Selefilik Haşeviye midir?

Arap Baharı yeni bir Selefilik akımı doğurdu veya doğmasına neden oldu veya kirvelik yaptı.  Daha önce Selefiyyetü’l ilmiyye olarak anılan ve Elbani ve Ali Halebi çizgisindeki Selefilikle birlikte bir de Afgan cihadıyla birlikte Cihadcı Selefi akımı türemiş ve zuhur etmiştir. Daha önce siyasete mesafeli bakan İlmi Selefilik akımının bir kısım unsurları Arap baharı ile birlikte ‘Siyasi Selefiler’ haline geldiler.  Tarz ve sıfat olarak Selefilik iki anlayışı benimsiyordu. Birinci anlayış, İktidara ve şiddete mesafeli duran akımdı. Bu anlayışın bir uzantısı olarak, bazen iktidarları ulu’l emr olarak tebcil ediyor bazen de tekfir ediyordu.  İlmi Selefilik akımı daha ziyade irşat metodunu benimsiyor ve siyasete ve şiddete mesafeli duruyordu. İkinci akım veya anlayış ise Cihadcı Selefilik olarak anılıyor ve bu akım bazen tekfirciliğe meylediyor veya mal ediliyordu.  Bu akımın belli başlı liderleri arasında Zerkavi’nin hocası Ebu Muhammed Makdisi ve Ebu Katede Filistini bulunuyor.  Bu akım ile Nasirüddin Elbani’nin temsil ettiği ana akım arasında zamanla farklılıklar oluşmuştur. Hatta Ebu Katede Filistini, Nasirüddin Elbani’yi hadis kritiğinde eleştirdiği gibi aynı zamanda onu Mürcie akımına da nispet etmiştir.  Bu akım amelin nominalliğine/itibariliğine inanmıştır.  Elbani’nin halefi Ali Halebi de gösterileri bidat saymasına rağmen Suriye meselesinin gösteri meselesini aştığını ve Nuseyrilerin İbni Teymiyye’nin fetvasına göre İslam dışı sayıldıklarını savunmuştur. Arap Baharının doğurduğu üçüncü Selefilik akımı ise Siyasi Selefilik akımıdır ve Arap Baharının ürünüdür. Arap Baharı ile birlikte apolitik olan bazı selefiler yeni dönemde politize olmuşlardır. O kadar ki, Mısır’da sürpriz yaparak seçimlerin ikincisi gelmişlerdir.

*

Nasirüddin Elbani’nin halifesi Ali Halebi Ürdün’de yayınlanan Gad gazetesine yaptığı değerlendirmede  neredeyse bütün İslami hareketleri dalalete  nispet etmiştir.  Ürdün’de yayınlanan Es-Sebil gazetesindeki makalesinde Ömer Ayasire, Ali Halebi’nin şeyhi Elbani’nin yolundan da ayrıldığını ve cümleyi dalalete nispet ettiğini ileri sürmektedir.  Ayasire, Ali Halebi’nin tutarsızlıklarına temas ederek; Libya devrimi sırasında Kaddafi’ye arka çıkan şeyhin Suriye’de ayıktığını ve Suriye halkına destek verdiğini hatırlatıyor.  Ayasire yine de Ali Halebi’nin Suriye ile alakalı tavrının müstakil olmadığını aksine Selefilerin 'siyasi kıblesi' olan Suudi Arabistan’a ayarlı olduğunu  ileri sürüyor. Daha önce oy kullanmaya karşı çıkan bu kesimin şimdi buna da cevaz verdiğini ve dolayısıyla kendi temellerini kendilerinin yıktığını savunmaktadır.  Siyasi katılıma karşı çıkmasına rağmen siyasi irade bu yönde tecelli edince fetvaları da buna göre şekillenmektedir.  Belki de bunun temel nedeni Mısır ve Arap baharı ile birlikte Selefi anlayışın yeniden kabuk değiştirmesidir.  Ayasire, Ali Halebi’den rüştüne ve bilincine geri dönmesini ve siyasi katılım ve ortaklığa götüren siyasi partilere de cevaz vermesini istemektedir.  Bilindiği gibi, Müslüman Kardeşlerin ilk parti kurduğu ülkelerden birisi Ürdün idi.  Ayasire’nin belki de düşünülmesi gereken en önemli tespiti, bu gibi hareketlerin seküler kesimlerle uğraşmak yerine bütün mesaisini ve enerjisini  emsali ve  benzeri hareketlere uğraşmaya teksif etmesi ve harcamasıdır.

*

Muhammed Said Ramazan el Buti, Selefilik teriminin tarihte olmadığını ve böyle bir isim kullanmanın da tarihi gerçeklere pek uygun düşmeyeceğini söylemiştir. Selef, yaşanmış ve geçmiş bir dönemin adıdır. Tekrar kopyalamak mümkün değildir.  Selef toptan bir mezhep etrafında toplanmayan belki içinde birçok mezhep barındıran bir kuşaktır. Ebu Hanife, Şafii, İmam Malik ve Ahmed bin Hanbel gibi. Lakin selefiler Selef'i, bir yöntem olarak anlıyorlar.  Mutezile tevilde keyfiliğe kaçarken Selefilik ise tam zıddına tevile kapılarını kapatmıştır. Bununla birlikte selef asrında günümüzdeki Selefilik anlayışına benzeyen ve andıran dini grup veya gruplar var mıydı?  Evet, gerek Mutezile gerekse Ehl-i Sünnet  uleması (Ehl-i hadis hilafına tevile ve kıyasa daha açık olan) günümüzdeki Selefiliğe tekabül eden bir akımdan bahsetmektedirler.  Bunlar bir kısım ehl-i hadistir. Lakin ehl-i tahkik olmayan hadisciler.  Cahız ve İmam Gazali gibiler bunlara Nabita veya Haşeviye taifesi demiştir. Şiilerin de kendi Haşevileri vardır ve bunlara Ahbariler denilmektedir. Bununla birlikte Haşeviye bir ismi aşan bir sıfattır ve birçok anlayışa intibak edebilir.

Mutezile bir isimdir ve Hasan el Basri, Vasıl Bin Ata’nın bazı görüşler nedeniyle kendilerinden ayrılmasını ve uzak durmasını i’tizal olarak nitelemiştir. Bundan dolayı bu fırka Mutezile olarak meşhur olmuştur.  Lakin kimilerine göre sıfatları ve onun dışında kaderi, tatil etmeleri nedeniyle kendilerine muattıla denmiştir.  Esasında muattıla her seviyeye uygun bir sıfattır.  Zira iman veya İslam’ın bazı rükünlerini tatil eden ve geçersiz kılan her akıma muattıla sıfatı verilebilir.  Lakin genel anlamda bu sıfat Mutezileye verilmiştir.  Şia ise genel anlamda üç ana akım etrafında şekillenmektedir. Bu ana akımların uyduları veya tabileri de vardır. Zeydiyye, Rafiza ve Batiniye.  Özellikle de Oniki İmam Şiiliğine, Rafızılık denmiştir. Bunun nedeni sahabiler ve hulafa hakkındaki retçi tutumlarıdır.  Genelde başka sıfatları benimseseler de Mutezile ve Rafıza  yine de bu isim veya sıfatlarlarla anılmaya sıcak bakmışlar veya pek karşı çıkmamışlardır. Ehl-i Sünnet de genel olarak Şia ve Mutezile arasında ‘Amme’ sıfatıyla anılmaktadır. Burada Amme, (Eh-i sünnet ve’l) cemaati karşılayabilir. Bununla birlikte, Eh-i Sünnet bunu övünce çevirmiş ve kendilerine Sevad-ı a’zam( en büyük topluluk) sıfatı koymuşlardır.   Ötekiler onu kuru kalabalık olarak görmeye çalışmışlardır ve bundan dolayı Amme demişlerdir. Lakin yine de Amme diye aşağılamalarına karşın çoğunluk hakkında kompleksten kurtulamamışlardır.  Çünkü ümmeti temsil eden çoğunluktur.

İlk devre Selefiler ise Haşeviye  olarak anılmıştır. Ebu Osman Cahız kitaplarında Haşeviye’den söz eder. Gazali de. Gazali Eh-i Sünnet temsilcisi olmasına rağmen peki Haşeviye diye kimi veya kimleri kasteder? Tevile karşı çıkan Ehl-i hadisi kastettiği aşikardır.  Bediüzzaman bu kesimi dinde hassas muhakeme-i akliyede noksan olarak tanımlar. Bediüzzaman bu tanım karşılığında Haşeviye diye bir isim kullanmaz. Lakin herkesin Haşeviye’den anladığı da  bu manadır. Naslar veya merviyat konusunda aklı kullanmayan ve kullanmayı da reddeden akımlara ve topluluklara Haşeviye denmiştir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.