Şükür, nimeti arttıran bir fabrikadır

Şükür, nimeti arttıran bir fabrikadır

DKM üniversite seminerleri üç haftalık aradan sonra devam ediyor

Ömer Faruk Kaya’nın haberi
RİSALEHABER- Diyarbakır Kültür Merkezi, Üniversite programlarına kaldığı yerden devam ediyor. Üniversite hazırlık ve üniversiteli iki grubun Risale-i Nur okuma programlarıyla tazelendiği ara tatilden sonra Üniversite Seminerleri’nin ikinci dönemi Ömer Oturmak, tarafından sunulan “Şükür” konusuyla başladı.

“Kavram Olarak Şükür”, “Netice-i Hilkat: Şükür”, “Şükür ve İbadet İlişkisi” alt başlıklarında icelenen Şükür konulu seminerin içeriğinden notlar şöyle:

1)KAVRAM OLARAK ŞÜKÜR

Şükür Allah'ın (c.c.) nimetlerine karşı memnunluk göstermek, Allah'a teşekkür etmektir. Şükür kalb ile, dil ile ve sair beden azalarıyla olabilmektedir. Nimet verene muhabbet etmek ve itaat etmek de şükürdendir. Şükür her nimeti Allahın razı olduğu yere sarf etmektir. Dersimizle alakalı olarak hamd kavramına da değinmek gerekir.

Hamd, medih, övme anlamlarına gelip Cenab-ı Hakk'a karşı kulların memnuniyet ve sevinçlerini ve O'na hamd ile medihlerini bildirmeleri ve sena etmeleridir.

Risale–i Nur’a baktığımız da genel anlamıyla şükür; nimet içinde in’amı, in’am içinde mün’im-i hakikiyi görmektir.

Allah biz insanlara sayılamayacak kadar nimetlerde bulunmuştur. Bu nimetlere karşılık istediği bedel ise şükürdür. İnsan iman zaafı ve gafletin sonucu olarak nimetleri sebeplere verip minnettarlıklarını, şükranlarını sebeplere verebilmektedir. ٭اَفَلاَ يَشْكُرُونَ ٭ وَسَنَجْزِى الشَّاكِرِينَ ٭ لَئِنْ شَكَرْتُمْ َلاَزِيدَنَّكُمْ ٭ بَلِ اللّهَ فَاعْبُدْ وَ كُنْ مِنَ الشَّاكِرِينَ gibi ayetler bizleri her daim şükre davet etmektedir ve bizlere şükür görevimizi hatırlatmaktadır. Çünkü şükürsüzlük nimetleri tekzib ve inkar suretindedir. Nitekim فَبِاَىِّ آلاَءِ رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ fermanı, Sure-i Rahman'da şiddetli ve dehşetli bir surette otuz bir defa bizleri tehdid ediyor, şükürsüzlüğün, bir tekzib ve inkar olduğunu gösteriyor.

Şükür bahsinde فَبِاَىِّ آلاَءِ رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ ayetinden hareketle şükürsüzlüğün bir tekzip ve inkar olduğunun anlatıldığı kısımdan kendi anladıklarımı şöyle ifade edebilirim; Cin ve insin en çok isyanlarını ve en şedid tuğyanlarını, en azim küfranlarını doğuran vaziyetleri şöyledir nimet içinde in'amı görmüyorlar. İn'amı görmediklerinden Mün'im-i Hakiki'den gaflet ederler. Mün'imden gafletleri ile de o nimetleri esbaba veya tesadüfe isnad ederek, Allah'tan o nimetlerin geldiğini yalanlamaktadırlar. Örneğin bir elmanın kendisini inkar edilmiyor, elma nimetine şükredilmeyerek elmanın asıl sahibi ve bize lütfedeni gaflet ile adeta inkar ediliyor. Bu yüzden bu ayet otuz bir defa zikredilerek bizlere Münim-i Hakikiyi hatırlamakta, gafletimizden kurtarmaktadır.

İşte şükür en mühim vazifemiz olduğundan ifa edebilmek için bütün nimetlerde Hakiki mün’imi görmek gerekmektedir. Bunun gerçekleşebilmesi için kainata manay-i harfi ile bakmak gerektir. Her şeye Allah hesabına baktığımız taktirde nimetlerin de arkasındaki desti kudreti görebilir şükrü, münimi hakikiye verebiliriz. Kainata manay-ı harfi ile bakmak ise hakiki bir imanın neticesindedir. Bu kalınlaşmış gaflet perdesi altındaki asırda bizleri tahkiki imana hızlı bir şekilde ulaştıracak olanda Kuranın dersi ile Resul-i Ekrem asm talimi ile telif edilmiş olan Risale-i Nurdur.

Şükür, nimeti arttıran, ziyadeleştiren bir fabrika hükmündedir. Bu fabrikada hamdler, medihler, senalar ve şükürler ile ne kadar çalışılsa nimet o kadar çoğalır. Nimetin ziyadeleşmesi ille de maddi nimetlerin çoğalması şeklinde değildir. Bir mümin ne kadar şükrederse, hakiki nimet olan sevap ve cennetteki makam da o kadar çoğalır. Bir gafil de ne kadar şikayet ederse, günah ve azabı da o kadar ziyadeleşir. Örneğin musibeti çoğaltmasında şöyle ince bir sır da var; nasıl kırık el ile düşmana yumruk atmak ona ceza değil bir ödüldür, aynı şekilde musibetten dolayı isyan edip morali bitirmek de aynı hasaret oluyor. Yani musibetin en güzel ilacı olan moral ve teselli şikayet ile bitiriliyor ve insan manen bir çöküntü içine düşüyor. Bu da musibeti ikileştirip ziyadeleştiriyor. Halbuki musibet ve hastalıkların bir hikmeti de rahatlık ve huzurun ülfet peyda edip şükrü unutturmamasına birer vesiledirler o yüzden bizleri bu gafletten kurtaracak ve şükrü hatırlatacak olan hastaklık ve musibete de hamd ve şükr etmek gerektir ve Elhamdülillahi alâ külli hâl, sivel küfri ved-dalâlé” demeliyiz. Yani küfür ve dalalet hariç, her halden dolayı Allah’a hamd etmeliyiz.

Nimetin ziyadeleşmesi ile alakalı bir örnek daha verecek olursak: gençlik nimeti katiyen gidecek eğer biz meşru dairede hareket etmez isek o gençlik zayi olup gidecek hem dünya da hem ahirette o gayrı meşru lezzetlerin elemleri başımıza bela olup gidecektir. Eğer terbiye-i İslamiye ile o gençlik nimetine karşı bir şükür olarak iffet ve namusluluk ve ibadete sarf etsek o gençlik manen baki kalacak ve ebedi bir gençlik kazanılmasına sebeb olacak. Çünkü, hamd ve şükür tasavvur eden in’am şeceresini, nimet semeresinde görür. Nasıl ki bir meyvenin bitiminde bir acı hissedilip meyve ağacının daha nice meyveler verileceği tasavvur edilip nimetin lezzeti çoğalıyor ise öyle de gençlik nimetin bitimiyle birlikte sonsuz merhamet sahibi olan Allah’ın ona ebedi bir gençlik nimeti vereceğini düşünmesi hem maddi hem manevi lezzeti Allah’ın izni ile ziyadeleştirecektir. Çünkü nimetin devamı nimetin kendisinden daha lezzetlidir.

Hem وَ آخِرُ دَعْوَيهُمْ اَنِ الْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ "Onların duaları şu sözlerle sona erer: 'Ezelden ebede her türlü hamd ve övgü, şükür ve minnet, Âlemlerin Rabbi olan Allah'a mahsustur. " (Yûnus, 10/10)] ayeti bizlere bu hakkikatı göstermektedir. Çünkü Allah’ın insana ikram ettiği ve edeceği nimetleri sonsuz bir ağaç gibi düşünürsek, bu nimetlerin ardı arkası kesilmeyecek demektir. Ağacın bir meyvesi biterse daha nice meyveler verilecektir. İşte ayette "ezelden ebede şükür Allah’adır" ifadesi bu sonsuz nimet ağacının idrak edilmesi iledir. Yoksa bir ikramdan sonra nimetin arkası kesilse insanın Allah’a sonsuza denk şükretmesi mümkün olmazdı ve nimetlerin bitmesi elemleri çoğaltacaktı.

Şükrün mikyası; kanaattır ve iktisaddır ve rızadır ve memnuniyettir. Şükürsüzlüğün mizanı; hırstır ve israftır, hürmetsizliktir, haram helâl demeyip rastgeleni yemektir. Mektubat (366)

"Evet, iktisat hem bir şükr-ü mânevî, hem nimetlerdeki rahmet-i İlâhiyeye karşı bir hürmet, hem kat'î bir surette sebeb-i bereket, .. İsraf ise, mezkûr hikmetlere muhalif olduğundan, vahîm neticeleri vardır. "

İktisatın şükre ölçü olmasını şöyle izah edebiliriz. İktisat, israfın zıddı olan tutumlu olmak demektir. Yani insanın her hususta haddi aşmayıp, ihtiyacı kadarını kullanmaktır.

İktisatın manevi şükür olması ise, şükre sebebiyet vermesi ve şükre kapı açmasındandır. Zira müsrif adam, israfı ile nimetlerin kıymet ve değerini idrak edemez. Bolluk içinde olan bir adam, nimeti fark edemez, fark edemeyince de hürmet edemez, hürmet edemeyince de şükredemez. Balığın su içinde sürekli olmasından dolayı suyu fark edememesi gibi, israflı bir şekilde nimet içinde yüzen bir adam da nimeti hissedemez, nimeti hissedemeyince de şükredemez.

iktisat varlık ve bolluk içinde sakınmak, çekinmektir ki; o bolluk içinde nimetlerin varlığı fark edilebilsin. Bolluk içinde israfa alışmış bir insan, daima bir üste nazar ettiği için, elindeki nimetleri fark edemeyip daima isyan ve küfran-ı nimet içinde olur. Bir de tutumlu yetişmiş bir insan, daima bir altına bakar ve elindeki nimetlerin farkını anlar; hem nimete hem de nimeti verene karşı bir hürmet ve şükür içinde olur.

2) NETİCE-İ HİLKAT: ŞÜKÜR

Kainat, büyük ve geniş bir halka ve daire şeklindedir. Merkezinde ise hayat vardır. Yani her şey hayatın varlık bulması için tanzim edilmiştir ve ediliyor. Bütün mevcudat, yıldızların dizilişinden tut ta güneşin belli bir yörünge içinde dönmesine, havadan tut toprağa, suya kadar her şey hayata hizmet ettiriliyor.

Hayat, büyük ve geniş bir daire şeklindedir. Merkezinde ise insan vardır. Bütün hayat sahipleri, bitkiler, hayvanlar insanın etrafında toplanıp ona hizmetkar ve musahhar olmuştur. Sonra alem-i insaniyet de, belki hayvan alemi de bir daire hükmünde teşkil edilmiş ve merkez noktasında rızık vardır. Bütün insanlar ve hatta hayvanat rızka hadim ve müsahhar olmuş, rızık onlara hükmediyor.

Allah rızık merkezini o kadar geniş ve zengin bir şekilde düzenlemiştir ki, Allah’ın bütün isim ve sıfatlarının mana ve tecellileri adeta rızkın içinde merkezileşip toplanmıştır. Rızkın bütün çeşitlerini tadıp tartacak kıvamda ve donanımda olan insan mahiyeti bir nevi bütün isim ve sıfatların da idrak ve şuurunda olabilir bir mahiyettedir. Çünkü insan sonsuz derece fakirliği ile birlikte hadsiz nimetlere müptela edilmiştir.

Nasıl ki, her şey rızkın etrafında daire ve halka olmuş, ona hizmet ediyor. Rızık dahi bir daire ve halka olup merkezine şükür konulmuş. Yani rızkın merkezi şükürdür. Rızka muhtaç olan bütün hayatlıların rızka olan aşkı ve ihtiyacı hem bir şükrü manevi hem de şükrün en önemli teşvikçisidir. Sonuç olarak kainatı bir ağaç olarak düşünürsek, meyve ve neticesi şükürdür. Şükür yaratılışın bir gayesi oluyor.

İnsanlara verilmiş olan nice nimetler dahi yine şükrün kainatın neticesi olmasını kanaatimizce doğruluyor. Evet insanın, şerr-i mahz olan yokluk aleminden hayr-ı mahz olan varlık alemine geçmesi, cansız olmayıp hassasiyetli bir hayat verilmiş olması, alem-i mülk ve melekut gibi geniş bir sofra-i nimet önüne serilmiş olan insaniyetin verilmesi, Sonra nihayetsiz nimetleri isteyen ve hadsiz rahmetin meyveleriyle rızıklanan ve insaniyet-i kübra olan İslamiyetin ve imanın verilmesi ve bu helaket ve felaket asrı olan ahir zamanda Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan’ın manevi mucizesi olan Risale-i Nur’ un verilmesi gibi nimetler hadsiz bir şükrü intaç etmektedir. Evet bizler mükafatımızı almışız, şükür ve ibadet ile mükellefiz.

Yukarıda saydığımız nimetlerin şükrü muhakkak hadsizdir bu meseleyi üçüncü başlığımızda değineceğimiz için burada kısaca değinir isek mesela insaniyet nimetiyle birlikte insana bahşedilen duyu organları ve duygular şükür istemektedir. Bunların şükrü bir nevi Allah hesabına kullanmaktır. Gözü haramdan korumak, dili gıybetten koruyup zikir ile meşgul ettirmek, muhabbet duygusunu Mahbub-i Hakikiye vermek, bu nimetlerin manevi bir şükrü olmuş oluyor. Yine bizlere verilmiş büyük nimetlerden olan İslamiyetin şükrü emirleri yapıp nehiylerinden içtinap iledir. Risale-i Nur’un da bu zamanda bizlere verilmesi büyük bir şükür istemektedir. Şükür kıymet bilmeyi iktiza ettiğinden bizlerinde Risale-i Nurun kıymetini bilip şükrü olarak onu okumalıyız, okutmalıyız ve hakkıyla hizmet etmeliyiz. Ayrıca Kainatta en yüksek hakikat olan imannın bizlere sağladığı faydalar şükrü istemektedir.

İman nimetinin sonsuz faide ve nurlarının hadsiz bir hamd ve şükür istediğini Üstad Hazretleri Yirmidokuzuncu Lem’a’da belirtmiştir. Bende anladıklarımı sizinle paylaşmak istiyorum. İnsanın, bütün mahlukat ile alakadarlığı ve her şey ile bir nevi alışveriş halinde olması hasebiyle bunlarla lafzen ve manen görüşebilmek, konuşabilmek için altı ciheti bulunmaktadır ve iman bu altı cihetti nurlandırmaktadır. Mesela; sağ ciheti yani kıyameti kopmuş, karanlıklı, büyük korkunç bir mezaristan olarak görünen geçmiş zamanı, imanın gözlüğü ile aydınlanmaktadır ve mezarlar için kazılan çukurlar nurani ve kat kat daha güzel bir aleme gidilen tüneller biçiminde göstermektedir. İşte imanın maziye yönelik sağladığı ferahlık, rahatlık için binlerce Elhamdulillah dedirtir.

Sol cihet yani çürüyüp gidecek yok olacak zülumatlı bir kabir olarak görünen gelecek zamanı, istikbali, iman gözlüğü ile Cenab-ı Hakkın; Halık, Rahman, Rahim’in, insanlara hazırlıdığı çeşit çeşit, mükemmel yemek ve içeceklerden oluşan sofray-ı Rahmani şeklinde görünmektedir ve binlerce Elhamdulillah ile tekrar edilecektir.

Üst cihet yani semavata bakıldığı zaman binlerce büyük, küçük yıldızın, sonsuz bir boşlukta, başıboş gibi görünüp bu kadar hızlı hareket etmeleri ve acip manevraları dehşet verirken ve her an birbirine çarpacak endişesi, korku verirken, iman nuru, her şeyin Allah’ın kabzayı tasarrufunda olduğunu bildirmektedir. O acip manevralarının bir Kumandanı azamının emri ile olduğunu, yıldızların ve sair gezegenlerin başı boş olmadığını mutlak bir Hakim’in tasarrufunda olduğunu bildirerek, korku ve dehşet yerine onlara karşı bir ünsiyet, muhabbet oluşturarak binlerce Elhamdulillah dedirtmektedir.

Alt cihet yani küre-i arzımız; başıboş, yularsız, güneşin etrafında serseri bir şekilde bir hayvan gibi ve ya kaptansız bir kayık gibi görünürken, iman nuru, arzın rahmanı bir sefine olduğunu, Allah’ın kumandası altında olduğunu hatırlatmaktadır, ayrıca arzımızın yiyecekleri, içecekleri, elbiseleriyle birlikte insana bir gezinti için şemsin etrafında izni ilahi ile gezdirilen bir gemi olduğunu bildirerek binler Elhamdulillah dedirtmektedir.

Ön cihet yani bütün mahlukat felsefe gözüyle bakıldığında, kafile kafile hiçlik alemine yokluğa gidiyorlar bu dehşet verici halden iman nuru şu şekilde kurtarmaktadır; insanların hiçliğe, ademe bu yayladan daha güzel bir yaylaya geçiş, fani menzilde baki menzile, hizmet çiftliğinden ücret dairesine göç etmek olarak bildirip rahatlatmaktadır ve binlerce Elhamdülillah dedirtmektedir.

Arka cihet yani geriden gelenlere felsefe gözüyle bakıldığı zaman bunlar nereden nereye gidiyorlar ve niçin dünyaya gelmişler sorusuna cevap alınmadığı için hayret ve tereddüt azabı çekilmektedir. İman nuru ile insanın kainat sergisinde gösterilen garip, acip kudretin mucizelerini göstermek ve mütalaa etmek için Sultanı Ezel tarafından gönderilen mütallaacılar olduklarını bildirir ve inanların bu görevi yapmaları nispetinde derece alıp mükafat alacakları memlekete gönderileceklerini belirterek binlerce Elhamdulillah dedirtir.

Mezkur zulmetleri izale eden iman nimetine “Elhamdulillah” diye edilen hamd dahi bir nimet olduğundan, ona da bir hamd lazımdır. Bu ikinci hamde de üçüncü bir hamd, üçüncüye dördüncü bir hamd lazım. وَهَلُم جَرًّا (Yirmi dokuzuncu Lem’a)

İnsanın bu altı cihetinin bu kadar parlak gösterilmesini sağlayan imanın bizlere lüfedilmesine vesile olan Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan ve alemlere rahmet olan Resul-i Ekrem (asm) nin bizlere gönderilmiş olması binlerce hatta hadsiz Elhamdulillah dedirtmektedir.

3) ŞÜKÜR VE İBADET İLİŞKİSİ

Şükür ile ibadet arasında mühim bir ilişki vardır. Üstad Hazretleri Ubudiyet, mukaddeme-i mükâfat-ı lâhika değil, belki netice-i nimet-i sabıkadır demiştir. Bizlere ne kadar çok ve büyük nimetler verildiğini ikinci başlığımızda değinmiştik ve bunların ne kadar çok hamd ve şükür istediğini beyan etmiştik, ibadetler de bu geçmiş nimetlere karşı bir şükürdür. Fakat insanın, kendi ömür sermayesi ve kuvveti ile Allah’ın sayısız ihsan ve ikramlarına karşılık vermesi ve şükürde bulunması imkansızdır. Bu yüzden Üstad Hazretleri bu kadar çok nimetlere karşılık şükrümüzü külli bir niyet, hadsiz bir itikat ile azami olarak ifa edebileceğimizi ve emredilmiş olan ibadetler ile bunu gerçekleştirebileceğimizi belirtmiştir. Mesela namaz ibadeti külli bir şükür edebilmemizi sağlamaktadır.

İbadatın çeşitlerini kendisinde barındıran bir fihriste hükmündeki namaz ibadetinde okunan sureler ve namazın vakitlere tahsisi onun külli bir şükür olduğunu göstermektedir. Örneğin; namazların her bir vakti mühim bir inkılap başı olması, azim bir tasarrufun gerçekleşmesi ve o tasarrufun içinde ihsanat-ı külliye-i İlahiyenin birer ayinesi olduğundan, bu vakitte daha fazla tesbih, tazim, şükür ve hamd edilmesi gerekmektedir. Benim anladığım kadar bu vakitlerin tahsisinde her bir vakit, kainatın yaratılışının devrelerine, insan ömrünün dönemlerine ve mevsimlerin evrelerine işaret edilerek her gün beş vakit namazımızı eda ettiğimizde adeta kainatın, insanların ve mevsimlerin ömürlerine, ve iki vakit arasındaki hadsiz nimetlere külli bir niyet hadsiz bir itikat ile külli şükretmiş oluyoruz.

Ayrıca insan şu kainatın bir sultanı, bir halifesi hükmündedir. Bütün kainat da insana hizmet ediyor. Bu da onun halife ve sultan olduğunun delilidir. Allah’ın bütün isim ve sıfatlarını anlayacak ve üzerinde gösterecek yegane varlık insan olduğundan, Allah’a külli bir abd ve umumi bir vekil oluyor. Bu istidadı ile bütün mahlukatın fıtri ibadetlerini, şükürlerini hamdlerini külli bir şuur ve niyet ile Allaha takdim edip külli bir şükür edebilmektedir. Mesela; insan namazda Fatihay-ı Şerifin başında okunan “Elhamdulillah”ı okuduğunda Üstad Hazretlerini ifadesiyle” ezelden ebede kadar her kimden ve her kime karşı bütün hamd ve şükür Ona mahsustur” demiş olur. Böylelikle mutlak cemal ve kemal olan Allah’a mahsus olan hamd ve şükürler O’na takdim edilerek külli bir şükürde bulunulmuş olur. Yine insan namazında "Ettahiyyatü lillah"ı okuduğunda, Üstad Hazretlerini ifadesiyle "Bütün zîhayatların hayatlarıyla gösterdikleri tesbihat-ı hayatiye ve Sâni'lerine takdim ettikleri fıtrî hediyeler, ey Rabbim sana mahsustur. Ben dahi bütün onları tasavvurumla ve imanımla sana takdim ediyorum. " demektedir. İşte bu iki misal hadsiz bir itikad ve külli bir niyet ile bütün mahlukatın hayatlarıyla takdim ettikleri ubudiyetler, şükürler, hamdler Allah’a takdim edilerek bir şükr-ü küllide bulunmuş olur. Yani bu iki mubarek kelimeyi okuduğumuzda bir nevi Allah’ım senin bu nimetlerine karşı benin itidarım ve ihtiyarımla mukabele edemem eğer gücüm ve kuvvetim ve ömrün olsaydı sana bukainat ve kainatın içindekilerin şükür ve hamleri kadar şükr ve hamd ederdim demekteyiz. Böylelikle namaz Allah’ın sayısız nimetlerine şükretmek için bir fırsattır, bunu kaçırmak ise büyük bir hasarettir.

Şükür ile ilişkili olan bir diğer ibadet ise oruçtur. Padişahtan gelen bir hediyeyi alıp hediyeyi getirene teşekkür edip asıl hediye sahibini gaflet edip unutmak meselesi gibi insan da çoğu zaman gaflet ile Münim-i Hakikiyi unutup sebeplerin tesiri olmadığı halde nimetleri onlardan bilip şükür ve hamdlerini onlara vermektedir. Halbu ki şükür nimetin asıl sahibine yani Münim-i Hakikiye edilir. İşte oruç bu gaflet perdesini çekerek, asıl nimet sahibini gösterip şükre bir anahtar oluyor. Çünkü şükretmek o nimetleri doğrudan doğruya ondan bilmek, o nimetlerin kıymetini takdir etmek ve o nimetlere kendi ihtiyacını hissetmekle olur. Oruçlu olan bir insan ister zengin ister fakir olsun belli bir süre aç kalarak kuru bir ekmeğe dahi ihtiyacını hissediyor ve o nimetlerin kıymetlerini, değerlerini anlamakla nimeti bizzat Münim-i Hakikiden bilerek şükretmiş oluyor.


Kaynak: RisaleHaber.com

HABERE YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.