Selahattin GEZER

Selahattin GEZER

Sanki Gazze haykırışı: Hutbe-i Şamiye...

Okudukça düşünüyoruz, düşündükçe mahcup oluyoruz; keşke bu reçete bir asır önce dikkate alınsaydı… Bediüzzaman, sanki bir asır sonra meydana gelecek İsrail zulmünun kokusunu almışçasına Gazze için haykırmış… Okudukça düşünüyoruz: İslam’ın terakkisi hakiki medeniyet ve maddi terakkinin düşmanları dağıtacağı... Zemin yüzünü pisliklerden temizleyecek sulh-u umumi, insanlığa huzur verecek barış... Dahası: Maddi ve manevi terakki, tekâmül, beşerin zulümlerinden kurtuluş çaresi… En önemlisi de: İstikbalin yalnız ve yalnız İslamiyet’in olacağı müjdesi… Terörist ve çocuk katili İsrail’in bombardımanı gibi bizde ümitsizlik ve şefkatsizlik hastalığına yakalanmış İslam ülkeleri üzerine, şifa niyetiyle, uçaklarla Hutbe-i Şamiye’yi bırakabilsek…

Felâket – helâket asrının adamı Bediüzzaman genç yaşlarındadır. Tam olarak bundan 113 yıl önce, Şam’daki Câmi-i Emevî’de Şam âlimlerinin ısrarıyla bir hutbe verir. Âlemi İslam’ın içinde bulunduğu maddi ve manevi hastalıkların nelerden ibaret olduğunu felaket ve esaretten kurtuluş çarelerini gösteren bu hutbe, büyük bir ilgi görmesi neticesinde, bir hafta içinde iki defa basılır. İçinde yüz âlimin bulunduğu on bine yakın cemaate, İslâm’ın ve Müslümanların geleceğiyle çok alâkadar olan Bediüzzaman, hakikat dolu haykırışlarda bulunur. Himmeti İslam milleti olduğu için şefkatinin keskin feraseti ile o iman dolu ses 20. Asrın semalarını çınlatmakla kalmamış, o sedanın dalgaları etkisini ve tazeliğini yitirmeden 21. Asrın vicdanına ve yüzüne de çarpmaktadır. Eğer Hutbe-i Şamiye’de ki o hakikat ve temenni dolu çığlığa bir asır öncesinden kulak verilmiş olsaydı; Avrupalılar maddi cihette ve bilimde istikbale uçarken, biz Orta Çağ’a tutsak edilmezdik, onlardan önce maddi manevi terakki edip, Avrupa’nın sefih medeniyetine esir olmazdık.

Maddi ve manevi hastalıklarımızdan tek kurtuluş çaresi var: Kur’an ve sünnete sıkı sıkıya sarılmak, doğruluğu esas almak; Müslümanların zulümden kurtulması için: İmanı şefkatle cihazlandırmaktır. Bu uyanışla; Batı’lılardan daha fazla bilim ve teknolojide ilerleme sağlayarak ve hakiki medeniyet inşa ederek, insanlığı vahşetten kurtararak, yeni bir çağ başlatabiliriz. O çağın adı da; İslam Çağı olur… Zaten bin dört yüz sene önce inşa edilmiş Kur’an medeniyeti tazeliğini korumaktadır ve yeniden sahip çıkmamızı bekliyor. Bizi Avrupa’nın sefih medeniyeti hasta etti; yüz yılı aşkın süredir yatalak kalmışız...

Birbirimize İslam kardeşliğiyle sıkı sıkıya bağlandığımız vakit; lüzum olduğunda seve seve yardıma koşmuş olacağız. Tembellik ve nemelazım zamanı değil; çünkü ittifak etmiş şerler yüzünden Müslümanlar zarar görüyor. İçimize attıkları nifaklarla bir asırdır ezildiğimiz yeter! Şahsi kusurlara bakmak yeter! Bizden aldıkları seciyelere yeniden sahip çıkma gayretsizliğine yeter! Müslümanların şurayı esas almamalarına fikir alışverişinde bulunmamalarına, fitnecilerin baskın sesine; o dillerin yüz elli senedir hükümran oluşuna artık yeter!…

Neydi avaz avaz o hutbede hakikatleri dile getirten ulvi gaye? Neydi o Hutbe-i Şamiye’de ki haykırış? Bizi esir eden ümitsizlik… İçtimai ve siyasi hayatımızda doğruluğun ölmesi… Düşmanlığa muhabbet… Müslümanları birbirine bağlayan nurani bağları bilmemek… Şahsi menfaatimiz için gayret etmek gibi kalbi ve ruhi çeşitli bulaşıcı hastalıklar... Görüldü ki şahsi menfaatler, ihtiraslar için gayret etmek, sadece çoğunluğu mutsuz etti, azınlığı ise azdırdı… Umumun huzurunu esas alan İslam medeniyetine muhtacız, acilen inşa etmek gerek!

Eğer Âlemi İslam’ın harcı yeniden muhabbetle karılsa, o muhabbetle birbirimizin güzelliklerini göreceğiz ve batının medeniyet maskesi altındaki canavarlık da anlaşılmış olacaktır. Böylece Batı’ya hayranlık ve muhabbet kesilecek, sadece ilim ve fende ki yenilikleri taklit edilecek, onların aşağılık hayat tarzı eskisi gibi Müslümanlar içinde rağbet görmeyecektir…

O günlerden, bu günlere, içimizde oluşturulan yeis yüzünden, Ortadoğu’nun ortasında oluşan lanetli İsrail urunu kesip atamıyoruz, Kudüs’ü esaretten kurtaramıyoruz… O alçak zalimlerin lanetlenmiş olması, bizi birkaç sıfır önde başlatması gerekirdi ki, bir türlü yeisi içimizden söküp atamıyoruz; sanılıyor ki o alçak İsrail’in ve zalim Batı’nın sırtı yere gelmez. İşte bunun için Allah’a güven ve büyük bir umutla İsrail’in başına balyoz gibi inemiyoruz. Zaten tokat inecek! Bari o vazifeye biz talip olarak; Allah’ın zalimler üzerinde ki sopası olalım...

Keşke O Hutbede ki sancılarla ayağa kalksak, yüreklerimizi Şam’da o zamanlar ki Emevi Camii yerine koysak, dilimizi minber etsek; aynı hakikatleri haykırsak… En önemlisi de; hastalığımızı kabul etsek; biz Müslümanların tembellik döşeğinde neme lazım kanserine yenik düştüğümüzü kabul etsek. Kur’an ve Sünnetin tedavisini kabul etsek; fitnenin ve ikiliğin kaynağı Siyonist İsrail ve Batı olduğunu samimi şekilde kabul etsek. Sorun ortada: Sadece fiziki olarak değil; ruhen İslam dünyası paramparça, akbabalar Mescid-i aksaya tünemiş, Gazze’de soykırım yapılıyor, medeniyet dedikleri şey, ellerde kadeh, katliamı kutluyor…

Bediüzzaman: “Sıdk – doğruluğun, İslâmiyet’in temeli olduğunu, ulvi değerlerin, ahlakın esası olduğunu, doğruluğu içimizde ihya edip, onunla manevî hastalıklarımızı tedavi edebileceğimizi söylüyor. “Evet sıdk ve doğruluk, İslâmiyetin hayat-ı içtimaiyesinde ukde-i hayatiyesidir.” Yine Bediüzzaman, yeis – umutsuzluk milletlerin içinde seretan (kanser) gibi dehşetli bir hastalık olduğunu, ilerlemeye mani olduğunu belirten müthiş bir tespit ortaya koyuyor…

Yeis; “Şehamet-i İslâmiyenin şe'ni değildir. Hususan Arab gibi nev'-i beşerde medar-ı iftihar yüksek seciyelerle mümtaz bir kavmin şe'ni olamaz. Âlem-i İslâm milletleri Arab'ın metanetinden ders almışlar. İnşâallah yine Arablar ye'si bırakıp İslâmiyet'in kahraman ordusu olan Türklerle hakikî bir tesanüd, ittifak ile el ele verip Kur'an'ın bayrağını dünyanın her tarafında ilân edeceklerdir.” Bir asrı geçen zamanda, o günün felaketlerinde bu müjdeler dile gelmişse; şimdi o zamana göre daha güçlü ve daha şuurluyuz. Tek eksik: Silkinip, ayağa kalkmak ve hakikaten, sahiden, harbiden birlik olmak… Evet, Âlemi İslam’ın istikbalde yine hükümran olacağına çok kuvvetli ümidimiz vardır ve mutlaka olacaktır!

Son söz: Filistinli kardeşlerimiz, yerin altında, inşa ettiği tüneller gibi birbirlerine uhuvvet ve metanet ağı kurmuşlar... İslam Âlemi de yüreklerinde aynı metin tünelleri kuramazlar mı?

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.