Tüketim çılgınlığına dair bir tahlil

Kapitalist medeniyet algısı ve ekonomik düşüncesinin gayr-ı meşru çocuğu tüketim çılgınlığıdır. İnsanı insan yapan değerler olan akıl ve kalb, vicdan ve insaf düsturları dengesiz tüketimin bir şeytanlıktan ibaret olduğunu gösterir. Mesela akla dayanan bütün fenler, kâinatta tüketmek için tüketim veya hakiki manada bir tüketimin olmadığını gösteriyor. Fizik bilimi, “Kütlenin korunumu” yasası ile bunu gösterdiği gibi, ekolojik dünya da “enerji döngüsü ve besin zinciri” ile bu hakikati gösteriyor. Kimya bilimi, fıtrat âlemindeki bir anayasa olan “geri dönüşüm” ile aynı meseleyi okuduğu gibi, tarih ve sosyoloji ise “kültürel ve fizikî miras” şeklinde aynı meseleyi görür ve gösterir. Fenler bu şekilde, yüzlerce yönden meseleyi akıllara yerleştirir.

Mutlak tüketim yoktur. Tüketmek için tüketmek algısı Kur’anın ve hadislerin bildirdiği üzere Ye’cüc-Me’cüc algısıdır. Hadis aynen şöyle der: “Ye'cuc ve Me'cuc, uğradıkları her suyu içip tüketecekler ve uğrayacakları her şeyi bozup alt üst edecekler.[1] Hadisler dikkatle okunduğunda ve Âhir Zaman alametleri beraber bir tarihi seyir şeklinde sıralandığında görülür ki, Ye’cüc-Me’cüc halkı, Deccal’den sonra ortaya çıkarlar. Bu konuyu Said Nursi şöyle ifade eder: “Büyük Deccal, şeytanın iğvâsı (azgınlaştırması) ve hükmüyle şeriat-ı İseviyenin ahkâmını (hükümlerini) kaldırıp Hıristiyanların hayat-ı içtimaiyelerini (sosyal hayatlarını) idare eden rabıtaları bozarak anarşistliğe ve Ye'cüc ve Me'cüc'e zemin hazır eder.[2]

Büyük Deccal, komünizmdir. Komünizmin, anası ise Sosyalizmdir. Sosyalizmin temeli ise sermaye düşmanlığı, eşitlik algısı, işçi haklarını ve emeğini savunmadır. İşçinin emeğini savunma, neticede üretimi savunmadır. Emeği organize etme, üretimi organize hale getirmedir. Bu ise, Adam Smith’in anlattığı meşhur iğne örneğine göre, üretimi artırmadır.[3] Üretimin artırılması, her ürün satılmak ve kullanılmak için üretildiğinden, dolayısıyla işçinin refah düzeyini yükseltmek içindir. İşçinin refahının yükseltilmesi, sosyalist ve komünist idare gereği, bütün toplumun refahının yükselmesidir. Bütün toplumun refahının yükselmesi, idealist bir komünizm ve sosyalizmde, diğer dünya milletlerinin fakir halkının ve işçisinin ekonomik desteklerle refahının yükseltilmesini amaçlar. İdealist olmayan bir komünizm ve sosyalizmde ise, idare sosyalist ve komünist yapıdan “sosyal devlet” şekline dönüşür. Bu ise ülke içinde, bir süreç dâhilinde tüketimin artışına yol açar. Veya en kötü haliyle, servet tek elde toplanır. Bu durumda aşırı zengin devlet ve çok sefil halk manzarasını ortaya çıkar. Bu ise, zaman içinde büyük bir ihtilale yol açar. Komünist iktidarı yerle bir eder.

Sosyalleşen devlet algısı şu zincirleme akışı başlatır: Önce Sosyalist idare gereği tam istihdamda çalışan halkın üretiminin sürekliliği, sermaye birikimini doğurur. Bu ise kültürel, sosyal ve edebî değişimlere ve hayat standartlarının yükselmesine doğu bir yönelişe yol açar. Yeni bir Rönesans ve Reform gibi… Çünkü karnı doyan ve nefsi körelen bir insanın akıl, kalp, ruh gibi manevi cepheleri kendilerini ihtiyaçlarıyla hissettirirler. Bu şekilde hayat, zaruri ihtiyaçlardan lüks ihtiyaçlara doğru ilerler. Lüks ihtiyaçlar ise, sermaye birikimiyle doğru orantılı olarak, tüketimi artırır. İhtiyaçların yenilenen yapısıyla sonsuzlaşması ve gittikçe büyümesi ise, Komünizm ile semavi değerlerden kopan, ahlakî değerleri reddeden insanlarda tüketim çılgınlığını doğurur.

Bu açıdan bakıldığında komünizm, uzun vadede kapitalizmi doğuran bir yolculuktur. Komünist bir idarede halkın tüketimini frenleyebilecek tek engel devlet baskısıdır. Fakat devletin üst kademe yetkililerini engelleyebilecek hiçbir unsur yoktur. Tarihen sabit ki, idealist komünist idareciler haricinde hepsinin hayatında lüks ve şatafat görünmektedir. Kuzey Kore lideri Kim Jong-un’un hayatında gördüğümüz üzere… Bu ise komünist ve sosyalist algıya taban tabana zıt bir manzaradır.

Bu sosyolojik ve siyasi süreçten de görülebileceği üzere komünizm deccali, anarşizm ve ahlaksızlığı miras bırakır. Anarşist bir nesil ise, Said Nursi’nin tespit ettiği üzere ya “mutlak bir istibdad (baskı)” ile idare edilebilir ve çalıştırılabilir. Veya “mutlak rüşvet” ile…[4] İdarenin komünist veya semavi olması insanlardaki hırsı, açgözlülüğü, tembelliği ve bedavacılık duygularını yok etmiyor. Kazanç şartlarının zorlaşması bu duyguları bilakis daha çok alevlendiriyor. Bu noktadan dinin toplum hayatına koyduğu semavi prensipler, kişilere verdiği terbiye reddedildiğinde o toplumda rüşvet patlaması yaşanılır. Türkiye sınırları içinde de aynı durum geçerliliğini gösteriyor. Rüşvet, torpil, kumar, şans oyunları ve saire yollarla kazanılan zahmetsiz kazançlar, kolay harcanır. Bu tarz birikim arttıkça, tüketim de tavan yapar. Durum tüketim çılgınlığına kadar yükselir.

Binlerce yıllık tecrübeyle sabittir ki, helal kazanç inancına dayanan faizsiz, kredisiz, bin bir emekle, sabırla ve zahmetle elde edilen kazanç israf edilemiyor. Fakat haram para, kişiye garip bir harcama hissi vererek kişinin elinden akıp gitmek istiyor. Bu açıdan helal para bereketli, uzun ömürlü ve daha verimlidir. Az dahi olsa… Haram para ise hayırsız ve devamsızdır. Çok dahi olsa…

Bu iktisadî, sosyolojik kanunlar ve silsilelere, hadisler konusunda uzman olan Bediüzzaman’ın tespitiyle beraber baktığımızda şunu görürüz: “Tüketim çılgınlığı, hırs ve aç gözlülük gibi duygular insanları, Ye’cüc-Me’cüc haline getirmektedir. Ye’cuc ve Me’cuc ise, Deccal’in çocuklarıdır.”

Tüketim mantığı, “ateş” ile sembolize edilir. Ateş, her şeyi yiyip tükettiği gibi tüketim çılgınlığı da ekonomik kaynakları ve eldeki imkânları tüketir, israf eder. Bir marka ayakkabının aynı modelinin bütün renklerini almak gibi bir savurganlığı doğurur. Binlerce kendi vatandaşı tek birini alamazken, milyonlarca insan dünyada ayakkabı bulamazken…

Bu manada Ye’cüc-Me’cüc kelimesinin etimolojisine bakıldığında tüketim mantığıyla birebir uyuşma olduğu görünür. Arap dili uzmanları olan Râğıb el-İsfahani ve İbn-i Manzûr, söz konusu kelimelerin “ateşte alevlenip durulmak; düşmana saldırmak, hızlı koşmak” anlamlarındaki “ECC”, “ak kor haline gelmiş ateş, parlak nesne” mânasına gelen “EVC” yahut “yayılmak, etrafa dağılmak” anlamındaki “YCC” ve “MCC” köklerinden türediğini, ayrıca “hızlı hareket eden, etrafa yayılan; ateş gibi yakıp yok eden kimse veya topluluk” mânalarında mecazen kullanıldığını belirtirler.[5]

Üretim, Tüketim ve Varlık Âlemi

Kâinatta ve canlılar dünyasında esas olan, üretimdir. Kapitalist zihniyetin aşıladığı tüketimin doğru hali ise, “istifade” dir. Yani fayda sağlama… Fayda maksimizasyonu, iktisad biliminin mikro iktisad sahasının temel bir konusudur.

İstifade ile tüketim bir birine zıddır. Çünkü faydalanma, yapıcı; tüketim ise, yıkıcı ve yok edicidir. İnsanların bitki ve hayvanlardan elde ettiği faydalar temelde hayatlarını devam ettirme, hastalıklarına şifa bulma gibi aslî unsurlara dayanır. Tali manada keyif, konfor ve bir birinin ihtiyaçlarını giderme gibi boyutlar içerir. Ki bunların hepsinin fıtrat düzeninde yeri bulunmaktadır. Bunlar ekolojik dünyanın temelleridir. Bu yönüyle bakıldığında istifade, üretim amaçlıdır. Neslin devamı, hayatın bekası, insanlar arası kaynaşmayı sağlama gibi… Tüketim ise geçici zevkler, hevesler ve bazen sadece satın alma tutkusuna dayanır. Alır ama kullanmaz. Zayi eder.

İnsanın istifade çapını belirleyen ise, ihtiyaçlardır. İhtiyaç şiddetlendikçe, alınan lezzet ve istifade artar. Çöldeki insanın suya ihtiyacı gibi… İhtiyaç yoğunlaştıkça insan, elindeki imkânları en verimli, en etkili şekilde kullanma yolları arar. Hiçbir unsurunu israf etmez. Mesela Güneydoğu halkı karpuzun içini gıda olarak yediği gibi, çekirdeğini kurutup keyif ve eğlence unsuru olarak kullanır. Karpuzun kabuklarını ise, ya beslediği hayvanlara yem yapar veya parçalayıp torf şeklinde gübre haline getirir.

Üretimin insan fıtratı için önemini ve insanın mutluluk kapısı olduğunu Kur’an şu âyetle ifade eder: “Leyse li’l-insani illa ma saa[6] (İnsan için peşinde koşturduğu şeyden başka bir karşılık yoktur.) Yani insanın değerini, ürettiği şey gösterir. Daha ötede, insan ürettiğinden ibarettir. Daha da derinde, insan fıtratında kodlanmış mahsulü üretmek için yaratılmıştır. Onu üretmeden de mutlu olamaz, kendi manasını ifade edemez.

Kapitalizmin, tüketimi putlaştırmasına bir tepki olarak Sosyalizm, üretimi putlaştırır. Üretim, istifade içindir. Aşırı üretim, kapitalizmin anasıdır. Bu manada zıddı olmasına rağmen Sosyalizm, Kapitalizmi destekleyen bir iddia haline gelir. İnsanın dünya imkânlarını kullanması ve faydalanması bir sarkaç gibi sağa ve sola gider, gelir. Denge nokta olan “istifade için üretim” e doğru ilerler. Ki bu algı, dinin öngördüğü insan-mal ilişkisi modelidir.

Bu konudaki paradoksu din 2 şekilde hallediyor:

  1. İdealist sosyalizmin ve komünizmin hedefi olan servetin bütün dünya halklarına yayılmasını zekât, sadaka, infak, hibe, vakfetme, karz-ı hasen gibi yöntemlerle sağlamak…[7] Bu şekilde dünya genelinde umumi bir refah yükselişi sağlayarak       “şükür” hakikati ekseninde sonsuz üretim ve lükse doğru ilerlemek… Umumi sulhu ve İslâmiyetin ruhu olan evrensel selamet hakikatini kutsallık ile temin etmek…
  2. Aşırı üretimi engellemek, ihtiyaç kadar üretim yapmak… Çünkü Osmanlı iktisadçıları aşırı üretimin ekonomi bünyesinde bir kanser hücresi gibi zarar verici yapısını fark ettikleri için Osmanlı ekonomisinde temel bir unsur “İhtiyaç kadar üretim” dir. Osmanlı İdaresi, Esnaf Birlikleri ile aşırı üretimi ve işsizliği önleyici tedbirler almıştır.[8]

Tüketim Çılgınlığının Alt Yapısı

Tüketim çılgınlığının temelinde birçok unsur bulunuyor. Bunlardan en önemli olanlarını maddeler halinde sıralayıp izah etmek istiyorum:

  1. Zahmetsiz kazanç: Kumar ve rüşvet gibi gayr-ı meşru yollarla veya miras ve ekonomik fırsatlar gibi meşru sebeplerle kolay elde edilen kazançlar rahat harcanır. Hazıra dağ dayanmaz sırrınca tüketim çılgınlığına kurban gider.
  2. Reklamların etkisi: Medya, sosyal medya, radyo, televizyon v.b. kaynaklardaki reklamlar, bir “zikir” gibi tekrarlanan yapılarıyla, insanlara telkin yapar. İnsanlara ihtiyaç olmayan şeyleri ihtiyaç olarak gösterir. Vapurlarda “Her eve lazım” diyerek limon sıkacağı satan seyyar satıcılar gibi… Alışverişi stres atma gibi gösteren reklamların gün boyu etkisi altında kalan, mağazaların duyguları coşturucu hareketli müziklerinin ve bazılarında müzikler altına gizlenmiş subliminal mesajların etkisi altına giren kişilerin çılgıncasına alışveriş yapması tüketim çılgınlığının can damarıdır.
  3. Kredi kartlarının büyüsü: Kredi kartları, elde olmayan paraları el altında gibi göstererek kişiye geniş bir harcama çerçevesi sunar. Kişi cebindeki paranın azaldığını göz ile görmediği için rahatlıkla harcama yapar. Gelecek ayların gelirini şimdiden bitirir. Sonraki aylarda ise, daha sonraki ayların harcamalarını yapar. Bu şekilde kısır bir döngüye girer. Kartları vadesinde ödeyemediğinde ise, faize bulaşıp borç batağına girer.
  4. Hevesler: Tüketim çılgınlığının ana unsuru ileride veya bir gün kullanırım arzusuyla yapılan harcamalardır. Bunların temeli ise, insanın gelip geçici arzularıdır. Terminolojide buna “heves” adı veriliyor. Oysa ekonomik akıl, ihtiyaçlarını en zaruriden en önemsize doğru sıralar. Tüketim çılgınlığında ise yalancı bir iştahla kişi heveslerinin esiri olur.
  5. Madde aşkı: Tüketim çılgınlığına insanı sevk eden temel unsurlardan birisi sahip olma arzusudur. Bunun temelinde ise, madde aşkı ve tatmini bulunur. Sahip olunan şeylerle kişi kendini güçlü hisseder. Bu ise daha çok alışveriş daha çok sahiplik, daha çok sahiplik daha çok kuvvet şeklinde bir algı sapmasına yol açar. Mal birikir fakat kişi kullanamadan ölür. Bibliyofillerde olduğu gibi… Alır ama faydalanamaz.
  6. Ayniyet psikolojisi: Bu psikolojide kişi kendini mal ile ve sahip olduğu şeylerle özdeşleştirir. “İnsan, kendisi ve sahip olduklarından ibarettir” der. Sahip olunan nesneler, dayanıklı ve ölümsüz ise, his yanılgısıyla, kişi kendini de ölümsüzleşmiş hisseder. Bu açıdan daha çok sahip olunan nesne daha bir ölümsüzlük şeklinde bozuk bir algı doğar. Hümeze suresi bu algıyı şöyle ifade eder: “İnsanların kusurlarını araştırıp diline dolayan ve yüzünü-gözünü hareket ettirerek insanlarla alay edenlere yazıklar olsun! Onlar ki, mal biriktirir ve onları sürekli sayar. Zanneder ki, o mal onu ölümsüzleştiriyor. Asla!
  7. Gösteriş tutkusu: Tüketim çılgınlığının temel bir sebebi insandaki riya damarıdır. Said Nursi riyanın bütün insanlarda oluşu hakkında şöyle der: “Fıtratta, güzel ve mükemmeli gösterme meyli var. Âlim, ilmiyle; ehl-i servet, yapacağı imar faaliyetleriyle; güçlüler, kuvvetleriyle hatta âcizler, muhalefet ve yıkımlarıyla riya yapar, kendilerini göstermek isterler.”[9]
  8. Cinlerin etkisi: Cinlerin çoğunluğu, inançsız ve ahlaksızdır. Cinler, düşünceleri hakikatsiz insanları düşünce boyutundan, imanı zayıf kişileri duyguları noktasından etkileri altına alırlar. Özellikle öfke ve şehvet duyguları, habis ruhları ve etkisini çekici ve aktarıcıdır.[10] Bu şekilde insanlara bulaşan cinler onları fark ettirmeden yönlendirir, idare ederler. İnsanlardaki sağırcasına ve körmüşçesine tavırlar onlara cinlerin hükmettiğini gösterir. Çılgınlık tabirinin, Arapça karşılığının “cünun” olması, bu kelimenin ise “cinn” lafzı ile aynı kökten gelmesi de bu meseleyi destekler.
  9. Madde düşmanlığı: Alın teriyle servet kazanan kişilerden istisna kişilerde görünen çılgıncasına tüketim ve lüks harcamalar ise, madde düşmanlığından gelir. Çünkü fıtrat nazarında elde edilen şeyin değeri düşer. Fıtrat elde edilemeyenin âşığıdır. O aşk, fıtratı elde eder fakat kendisi elde edilmez. Bu cihetten insan fıtratı kendisine hakiki aşkı tattırmayan, dolayısıyla onu tatmin etmeyen maddeye düşman kesilir. Onu düşmancasına harcamak ve tüketmekle nefretini gösterir.

Bunlara toplumun algısı, kültürel yapı, doymak bilmeyen kişisel hırslar, aile fertlerinin beklentisi, hayat hakikatine deccal gibi tek dünyalı olarak bakma, dünyevi imkânların kolay ulaşılabilirliği, her bütçeye uygun üretimin bol miktarda yapılması, AVM gibi yapıların ve marketlerin küçük bir bölgede birkaç tane olacak şekilde çoğalması, aldatıcı kampanyalar, dünyanın hadisteki tabirle “tekarüb-ü mekan”[11] (mekanın yakınlaşması) sırrıyla küresel bir köy haline gelmesi gibi diğer unsurlar tüketim çılgınlığını destekleyen durumlardır.

Bu çılgınlıktan kurtulmanın tek yolu ise şükür hakikatiyle, mülkün Mâlik-i Hakikisine iman etmek; iktisad hakikatiyle, O’nun mülkünde rızası dairesinde tasarruf etmektir.

[1] Sünen-i İbni-Mace, C.10, Hno: 4081, s.344-345.

[2] Şualar, 5. Şua, 2. Makam, Bir Tetimme Olarak Üçüncü Mesele.

[3] Bkz. Milletlerin Zenginliği.

[4] Emirdağ Lahikası-II, 164. Mektub… Bediüzzaman ilgili kitapta şöyle der: “Hem, bir Müslüman, başka milletler gibi değil. Eğer dinini bıraksa anarşist olur, hiçbir kayıt altında kalamaz; istibdad-ı mutlaktan, rüşvet-i mutlakadan başka hiçbir terbiye ve tedbirle idare edilmez. ”

[5] DİA, Ye’cüc-Me’cüc Maddesi.

[6] Necm suresi, 39.

[7] Kur’an’a göre ateist, deist, gayr-ı Müslim veya herhangi başka bir din mensubu olan bir kişi  “müellefe-i  kulub ” (kalpleri İslam’a ısındırılacak kişiler) kategorisinde zekata müstehaktır. (Tevbe suresi, 60)

[8] Ahmet Tabakoğlu, Türk İktisat Tarihi, 281-283.

[9] Ta’likat.

[10] Bediüzzaman Said Nursi, Lem’alar, 13. Lem’a, 5. İşaret.

[11]Zaman öyle yaklaşır/peş peşe gelir/hızlanır ki, bir sene bir ay, bir ay bir hafta, bir hafta bir gün, bir gün bir saat, bir saat bir ateş kıvılcımı kadar olur.” (bk. Tirmizi, Zühd,24) Yani uzun sürede yapılacak işler, daha kısa sürede yapılır. Uzaklar, yakın olur. Dünya, küçülür.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
5 Yorum