştir. Daha çok sonuç için daha çok üretirsiniz. Kapitalistleşirsiniz. Derviş değil bant işçisidir artık kalem. Yani o yerinde durur. Önündeki değişir. Böyle yazmakla insan ne olur?

Güzelliğini masivanın tasdikine muhtaç sananın köleliği bitmez. Kendisini Bakî-i Hakiki üzerinden tanımlamayan hiçbir kemalin ömrü uzun değildir. Evet. Aynalar değişir. Yorumlar değişir. Zaman değişir. Renkler değişir. Seni seven çok kişi olabilir bugün. Fakat yarın, yaşlandığında, dilin insanların diline yabancı gelmeye başladığında, dünya ve düzen yerini değiştirdiğinde, yer yerinden oynar. Ona bakmayan bütün yüzler yokolup gidicidir. Ona bakmayan bütün faniliklere dünya doyar.

İhtiyarlıkta, konuşan ihtiyar değil, susan ihtiyar makbuldür. Neden? Çünkü senin varlığın bir eskinin varlığıdır. Sen onları aşinası olmadıkları bir dili anlamaya zorlarsın. Bu zorlanmayı istemez gençler. Yüz kere anlattığın hatırayı tekrar dinlemek istemezler. Şimdi gençsin. Söylediğin şeylerin tazeliği ile bir teselli bulabilirsin. Fakat eskidiğinde ne yapacaksın? Bağlamdan uzaklaşıldığında cümlelerini güzel kılan ne olacak? Konuştuğun dilin ne bülbüller şakıdığını, ne güller koktuğunu, kim hatırlayacak?

İşte, arkadaşım, bu noktada elinde kalacak son şey: Yazmak fiiline verdiğin anlamdır. Aradığın aynalıktır. Kuyu nöbetidir. Sen kendini iyi birşeylere hizmet etmiş ve 'iyice' hizmet etmiş görüyor musun? Yazman bir işe yaradı mı gerçekten? Cemali eskimeyenin hoşnutluğunu kazanabildin mi? Bunu gördüğün ilgiden/ilgisizlikten bağımsız olarak 'evet' diye yanıtlayabiliyorsan senden Yusuf olman beklenir. Artık, kardeşlerin ister seni terketsin ister sevsinler, ne intikam ne ilgi peşinde olmazsın. İnşaallah. Dilerim: Allah seni de beni de o büyüklerin nimetine eriştirir. Âmin.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
2 Yorum