Seyyah Bediüzzaman

1909 yılı meşrutiyet, istibdat, hürriyet tartışmalarına sahne olur. Bediüzzaman Said Nursi o günlerde İstanbul’dadır. O da gündemle ilgili düşüncelerini değişik gazetelerde ve çevrelerde dile getirir. Meşrutiyetin İslam’la çelişmediğini ifade eden Bediüzzaman bu görüşlerini yaymak için şark illerine doğru yola çıkar. Batum ve Tiflis üzerinden Van’a gelir. Buradaki Horhor Medresesinin işleriyle bir kaç ay meşgul olduktan sonra bir geziye çıkar. Bu gezi Van dolaylarındaki Ertoşi aşiretinden başlayıp Hakkari, Bitlis, Muş, Diyarbakır, Cizre, Urfa, Antep, Kilis, Halep’e uğradıktan sonra Şam’da noktalanır. Bu gezi notlarını daha sonra Münazarat, Muhakemat ve Hutbe-i Şamiye isimleri altında kitaplaştırır.

Münazarat ‘görüşler, fikirler, münazaralar’ anlamına gelir. Münazara kelimesinin çoğuludur. Kökü “nazar” kelimesidir. Nazar, bakış, bakma, göz atma anlamındadır.

Bediüzzaman yolculuğunu rıhlet kavramıyla açıklar. Rıhlet yol, yolculuk, seyahat etmek demektir. Akli, ruhi, hayali bir seyahati de işaret eder.  Bediüzzaman bu yolculukta kendini seyyah olarak ifade eder. Kürt şehirlerindeki yolculuğu Münazarat ve Muhakemat’ı, Şam seyahatı Hutbe-i Şamiye’yi netice verir.

Münazarat yolculuğunun iki tür karşılığı vardır. Biri zamanda, diğeri mekânda yolculuk. Bediüzzaman mekanlar üzerinden yıllara, hatta asırlara yolculuk edecektir. O günlerde Osmanlı’nın yönetim merkezi İstanbul temsil ettiği asırdan tarihvârî bir nazar ile göçüp, kurûn-u vustâya (orta çağa) doğru inmiştir. Bediüzzaman medeniyet anlayışını temsil eden zamanda bu geri gidişten rahatsızlık duyarak Doğu’ya yönelir. Kürt aşiretleri içinde cevelân ederek bahardan güze bir rıhlet-i sayfiye, güzden bahara bilâd-ı Arabiyeden bir rıhlet-i şitâiye eder.

Bediüzzaman gazete sütunlarından sonra cami kürsülerini, meydanları, medreseleri meşrutiyeti anlattığı bir alana çevirir. Bununla da yetinmez, kendi tabiriyle, ‘dağ ve sahrayı medrese’ ederek meşrutiyeti ders verir. O, bu eğitim anlayışını ilerleyen yıllarda da sürdürür. Risale-i Nur adlı eserinin derslerini de hep dağlarda, kırlarda, açık havalarda yapar.

Bediüzzaman bu yolculuğu “Bahardan Güze Yaz Yolculuğu, Güzden Bahara Kış Yolculuğu” olarak ikiye ayırır. Bahardan Güze Yaz Yolcuğu Kürt şehir, belde ve aşiretlerinde geçen yolculuktur. Bu yolculuk 40-50 gün kadar sürer. Güzden Bahara Kış Yolculuğu Arap beldelerini kapsar. Bediüzzaman’ın son hedefi Hacca gitmektir. Fakat hac mevsimi geçtiği için dönmek zorunda kalır.

Münazarat’ın girişinde Kureyş Suresine atıf yapıldığı anlaşılmaktadır. Nursi, Kureyş Suresinde geçen “rihleteşşitâivessayf”, yani “Kış ve Yaz yolculuğu” kelimelerine vurgu yapar. Kureyşliler yazın Şam’a, kışın Yemen’e seyahat ederlerdi. Bu yolculuklar ticaret ve medeniyet alışverişi amacını taşıyordu. Bediüzzaman ihtimal ki Kış ve Yaz Yolculuğu ibareleriyle Kürt ve Arap coğrafyasındaki medeniyet alışverişine vurgu yapmak istiyordu.

Bediüzzaman bir Türk şehri olan İstanbul’dan başladığı yolculuğunu Kürt şehirlerine uğradıktan sonra Arap şehri Şam’da noktalamıştı. Bu yolculuk bir anlamda milletler ve medeniyetler arası yolculuğu kapsıyordu. Bediüzzaman İstanbul’da edindiği izlenimlerini Kürt ve Arap şehirlerine taşımıştı. Bu gezi vesilesiyle edindiği izlenimlerini de İstanbul’a taşıyacaktı.

Bu yolculuk seyyah Bediüzzaman için bir iç yolculuk anlamı da taşıyordu. İnançları değişmemekle birlikte birçok noktada düşüncelerinin değiştiği kesindir. “Bahardan Güze Yaz Yolculuğu, Güzden Bahara Kış Yolculuğu” ibaresi biraz da buna atıf yapıyor olmalı. Değil mi ki insan bir dünya yolcusudur ve son istasyon kabirdir.

Münazarat’ta bahsedilen yaz ve kış seyahatleri zamanda yolculuk, dağ ve sahra kelimeleri ise mekânda yolculuktur. Birincisinde medeniyetler, asırlar, zamanlar arasında, ikincisinde ise coğrafi mekânlar arasında seyahatler yapılır. Bu seyahatlerde Asr-ı Saadet’e gidip o zamanlardan feyizler almak da mümkündür, seslendirdiği bu hakikatlere kulak tıkayarak orta çağa göçüp karanlıklar içinde kalmak da mümkündür.

Münazarat’a konu olan konuşmalar daha çok Ertuş, Küdan ve Mâmehurâna aşiretlerindeki seyahatlerde gerçekleşir. Nursi bunu yıllar sonra bir mektubunda teyit eder.

Münazarat’ta bahsedilen ‘azametli, bahtsız bir kıta’dan kasıt Asya kıtasıdır. O günlerde medeniyetin beşiği Asya, yeni dünya Avrupa’nın gerisinde kalmaya başlamıştır. ‘Şanlı tâli'siz bir devlet’ten kasıt Osmanlı’dır. Bu, Asya’nın Avrupa’ya karşı düştüğü duruma benzer şekilde Osmanlı’nın yeni dünyaya karşı düştüğü durumu ifade etmektedir. ‘Değerli, sahipsiz bir kavim’den kasıt Kürtlerdir. O dönemde Kürtler görece olarak diğer milletlere göre sahipsiz bırakılmıştır. Bediüzaman bu eserinde Asya, Osmanlı ve Kürt coğrafyasında maddi ve manevi bir seyahate çıkmış, sorunlara çözümler önermiştir.

Münazarat’ın başındaki, “Şu eserlerden her birisi Kürt olduğu gibi, aynı halde Türk, aynı vakitte Arap’tır” ifadesi Nursi’nin dolaştığı coğrafyanın işaretlerini verir. “Kürtçe düşünürüm. Türkçe ve Arapça yazıyorum” cümlesi de dil ve anlam dünyasındaki seyahatinin ipuçlarını verir.

Bediüzzaman doğu beldelerindeki zorlu yolculukta hayli yorulmuştu. Söylenecek söz çok fakat zaman kısaydı. Üstelik mekân vahşîydi. Kısa süre önce hapisten çıkmış Bediüzzaman’ın zihni müşevveş, vücudu yarım hastaydı. O, işte böyle zaman, mekan ve beden olarak sorunlu bir yolculuğun seyyahıydı. Edindiği birikimi sayfalara aktarırken gezdiği beldeleri de imliyordu. Sözlerinin bir kısmının Bâşid Dağının yemişi, bir tâifesinin Ferrâşîn Ovasının meyvesi, bir miktarının Beytüşşebap Deresinde kırmızılanmış semeresi olduğunu söylüyordu.

Bu yolculuğun en dikkat çeken yerlerinden birisi Diyarbakır’dır. Burada birkaç gün kalır. Ulema ve halkla yakın temas kurar. O günlerde şehirde bulunan Ziya Gökalp ile görüşür.

Diyarbakır’dan sonra Urfa’ya gelen Bediüzzaman ilk olarak medreseleri ziyaret eder. Birkaç gün buralarda ikamet eder. Garip kıyafetli seyyahın hallerinden şüphelenen emniyet kuvvetleri onu gözaltına alırlar. Fakat araya giren hatırlı kişilerin aracılığıyla serbest bırakılır.  Bir hafta kadar da Urfa Meb'usu Siverekli Ali Efendi'nin evinde misafir kalır, civardaki kaza ve köyleri ziyaret edip gündemini anlatır. Ayrıca Yusuf Paşa Camiinde bir buçuk saati bulan bir konferans verir. Burada Suruç gezisinde yaşadığı bir olaya da değinir.

Konferanstan sonra Birecik ilçesine giderek Birecik Rüşdiyesinde inceleme yapar. Ardından Gaziantep, Kilis ve Halep’e uğradıktan sonra sonbahar ayında Şam'a varır. Şam’da birkaç gün kalır. Emeviye Camiinin minberinde meşhur hutbesini verdikten sonra şehirden ayrılır. Kara yoluyla Beyrut’a, oradan da vapurla İzmir üzerinden İstanbul’a gider. İstanbul’a vardığında bu şehirden ayrılışının üzerinden bir yıl geçmiştir.

Bu seyahat Bediüzzaman’ın iç dünyasında köklü değişimlerin olduğu bir yolculuk olur. Münazarat da dâhil birçok kitabına kaynaklık eder. Münazarat’ta kendini seyyah olarak tanıtan Bediüzzaman otuz yıl sonra ‘Kainattan Halık’ını soran bir seyyahın müşehadatıdır’ başlığıyla Ayetül Kübra risalesini yazarak yolculuğunun boyutunu genişletir.

Onun seyahati bitmeyecekti. Şarktan Garba il il seyahat ettirilecekti. Her seyahat yeni eserleri meyve verecekti.

Cemil Meriç bu yürüyüşünü şöyle özetleyecekti. “Said dağbaşında vaaz eden bir mürşid… Nass’ların yalçın duvarları arkasından geliyordu bu ses, târihin içinden geliyordu.”

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.