Vakıa

Mekke’de inmiştir 96 ayettir. “Ta kendisi olan büyük hadise” anlamına gelen El Vakıa adı ilk ayetten alınmıştır. Bu surede kıyamet öncesinde meydana gelecek bazı haller, insanların teşkil ettikleri üç sınıf ve onların ahiretteki akibetleri ile Allah’ın varlığının ve birliğinin bazı delilleri, bazı vasıfları bildirilir.

Fenomenoloji, Hegel ve Husserl’in olayların öncesi sonrası olayın ne olduğu zihnin ürettiği ve gözün gördüğü olaylar gibi çeşitli olay çeşitlerinden hareketle bir olay-bilim felsefesi ortaya koymuşlardır. Kur’an-ı Celil, ezeli bir mantıkla gönderilmiştir insanlığın çok sonralardan vardığı hala varamadığı şeyleri Kur’an-ı Cemil, bakış açısı içine alır. Onun muhiti, avami tabirle genişliği insan zihninin ihata edemeyeceği bir boyuttadır.

Kur’an-ı Azimüşşan’da olay adı altında bir suredir Vakıa suresi. Rahman suresinde tekrar edilen, vurgu yapılan “Şimdi Rabbinizin hangi nimetlerine yalan dersiniz?” ihtar ayetinin Vakıa suresiyle bağlantısı vardır. “İnsan nisyandan alındığı için nisyana müpteladır” diyor Bediüzzaman. Yani insanın en büyük alt özelliği unutmaktır. Bu sure öncesi surenin mahiyeti ile birleşir. Kıyametin gerçekleşmesinden sonra yalanlama imkanı kalmayacağı ve ümitsizlik imanı zorunlu olacağı için fırsat elde iken yalanlamaktan vazgeçilmeyi ihtar ederek iman ve şükre bir teşviki vurgular.

Bu sure karakterleri, Kur’an’ın çizdiği karakterleri belirler. Karakteroloji insan tiplerinin tasnifidir, karakter ile tip farklıdır. Kur’an karakter yetiştirme kitabıdır, karakter alalade şeylere tenezzül etmez, sıradanlıktan hoşlanmaz. Dünya romanı da karakter yetiştirmek ister, herkes parayı sever, rahatı sever, yemeyi sever, sıradan sevgilerin hepsine tipler aşinadır. On kilometre yol teper bir pilav yemek için, bütün gün onu anlatır. Bir döpiyes almak için İstanbul’un altını üstüne getirir. Dizlerime kara su indi yine bulamadım der bir de dert yanar. Yunus Emre Hazretleri “Dünyayı sevenin dünya kadar başında dert vardır” der. Hugo’nun Sefillerindeki adam karakterdir. Bir mahkemeyi izlerken suçlunun kendi olduğunu görür, o zaman belediye başkanıdır. “Hayır o suçlu benim” der bir anda doğruluk uğruna herşeyini feda eder.

Kur’an baştan sona kadar vakadır. Peygamberimizin (asm) hayatı bütünüyle vakadır, onu en iyi vakalar izah eder. Savaş kızışmış, bir anda Hz. Ebubekir çadırdan çıkmak ister. “Nereye ya Ebabekir?” “savaşa ya Resullallah.” “Hayır dur Ya Ebubekir sen bana lazımsın” der.

Bu Vakıa suresinin faziletlerine dair bazı haberler gelmiştir. Fezail adlı eserinde Ebu Übeyde, İbn-i Darir, Haris b Usame, Ebu Yala, ibn-i Merduye ve Şuabd’da Beyhaki İbn-i Mesud (ra) yaptıkları rivayetlerde şöyle söylediğini aktarmışlardır. “Kim Vakıa suresini her gece okursa o asla yoksullukla karşılaşmaz” buyurdu. Acaba burada kastedilen yoksulluk hangisi, bütün vaka-i mühimmeyi ihtiva eden bir dinin emirlerini kale almamak fakirliğin en enşei değil midir? Acaba dünyevi zenginlik mi yoksa düşünce ve tahayyül olarak zenginlik mi? Kapısına gelen İskender’e “Efendim bir isteğiniz var mı” der, o da “gölge etme başka ihsan istemem” diyen Diyojen acaba hangi türlü zengindi? Zengin olmak için Vakıa suresini okumak, nasıl bir duygu. Bilemem ama ben öyle hissetmiyorum.

Vakıa suresi kıyamet sahnesidir. Kur’an’da kıyamet sahneleri vardır, kıyamet öncesi ihtarlar da vardır. Allah “Kıyamet vakti yaklaştı fakat hala insanlar gaflet içindeler” buyuruyor bir başka Ayet-i Celile’de.

O olacak kıyamet bir koptu mu,

Gerçekleşmesine yalan diyen dil olmaz

İndirir bindirir

Yer bir sarsılış sarsıldığında

Dağlar bir serpiliş serpildiğinde

Hepsi dağılıp hava toz duman olduğunda

Siz de üç sınıf olduğunuz da

Ki, sağda sağın adamları, ne sağ adamları

İlerde önde gidenler işte o önde gidenler

Onlar yaklaştırılmışlardır. Naim Cennetlerinde

Birçoğu öncekilerden

Birazı da sonrakilerden

İşlemeli tahtlar üzerinde

Karşı karşıya kurulmuşlar

Efrafında ebedi yaşama erdirilmiş genç hizmetçiler dolaşırlar

Kaynaktan doldurulmuş küpler ibrikler ve kadehlerle

O içkiden ne başları ağrıtılır ne de içtiklerini tüketirler

Beğendiklerinden bir meyve ile

İstediklerinden kuş etiyle

Ve iri gözlü huriler

Saklı inci timsalleri gibi

İşledikleri iyiliklere ödül olmak üzere

Orada ne bir boş laf işitirler, ne de günaha sokan bir söz

Sadece bir söz Selam Selam

Ashab-ı Yemin uğurluluk adamları  ise ne uğurluluk adamları

Dal bastı kirazlar

Sıvama muz içinde

Uzanmış bir gölgede

Çağlayan bir su başında

Birnçok meyveler arasında

O meyveler ne eksilir ne engellenir

Yüksek döşeklerde

Biz onları o kadınları bakireler yapmışızdır

Kocalarına sevdalı ve yaşıtlar olarak

Sağın adamları için (1-38)

O vakıa gerçekleştiğinde, kıyamet kopunca neler neler olacaktır, gerçekleşmesine yalan diyen kimse yoktur.

Bir karakter, Meymene, yüksek şeref sahipleri demek. Bunlar hayra yarar, kendilerinden yararlanılan faydalı kişilerdir. Uğurlu kişilerdir. Türkçe’de ne kelimesi tarifin sınırlarını aşan demektir. Arapçadaki ma bizdeki ne’ye mukabil gelir. Ne adamın önü açıktır, kişiye göre uzar gider. Yavuz, ashab-ı Meymenedir, Kanuni de ashab-ı meymenedir, gider ha gider. ‘Ne’ hayret anlamına gelir. Örneği bulunmayan adamlardır.

Meşeme şum yeri yani uğurluluğun zıttı olan şeamet, uğursuzluk anlamına gelir. Ama ne meşeme uğursuz yani adamları.

Arif Nihat Asya, meşmemeden şikayet eder, meymeneyi ister.

Biz,kısık sesleriz...minareleri,
Sen,ezansız bırakma Allahım!
Ya çağır şurda bal yapanlarını,
Ya kovansız bırakma Allahım!
Mahyasızdır minareler...göğü de,
Kehkeşansız bırakma Allahım!
Müslümanlıkla yoğrulan yurdu,
Müslümansız bırakma Allahım!
Bize güç ver...cihad meydanını,
Pehlivansız bırakma Allahım!
Kahraman bekleyen yığınlarını,
Kahramansız bırakma Allah'ım!
Bilelim hasma karşı koymasını,
Bizi cansız bırakma Allah'ım!
Yarının yollarında yılları da,
Ramazansız bırakma Allah'ım!
Ya dağıt kimsesiz kalan sürünü,
Ya çobansız bırakma Allah'ım!
Bizi sen sevgisiz,susuz,havasız;
Ve vatansız bırakma Allah'ım!
Müslümanlıkla yoğrulan yurdu,
Müslümansız bırakma Allah'ım!

***

Naat /Nasıl ashab-ı meymene ile meşeme karıştı anlatır Arif Nihat. İmparatorlukları ihanetle, paranın şıkırtı hatırı için uzlaşanlar batırdı, şimdi de maslahat diye diye devletin çatısı altında ihanet buluşmaları.

Seccaden kumlardı...
Devirlerden, diyarlardan
Gelip göklerde buluşan
Ezanların vardı.

Mescit mümin, minber mümin..
Taşardı kubbelerden Tekbir,
Dolardı kubbelere "amin"!

Ve mübarek geceler, dualarımız,
Geri gelmeyen dualardı.
Geceler ki pırıl pırıl,
Kandillerin yanardı!

Kapına gelenler ya MUHAMMED,
- Uzaktan, yakından -
Mümin döndüler kapından!

Besmele, ekmeğimizin bereketiydi;
İki dünyada aziz ümmet,
MUHAMMED ümmetiydi.

Konsun yine pervazlara
Güvercinler;
"Hu hu"lara karışsın
Aminler..
Mübarek akşamdır;
Gelin ey Fatiha’lar, Yasin’ler!

Şimdi SENİ ananlar, anıyor ağlar gibi..

Ey yetimler yetimi,
Ey garipler garibi;
Düşkünlerin kanadıydın,
Yoksulların sahibi..
Nerde kaldın ey RESUL,
Nerde kaldın ey NEBİ?

Günler, ne günlerdi, ya MUHAMMED;
Çağlar ne çağlardı:
Daha dünyaya gelmeden
Müminlerin vardı..
Ve bir gün ki gaflet
Çöller kadardı,
Halime’nin kucağında
Abdullah’ın yetimi,
Amine’nin emaneti ağlardı!

Hatice’nin goncası,
Aişe’nin gülüydün.
Ümmetin gözbebeği,
Göklerin RESULÜYDÜN..
Elçi geldin, elçiler gönderdin.
Ruhunu ALLAH’a,
Elini ümmetine verdin.
Beşiğin, yurdun, yuvan
Mekke’de bunalırsan
Medine’ye göçerdin.
Biz bu dünyadan nereye
Göçelim, ya MUHAMMED?
Yeryüzünde, riya, inkar, hıyanet
Altın devrini yaşıyor..

Diller, sayfalar, satırlar
"Ebu Leheb öldü"diyorlar:
Ebu Leheb ölmedi, ya MUHAMMED;
Ebu Cehil, kıtalar dolaşıyor!

Neler duydu şu dünyada
Mevlid’ine hayran kulaklarımız;
Ne adlar ezberledi, ey NEBİ,
Adına alışkın dudaklarımız!
Artık, yolunu bilmiyor;
Artık, yolunu unuttu
Ayaklarımız!
Kabe’ne siyahlar
Yakışmamıştı, ya MUHAMMED,
Bugünkü kadar!

Haset gururla savaşta;
Gurur, Kaf Dağı'nda derebeyi..
Onu da yaralarlar kanadından,
Gelse bir şefkat meleği.
İyiliğin türbesine
Türbedar oldu iyi!

Vicdanlar sakat
Çıkmadan yarına.
İyilikler getir, güzellikler getir
Adem oğullarına!

Şu gördüğün duvarlar ki
Kimi Taif’tir, kimi Hayber’dir.
Fethedemedik ya MUHAMMED,
Senelerdir.

Ne doğruluk, ne doğru;
Ne iyilik, ne iyi..
Bahçende en güzel dal,
Unuttu yemiş vermeyi.
Günahın kursağında
Haramların peteği!

Bayram yaptı yabanlar;
Semave’yi boşaltıp
Save’yi dolduranlar.
Atını hendeklerden-bir atlayışla-
Aşırdı aşıranlar.
Ağlasın Yesrib,
Ağlasın Selman’lar!

Gözleri perdeleyen toprak,
Yüzlere serptiğin topraktı.
Yere dökülmeyecekti, ey NEBİ,
Yabanların gözünde kalacaktı!

Konsun yine pervazlara
Güvercinler;
"Hu hu"lara karışsın
Aminler.
Mübarek akşamdır;
Gelin ey Fatiha’lar, Yasin’ler!

Ne oldu, ey bulut,
Gölgelediğin başlar?
Hatırında mı, ey yol,
Bir aziz yolcuyla
Aşarak dağlar taşlar,
Kafile kafile, kervan kervan
Şimale giden yoldaşlar!

Uçsuz bucaksız çöllerde,
Yine, izler gelenlerin,
Yollar gideceklerindir.

Şu tekbir getiren mağara,
Örümceklerin değil;
Peygamberlerindir, meleklerindir.
Örümcek ne havada,
Ne suda, ne yerdeydi.
Hakkı göremeyen
Gözlerdeydi!

Şu kuytu, cinlerin mi;
Perilerin yurdu mu?
Şu yuva-ki bilinmez,
Kuşları hüdhüd müdür,
Güvercin mi kumru mu?
Kuşlarını bir sabah,
Medine’ye uçurdu mu?

Ey Abva’da yatan ölü,
Bahçende açtı dünyanın
En güzel gülü;
Hatıran, uyusun çöllerin
Ilık kumlarıyla örtülü!

Dinleyene, halâ,
Çöller ses verir:
"Yaleyl! " susar,
Uğultular gelir.
Mersiye okur Uhud,
Kaside söyler Bedir.
Sen de, bir hac günü,
Başta MUHAMMED, yanında Ebubekir;
Gidenlerin yüz bin olup dönüşünü
Destan yap, ey şehir!

Ebubekir’de nur, Osman’da nurlar.
Kureyş uluları, karşılarında
Meydan okuyan bir Ömer bulurlar;
Ali’nin önünde kapılar açılır,
Ali’nin önünde eğilir surlar.
Bedir’de, Uhud’da, Hayber’de
Hakk’ın yiğitleri, şehit olurlar.

Bir mutlu günde, ki ölüm tatlıydı;
Yerde kalmazdı ruh.. kanatlıydı.

Konsun-yine-pervazlara
Güvercinler;
"Hu hu"lara karışsın
Aminler.
Mübarek akşamdır;
Gelin ey Fatiha’lar, Yasin’ler!

Vicdanlar, sakat çıkmadan,
Ya MUHAMMED, yarına;
İyiliklerle gel, güzelliklerle gel
Adem oğullarına!

Yüreklerden taşsın
Yine, imanlar!
Itri, bestelesin Tekbir’ini;
Evliya okusun Kur’an’lar!
Ve Kur’an’ı göz nuruyla çoğaltsın
Kayışzade Osman’lar!

Naatını Galip yazsın,
Mevlid’ini Süleyman’lar!
Sütunları, kemerleri, kubbeleriyle
Geri gelsin Sinan’lar!
Çarpılsın, hakikat niyetine
Cenaze namazı kıldıranlar!

Gel, Ey MUHAMMED, bahardır.
Dudaklar ardında saklı
Aminlerimiz vardır! ..
Hacdan döner gibi gel;
Mirac’dan iner gibi gel;
Bekliyoruz yıllardır!

Bulutlar kanat, rüzgar kanat;
Hızır kanat, Cibril kanat,
Nisan kanat, bahar kanat;
Ayetlerini ezber bilen
Yapraklar kanat..
Açılsın göklerin kapıları,
Açılsın perdeler, kat kat!
Çöllere dökülsün yıldızlar;
Dizilsin yollarına
Yetimler, günahsızlar!
Çöl gecelerinden, yanık
Türküler yapan kızlar
Sancağını saçlarıyla dokusun;
Bilal-i Habeşi sustuysa
Ezanlarını Davut okusun!

Konsun-yine-pervazlara
Güvercinler;
"Hu hu"lara karışsın
Aminler..
Mübarek akşamdır;
Gelin ey Fatiha’lar, Yasin’ler!

Arif Nihat Asya

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
4 Yorum