Sonsuzluk Ülkesine Yolculuk-I

Herkesi her an bekleyen sonsuzluk ülkesi yolculuğuna ne dersiniz? Sonsuzluk ülkesine yolculuk denince ne anlıyoruz? Böyle bir ülke var mı? Böyle bir ülkenin olduğunu duyanımız, bilenimiz var mı? Veya bu ülkeye nasıl gidilir? Bunun bir yol haritası veya bir navigasyonu var mı? Bu sorulara cevap bulmaya çalışacağız.

Hani biri vefat ettiğinde ”ebedi âleme göçtü. Allah rahmet eylesin, mekânı cennet olsun. Biz ondan razıydık, Allah da ondan razı olsun. Veya falan kişiyi aslî vatanına uğurladık” gibi ifadeler, insanın sonsuza dek kalacağı ebedler ülkesine doğru yola çıktığının bir ifadesidir.

Evet, hiç ölmemek, sonsuza dek yaşamak her insanın fıtratına bırakılmış bir duygudur. “Eğer vermek istemeseydi, istemek vermezdi.”[1] sözü de bu gerçeği ifade etmektedir. Sonsuzluk, herkesin bildiği, hissettiği fakat tarifi ve üzerinde uzlaşılması oldukça güç kavramlardan biridir. Bunun nedeni ise bütün insani deneyimlerin ötesinde olmasıdır. Yani “gözün görmediği, kulağın işitmediği, akla, hayale ve kalbe gelmeyen” bir âlem olmasıdır. Çünkü “sonsuzluk kavramı, ezeli ve ebedi olan, öncesi ve sonrasının olmaması anlamına gelen bir kavramdır.” [2]

Yol ve Yolculuk, insanların bir yerden diğer bir yere gitmek veya gitmeyi arzuladıkları bir kavramlardır. Yol ve yolculuk, değişim, arayış, kaçış, keşif, sevgiliye, sevdiklerine kavuşma gibi manaları da ihtiva eder. Yolculuk bir çıkış, kaçış, kurtuluş ve umuttur. Yolculuk, mutluluğa ve huzura bir gidiştir. Bir mekânı terk edip başka bir mekâna kapı aralama, ulaşma ve erişmedir.

Yolculuk; “tasavvufta ‘seyr u sülük’ olarak adlandırılan, geçici ve beşeri olandan hakikate ve mutlak varlığa geçişi simgeleyen bir ifadedir.”[3] Doğu kültüründe yolculuk, manevi bir arayış olarak ifade edilirken, batı kültüründe ise daha çok buluş, kaçış, yüzleşme ve geri dönüşü sembolize eden bir kavramdır. Yolculuk; hayal edilen insanlarla buluşmak, görüşmek, erişmek, ulaşmak; sebebi bilinmeyen, özlem duyulan ve hayal edilen şeylere bir kavuşma veya arayış arzusudur.

Yol ve yolculuk, kişinin dünyadayken kazandıklarının, duyarlılıklarının ve hayal ettiklerinin ortaya çıkma arzusudur. Ruhunda ve zihninde beliren korku, bunalım ve sıkıntılardan feraha ermek için bir kurtuluş, bir erişme ve kendini gerçekleştirme arzusudur.

Kısaca yol ve yolculuk, kişiler için hem ayrıştırıcı hem de birleştirici bir tür mutluluk, huzur ve güven arayışıdır.

Saatte 106 bin km. hız yapan bir gemi düşünün, öyle ki dünyadaki bütün insanları içine alabilecek kapasitede büyük bir gemi!.. Ve şu anda dünyada yaşayan insanların tümü; yani bizler bu gemide seyahat eden yolcularız. İşin garip tarafı, bu yolculardan bir kısmı geminin gittiği istikameti biliyor, bir kısmı ise bilmiyor. Şimdi geminin gittiği istikameti bilmeyenlerin şöyle bir halet-i ruhiyelerini düşünelim. Veya bir empati yapalım. Çekilmesi ne kadar zor bir durum değil mi? Saatte 106 bin kilometre hız yapan bir gemiye binmişsiniz ama nereye gittiğinizi bilmiyorsunuz!..

Söz gemiden açılmışken yazımıza merhum Yahya Kemal Kemal’in ‘Sessiz Gemi’ şiiriyle devam edelim:

“Artık demir almak günü gelmişse zamandan
Meçhule giden bir gemi kalkar, bu limandan.

Hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce alır yol;
Sallanmaz o kalkışta ne mendil, ne de bir kol.

Rıhtımda kalanlar, bu seyahatten elemli,
Günlerce siyah ufka bakar, gözleri nemli,

Biçare gönüller! Ne giden son gemidir, bu!.
Hicranlı hayatın; ne de son matemidir bu.

Dünyada sevilmiş ve seven nafile bekler;
Bilmez ki giden sevgililer dönmeyecekler.

Birçok gidenin her biri memnun ki, yerinden,
Birçok seneler geçti; dönen yok seferinden.”

Evet, bu yolculuk; kimilerini sevdiklerine ve sevgiliye kavuşturur; kimilerini sevdiklerinden ve sevgiliden ayırır; kimilerini ise sevdikleriyle bir daha görüşmemek üzere ayıran bir yolculuktur.

Evet, “İnsan bir yolcudur. Sabâvetten (çocukluktan) gençliğe, gençlikten ihtiyarlığa, ihtiyarlıktan kabre, kabirden haşre ve haşirden ebede, sonsuza kadar yolculuğu devam eder.”  Evet, “İnsan, şu dünya hanında çok aziz, şerefli ve değerli bir yolcudur. Ve öyle cömert ve ikram sahibi birine misafir olmuş ki, nihayetsiz rahmet hazinelerini ona açmış; sınırsız ve eşsiz derecedeki sanat eserlerini ve hizmetkârlarını emrine sunmuş; gezip dolaşması ve faydalanması için öyle geniş bir alan açmış ve hazırlamıştır ki gözün kestiği ve hayalin gittiği yere kadar geniş ve uzundur.[4]

Her insan bu dünyada bir yolcudur. “Zira (çünkü) dünya durmuyor, gidiyor. İnsan da beraber gidiyor. Sen de yolcusun. Bak, ihtiyarlık şafağı, kulakların üstünde tulû etmiştir (doğmuştur) Başının yarısından fazlası beyaz kefene sarılmış. Vücudunda tavattun etmeye (vatan edinmeye) niyet eden hastalıklar, ölümün keşif kollarıdır. Maahaza, (bununla beraber) ebedî ömrün önündedir. O ömr-ü bâkide (o sonu olmayan ömürde) göreceğin rahat ve lezzet, ancak bu fâni, geçici ömürde sa'y ve çalışmalarına bağlıdır. Senin o ömr-ü bâkiden (o sonsuz ömürden) hiç haberin yok. Ölüm sekeratı (ölüm sarhoşluğu) uyandırmadan evvel uyan!” diyor Zamanın Bedîisi.[5]

“Herkes için, şu dünya muvakkat bir ticaretgâh (geçici bir ticaret yeri) ve hergün dolar, boşalır bir misafirhane ve gelen geçenlerin alışverişi için yol üstünde kurulmuş bir Pazar ve Nakkaş-ı Ezelînin (ezeli nakkaşın) teceddüd eden (sürekli yenilenen), hikmetle yazar bozar bir defteri ve her bahar, bir yaldızlı mektubu ve herbir yaz bir  manzum kasidesi; ve o Sâni-i Zülcelâlin (sonsuz haşmet sahibi ve herşeyi san'atla yaratan Allah’ın) cilve-i esmâsını (isimlerinin görüntü ve yansımalarını) tazelendiren, gösteren âyineleri; ve ahretin fidanlık bir bahçesi; ve rahmet-i İlâhiyenin bir çiçekdanlığı ve çiçekliği; ve âlem-i bekàda (sonsuzluk âleminde) gösterilecek olan levhaları yetiştirmeye mahsus muvakkat bir tezgâhı mahiyetinde gördüm” diyor Zamanın Bediisi!.. [6]

Ve yine bu dünya “sanki misafirler için yapılmış bir handır ki daima dolup boşalıyor. Ne kendisinin sabit bir şekli vardır ve ne de içinde oturanların bir kararı vardır. Ve Sâni-i Âlemin garip bir meşherdir (bir sergi, bir gezinti yeridir). Bu itibarla o handa ve o meşherde içtimâ eden (toplanan) insanlar sabit kalacak değiller.” diyor.[7]

Ve yine zamanın bediisi; “Gördüm ki, ben bir yolcuyum. Uzun bir yola gidiyorum, yani gönderiliyorum. O yolculuk ise âlem-i ervahtan, (ruhlar aleminden) rahm-ı mâderden, (ana rahminden) gençlikten, ihtiyarlıktan, kabirden, berzahtan, haşirden, köprüden geçen, ebedü'l-âbâd (sonsuzluk ülkesi) tarafına bir yolculuktur.” [8] diyor Bediüzzaman hazretleri…

Saygıdeğer dünyaya gemisi yolcuları, sonsuzluk ülkesine yolculuğumuz devam edecektir. Yine bekleriz.

[1]  Ebu Nuaym, Hilyetü'l-Evliyâ, 3:263.

[2]  Hançerlioğlu, 2018, s. 379.

[3]  Cebecioğlu 2009: 565.

[4] Sözler,23. Söz, İkinci Mebhas, Üçüncü Nükte (s:434)

[5] Mesnevî-i Nuriye, Habbe. (s:173)

[6] Lem'alar/ 26. Lem'a,Dokuzuncu Rica, (s:370)

[7] Mesnevî-i Nuriye, Lâsiyyemalar, (s:62)

[8] Sözler, 23. Söz, 2.Mebhas, 3.Nükte (s:437)

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.