Taşralı şairin 'Dünya Telaşı'

Her ne kadar şiir karın doyurmasa da, şiir kitapları çıkmaya devam ediyor. Yılmaz Yılmaz bir süre önce Sütün yayınlarının editörü oldu. Başta şiir kitapları olmak üzere Sütün yayınlarına hayli heyecan getirdi.  Mustafa Uçurum, Kalender Yıldız, Hüseyin Kaya, Hasan Çağlayan ve Ziya Paşa Akyürek’in şiir kitapları peş peşe yayımlandı. Şiir için bir huruç hareketi oldu diyebiliriz.

Mustafa Uçurum edebiyat dergilerini takip eden okurlar için hayli tanıdık bir isim. Velut bir yazar. Şiir yazıyor. Deneme ve eleştiri yazıları yayımlıyor.

Uçurum daha önce Tenhalayın Kalbimi adlı şiir kitabının ardından Esmerliğime Bakma adlı şiirimsi denemelerini yayımlamıştı. Şimdi de Dünya Telaşı isimli kitabı ile tekrar okurunun karşısına çıktı.

Dünya Telaşı 60 sayfa. 27 şiirden müteşekkil.

Uçurum söze M. Akif İnan ile başlıyor: Her eylem yeniden diriltir beni / Nehirler düşlerim göl kenarlarında.

Bu mısralar kitabın özeti niteliğinde. Tenhalayın Kalbimi’nden farklı bir ses ile buluşacağımızın ipucunu veriyor.

Dergilerde yayımlanan şiirlerden anlaşılacağı üzere Uçurum gün geçtikçe şiirinin üstüne koyuyor. Bir devinim, dönüşüm yaşıyor. Şiirleri kitap halinde bütün olarak okuduğunuzda bu durumu daha iyi anlıyorsunuz.

Uçurum kalbi olan bir şair. Çok kalbî, çok hasbî. Rilke gibi üzerindeki ağrılıkları atma telaşında. Dünya kalbinde bir ur, sırtında bir kambur. Uru ayıklamak, kamburu kaldırmak, kalbini ve kainatı nurlandırmak için şiirler yazdı. Onun için ilk kitabının adını Tenhalayın Kalbimi koydu.

Zamanla insan büyüyor. İşti, eşti, çocuktu derken sorumluluklar artıyor. Ağrıları ateş alıyor. Kalbine de, kabına da, kainata da sığamaz oluyor. Değil mi ki “kahrolası şu dünyada evlad ü iyal var”. Bu durumdan çıkmak gerek. Dünyayla başa çıkmak gerek. Bir huruç, bir yarma hareketi gerek. “Ne çok konuşmak istiyorum Allah diyerek konuşmak” istiyorum demek gerek.

Her has şair gibi Uçurum’un da şiirden başka kurşunu yok. Elindeki tek kuruşunu da dünyaya savuruyor. Dünyanın, dünya telaşının topuğuna sıkıyor. Kurşunu can havliyle dünyaya sıkarken yine de ayaklar yere basmalı, ayaklar akla değil, akıl ayaklara baş olmalı. Uçurum böyle bir ruh haliyle “Dünya Telaşı”nı yazıyor.

Uçurum, Tenhalayın Kalbimi’nde lirik bir dile sahipken şimdilerde lirik-epik arası bir dil ile sesleniyor. Sesi daha gür çıkıyor. Sesinde sürekli yükselen bir tını var. Bağırmıyor. Sesini yükseltmiyor. Ama sözü hayli yükseklerde geziyor. Belki bu taşrada yaşıyor olmanın getirdiği yalnızlığın bir sonucu.

Uçurum gün geçtikçe has şiirin tadına varıyor. Sözü imbiklerden geçiriyor. Sözünde celal var. Şiddeti şefkatle terbiye etmiş. Sözü şefkat ve merhamete bürünmüş. Söyleyeceğini yine söylüyor. Zira dost acı söyler.  Sözü ağır. Sarsıyor ama ürkütmüyor. Kırmadan okuru kendine getiriyor.

Sesi kalabalık. Sözü kalabalık. Taşrada kalbi tekleyen bir şairin kalbiyle sesleniyor dünyaya. İnişler, çıkışlar var. Geri dönüşler, ileriye gidişler var. Şiirlerinden şiirler, şairler, şehirler geçiyor. Uçurum için “her şehir biraz üşümek”. Onun için koşarak geçiyor bir halk gibi Tokat’tın, Sakarya’nın sokaklarından. “Demek ölmek böyle bir şeymiş gözüne toprak dolmadan ölmek.”

Uçurum’a göre “İsmet Özel’i Türk’ken de sevmek; Ankara’yı, İstanbul’u sevmek”, göğe bakarken Turgut Uyar’ı hatırlamak, bir pusula gibi Sezai Karakoç’u kalbe asmak gerek. “Buna sevmek diyelim taşra bir şairi kalbine sarsa yeridir.”

Dünya Telaşı’nın penceresinden bakılınca Uçurum’un biraz daha sezai Karakoç’a doğru ses ve tema olarak yaklaştığı görülüyor. Bir medeniyet algısına, insan sorumluluğuna ve kul olma bilincine daha fazla varmış olmanın bir sonucu bu. Her mümin şairin ilanihaye varacağı yer, döküleceği havuz Sezai Karakoç’tur. Uçurum da gün geçtikçe buraya doğru dönüyor. Şu mısralar bize Sezai Karakoç’tan miras kalmış gibi: Ben doğu kadar sert, batı kadar karışığım / Ellerim büyüyor toprağa bulandıkça / İçimde bir yangın var içimde bir İbrahim / Ne kadar yol gösteren varsa sağım solum Muhammed”

Bizler 10 Kasımlar yüzünden kasımpatılara küstürüldük. 28’ler yüzünden Şubatlara darıldık. 28 Şubat beyaz meleklerden sonra en çok şairleri vurdu. Şairler Bayazıd Meydanındaki Beyaz Yürüyüşlere bembeyaz şiirleriyle eşlik ettiler.  Mustafa Uçurum atını uçuruma süren adam. O da şiirleriyle saf tuttu Beyaz Yürüyüşte. “Uzun nehirler gibiyiz biz, aktıkça çoğalan / Nasıl köpürürse sular öyle haykırıyoruz” biz dedi.

Aşk, sessizlik ve ölüm Uçurum’un şiirini var eden üç temel unsur.

“Bir aşk, evet son bir aşk gerek bana adı bende başlayan / Ben kalktıkça ayağa bir elif miktarı uzayacak aşk” diyor Uçurum. Aşkta galip var mıdır bilmem ama aşk bitince ölüm çok geçmeden gelir. İnsan, hele de bir şair asla aşksız yaşayamaz. Aşk, hayat demektir. İnsanı öldüren biraz da aşkını yitirmesidir. Uçurum “Galip bir aşk için seferde”. Oysa aşk dediğin “Kim çıkarsa yola sırtında ağır bir yara”. Yıllar önce Taşlıcalı Yahya bunun zorluğundan haber vermişti bize: Bir demir dağı delip boynuna almak gibidir / Her kişi aşık olurdu eğer asan olsa.

Aşk ve şiir bedel ister. Bedel çoğu kere unutulmaktır. Sessizce ölüp gitmektir.  Bir de “Suskun bir saltanatın hançeresi” iseniz, işiniz daha da zordur. Zaten size ait bir sessizlik vardır her yerde. Her aşk gelir sizi bulur. Her ölüm gelir ilk önce sizi vurur.

Bir Arap şairi dostlardan ayrılık olmasa ölüm yol bulup gelemezdi aramıza, dermiş. İnsan geçmişi sevdiği insanlarla, anlarla, hatıralarla dolu bir mezaristan.  İnsan bir anda mümin olmaz. Bir anda kafir de olmaz. İnsan bir anda ölmez. İnsanın bir yanı her daim ölüme koşar. Geçen her an ruhtan bir parça alır gider. Her an insan ölüme, ruhlar alemine biraz daha yaklaşır. Uçurum kayıp giden zamanın bilincinde. Şehirlerden ve şiirlerden gecen hayat yolculuğunda varlığın üzerindeki fanilik mührünü görüyor. Bu durumu “Her öğün ölmek” gibi bir şey: “Demek ölmek böyle bir şeymiş gözüne toprak dolmadan ölmek.”

Sultan Alpaslan’ı öldüren şey kendini yenilmez sanmasıydı. Koskoca Rum ordusunu yok ettikten sonra, adi bir asker tarafından şehit edilmişti. Şiir çocuktur. Çocuk rüyadır. Çocuk dünyanın acemisidir. Rüya hayatın acemisidir. Onun için rüyada ve çocuklukta alınan yaralar da, lezzetler de derindir. İnsan çocukluğunu kaybettikçe biraz daha yaklaşır dünyaya. Biraz daha dünya telaşı sarar insanı. Biraz daha uzaklaşır şiirden.

Cemal Süreya “Aşklar da bakım ister / Bunu anlamadın gittin” diyor. Şiirin beşiği çocukluktur. Şair çocukluğunun üzerine titremeli. Ona iyi bakmalı. İçindeki o çocuğu, acemiliği yitirmemeli.

Zeyl:

Mustafa Uçurum’un çocukluğu “bir elif miktarı” uzamış içinde. “Yenilmez Sandım Kendimi” demiş. Daha sonra bu durumu telafi etmiş. Usta bir acemi olmuş. Bu hal ona boy boy şiirler vermiş. Bize düşense Uçurum’un şiirleriyle kendi çocukluğumuza gitmek, geçmişimize yolculuk etmek. “Dünya Telaşı”ndan sıyrılıp, çocukluğumuza, acemiliğimize hicret etmek.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum