Suyun söyleyemedikleridir: Bediüzzaman Çağıltısı

Bediüzzaman, ruhunun ezelinde başlayan hayalleri ebedi hakikatlere dönüştürebilmek için uzun bir yolcuğa çıkmıştı. Bu yolculuğa özel zamanlar, sırlı mekânlar ve yüksek kalpli kişiler eşlik ediyordu.  Dünya için yeni bir diriliş, insanlık için yeni bir haşir çekirdeği taşıyan bu yolculuk 1927 yılında bir bahar sabahı Barla’da Yokuşbaşı Çeşmesinde başlamıştı. Tarihi çınar ağacının gölgelediği çeşme zamanda ve mekânda tarihi anlara şahitlik edecekti.

Küçücük bir pınar, arklarını süsleyen ağaçları, toprakları, taşları sürükleye sürükleye bir dereciğe, o derecik aynı ruhla, aynı minvalde bir ırmakçığa, o ırmakcık gide gide bir zaman sonra bir denize döküldüğü gibi Bediüzzaman da Yokuşbaşı Çeşmesinde başladığı bu yolculukta bağları, bahçeleri, dağları, tepeleri aşa aşa, zamandan ve mekândan suretleri ve siretleri kendine kata kata büyük bir denize varacaktı.

Bu denizin yüzünde ensarı hatırlatan Sıddık Süleyman, Mustafa Çavuş gibi bahtiyar yürekler, muhaciri hatırlatan Şamlı Hafız Tevfik ve Muhacir Hafız Ahmet gibi yüksek ruhlar yansıyacaktı. Gün gelecek, Eğirdir Dağları’ndan kopup gelen Şeyh Mustafa, Hüseyin ve Hulusi Yahyagil ismindeki üç arı, duru pınar Karacaahmet Sultan Çeşmesindeki dağ suyunda abdest tazeleyip Yokuşbaşı Çeşmesine dökülecekti. Hulusi Bey o günleri anlatırken, “Tabiri caizse âdeta Hz. Ömer’in kölesiyle birlikte Kudüs şehrine yolculuk yaptığı şekilde gittik” diyecekti.

Bu suyun yatağını Muhacir Hafız Ahmet ve Emine Hanım’ın kutlu yuvaları oluşturacaktı. Hafız Ahmet ve Emine Hanım sinelerini sonuna kadar açıp Bediüzzaman denilen denizi kucaklayacaklardı. Bediüzzaman bu cennet köşklerini hatırlatan evde yirmi gün mayalanacak, sonra oradan aldığı mayayla dünyayı mayalayacaktı.

Şamlı Hafız Tevfik gözyaşlarını katık edip mürekkebiyle bu denize rengini verecek, yeryüzünde adı Risale-i Nur olan sayfalar dolusu deniz göverecekti. Tevfik’in eşi Zehra Hanım Bediüzzaman’ın yürek yükünü yüklenecek, Taptuk Emre’nin dergâhına en doğru odunları taşıyan Yunus Emre gibi Gelincik Dağı’ndan devşirdiği hakikat ağaçlarını Bediüzzaman’ın yüreğine taşıyacak, bu uzun kavurucu yolculukta onun ruhunu serinletecekti.

Yokuşbaşı Çeşmesinin hemen altına menzilini yapan Marangoz Mustafa Çavuş bu uzun soluklu yolculukta alemde olup bitenleri seyredebilsin diye çeşmenin başındaki çınar ağacına Bediüzzaman için bir ahşap köşk yapacaktı. Bu köşkten Bediüzzaman’ın zamandaki ve mekândaki seyahatine yoldaşlık edecekti. Bediüzzaman geleceğe doğru seyahat ederken o Bediüzzaman’ın geçmişine doğru yola çıkacaktı. Seyyal bir ırmak olan, bir ismi de Muhammed olan Barla Seyyahı’nın Hz. Muhammed’e (asm) kadar uzanan atalarının izini sürecek, bunları ağaçlara işleyecekti. Gün gelecek, bu nurani şecereyi eşine, ruhunu Rabbine teslim edecek, Kevser Havuzun başında buluşmak üzere Bediüzzaman’a ve dünyaya veda edecekti.

Abdullah Çavuş, Kurtuluş Savaşı gazilerindendi. Cepheden cepheye kahramanca koşmuş, vazifesi bitince kınına giren kılıç gibi Barla’ya dönmüştü. Bediüzzaman 1927 yılında Barla’da bir manevi Kurtuluş Savaşı başlatmıştı. Mustafa Çavuş kınından çıkacak, kılıcını Bediüzzaman’a emanet edecekti. Yokuşbaşı Çeşmesinde başlayan yolculukta Bediüzzaman’ın koruyucusu olacaktı. Kaderde takdir edilen süre dolunca çeşme kuruyacak, 1960 yılında Bediüzzaman’la birlikte Yunus Emre’nin cennet ırmaklarına katılacaktı.

Sıddık Süleyman okuma yazması olmayan bir gençti. Bediüzzaman’ı tanıdıktan sonra eşi Memnune ile kalplerini onun kalbine akıtacaklar, hayatlarını ona adayacaklardı. Onun sevgisiyle evlerini cennet bahçelerinden bir bahçeye çevireceklerdi. Bunun bir teşekkürü olarak Barla Deresi’nin eşiğindeki bahçelerini Bediüzzaman’a bağışlayacaklardı. Bediüzzaman’ın Yokuşbaşı Çeşmesinde başlayan cennet ırmaklarını hatırlatan bu yolculuğu Sıddık Süleyman ile Memnune’nin bu mütevazi bahçesinde sona erecekti. Yokuşbaşı Çeşmesi dünyayı dolaşacak, gün gelecek, Sıddık Süleyman ile Memnune’nin cenneti hatırlatan bu bahçesine dökülecekti. Bediüzzaman bu sefer kalemini Sıddık Süleyman ve Memnune’nin kalbine emanet edip Cennet Risalesini yazacaktı. Bediüzzaman’ın ahşap kalemi yemyeşil cennet ağaçları bağışlayacaktı.

O gün, Sıddık Süleyman’la Memnune’nin evlerinden sonra bahçeleri de cennet bahçesine dönecekti.

O gün dünya, cennet bahçelerinden bir bahçeye dönecekti.

O gün Barla Muhtarı bir kısım bahtsızlardan aldığı destekle Sultandan çok Sultancı kesilecek, dünyaya ayar vermeye çalışacak, cihanın manevi sultanlarından Bediüzzaman’ı ve sevenlerini yollarından döndürmeye çalışacaktı. Hâlbuki bilmiyordu ki su ve ateşe insanın gücü yetmezdi.

Bediüzzaman bir gün Bayram Yüksel’e şöyle diyecekti: Cennetten her gün üç damla su Barla Denizi’ne damlıyor. Yokuşbaşı Çeşmesi’nin başındaki çınar ağacı, Peygamberimizin (asm) üzerinde hutbe okuduğu kütük gibi, türünü temsilen cennette yeşerecek.

Bediüzzaman ve Barla Sıddıkları cennete yakışır bir hayat yaşayarak Yokuşbaşı Çeşmesinden Barla Denizi’ne oradan da Cennet Irmaklarına kavuştular. Cennetteki Yokuşbaşı Çeşmesi’nin başındaki çınar ağacının altında buluştular.

O gün Barla cennet uykularına dalarken, dünyanın birçok yerinde milyarlarca insan derin gaflet uykularına dalıyor, uyanmak bilmiyordu.

Ne mutlu su gibi her gönle girmeye çalışanlara...

Vah ki suyu yolundan döndürmeye çalışanlara…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
3 Yorum