Sövmeyi normalleştirmek

"İşte, bir bahçeye rast geldi. İçinde hem güzel çiçek ve meyveler var; hem bakılmadığı için murdar şeyler de bulunuyor. Kardeşi dahi böyle birisine girmişti. Fakat murdar şeylere dikkat edip meşgul olmuş, midesini bulandırmış, hiç istirahat etmeden çıkıp gitmişti. Bu zât ise, 'Herşeyin iyisine bak!' kaidesiyle amel edip, murdar şeylere hiç bakmadı. İyi şeylerden iyi istifade etti. Güzelce istirahat ederek çıkıp gidiyor." (Sekizinci Söz'den.)

Bir vakitler, televizyon programları sırasında konu cinselliğe gelirse, konuşmaya tereddüt eden kişi özür diler gibi şöyle söylerdi: "Elbette cinselliğin hayatın parçası olduğunu kabul ediyorum." Böyle sahnelerde oynamamışlar kendilerini 'affettirebilmek' için aynı cümleyi kullanırken, başarıyla(!) canlandırmışlar da bu cümle üzerinden bir meşruiyet çıkarırlardı: "Cinsellik hayatımızın bir parçası." Ve siz de ekranınızın karşısında şöyle düşünürdünüz: "Üreme sisteminin faaliyetlerini 'hayatının bir parçası' olarak teşhir etmeyi mantıklı görenler, umarım bir gün boşaltım sistemiyle ilgili de benzer noktaya gelmezler..." Umarım gelmezler.

Bu yıllarda o cümle biraz daha cinsellikten uzaklaşarak (herhalde cinsellik istedikleri kadar normalleşti artık) küfür meselesine yaklaştı. Hayvan isimleri içeren argoların sansürlendiği Kemal Sunal filmlerinden, bugün, sin-kaflı küfürlerin havada uçtuğu sinema ve televizyon yapımlarına ulaştık. (Sanatta ne büyük yükseliş!) Karşısındaki oyuncunun yedi ceddine dümdüz giden esas oğlan/kızlarımız setten çıktıktan sonra mikrofon yüzlerine uzatıldığında; "Aaa, niye etmeyecekmişiz canım? Hayatın parçası bunlar. Sokaktaki herkes ediyor!" diyebiliyorlar. Şu sözleri işitince insan ister istemez mürşidimin ettiği nasihati hatırlıyor:

"Hem deme, 'Ben de herkes gibiyim.' Çünkü herkes sana kabir kapısına kadar arkadaşlık eder. Herkesle musibette beraber olmak demek olan teselli ise, kabrin öbür tarafında pek esassızdır."

Sokakların meşrulaştırıcılığı üzerine yürüyen bir sanat. 'Herkes gibi olmak'la 'doğrusunu yapmayı' ayıramayan bir sanat. İdealini veya hakikatini 'sokak' olarak görüyor. Bunu kesinlikle sorgulatmıyor. Ne tuhaf ki, eskiden, sokaktan ziyade ev sahib-i kemaldi. Hatta ehl-i sokak olanlara iyi gözle bakılmazdı. 'Sokak serserisi, sokaklarda sürtüyor...' vb. tabirleri hatırlayalım. Bunların hepsi sokaktaki hayatı tenkid içeren tabirlerdi.

Hadi, dindarlığımızı bir kenara bırakalım, sokağın idealleştirilmesi sanat için ne kadar doğru? Yahut da şunu soralım önce: Sokak aslında kimden oluşuyor? İdealimiz orada mı? Küfür edenlerin olduğu doğru. Ama sokak salt onlardan mı ibaret? Sokakta bir de bu küfürlerden hoşnutsuz, fakat sessiz bir grup var. Küfürlere şahit olduğum kadar, otobüslerde veya insanların toplu bulunduğu yerlerde, küfürbaz insanları uyaranlara da rastlıyorum. Fakat bu sanatın gözü nasıl birşeyse ikinciler asla batmıyor.

Bu kötülüğe seçici-geçirgen sanat dünyasının geldiği noktada dizilerin bile iki versiyonu olmaya başladı. Bir versiyonda, küfürler, RTÜK amcayı susturacak kadar sansürlenirken, diğer versiyonda bütün küfürler aynen duruyor. Küfürler de öyle bir kıvama geldi ki, sokaktaki gençlerin artık bu yapımlara öğreteceği birşey kalmadı, ancak onlardan lahana yaprağı gibi günışığı görmemiş yeni küfürler öğrenebilirler. Ne de olsa bu küfürleri çalışanlar senarist. Daha profesyonelce ve daha sanatlı sövüyor insanlar birbirlerine. İrticalen değil düşüne düşüne küfür ediliyor.

Otuzlu yaşlarımda olmama rağmen (ve küfür edilen ortamlarda da bulunmuşluğuma rağmen) ben bile ünlülerin ulaştığı başarıyı(!) hayretle izliyorum. Askerde 'komutanın ettiği küfürü üzerine değil üniformaya alınmak' diye bir tabir vardı. Küfürü daha 'katlanılır' kılmak için kullanıyordu erler bunu. Onlara göre küfür edilen kendileri değil üniformaydı. Acaba bu ünlüler de, küfürleri, üzerlerine değil de oynadıkları karakterlere alınarak mı rahatlıyor?

Bütün bunlar bizi şu sorgulamaya götürmek zorunda: 'Kötülük' ondan utanılacak ve yansıtılmasından mümkün mertebe teberri edilecek/iyileştirilecek birşey mi? Yoksa gerçeğin ta kendisi muamelesi görüp nümayişle duyurulacak birşey mi? Sinema/dizi sektörünün geldiği noktada 'tedavi etmek' yerine 'yarayla övünmeyi' tercih ettiği ortada. Fakat anlamıyorum, bu noktada, sanat bizi nasıl bir zirveye taşıyacak? Bir genç, kendi ebeveyninin yanında başka birisinin anasına-babasına sövdüğünde veya en nihayet kendi anasına-babasına sövdüğünde, zirveye ulaşacak mıyız? En iyi küfür dalında bir Oscar'ımız olacak mı mesela?

'Sövmeyi normalleştirmek' nasıl bir kemal içeriyor cidden merak ediyorum. Nereye varılacak bu tedris ile? Bu sanatın günü kurtarmaktan başka hakikat arayan bir felsefesi var mı? Sadece dindar olarak değil insan olarak da merak ediyorum. Sokakların gerçekliği ondaki her sefaleti taşımakla mı bize kemal katacak? Veya buradan nasıl bir yüceliğe varılacak ki, artık küfür edenler etmekten utanmaz, ama biz uyarmaya utanır olduk? Dönüp dönüp bu meseleyi konuşasım var. Zira bazı şeyleri tartışmayı bırakmak onları normalleştirmekle neredeyse eşanlamlı.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.