Hüseyin YILMAZ

Hüseyin YILMAZ

'Şehzâde katli', Hz. Hızır kıssası ve Gülen

“Şehzâde Katli” mevzuunu yazınca, küçük bir kıyametin koparılacağını bekliyordum elbet; bir yerde öyle de oldu. Mevzua muttali olanların takındığı tavır ve yorumlar, bu satırları yazmaya mecbur bıraktı.

Bahis mevzuun geçtiği hemen her metin veya sohbetin nihaî noktada gelip Hz. Hızır ile Hz. Musa (A.S.)’a dayanması, Kehf Suresi’nde geçen bu kıssayı, bir daha hatırlamamızı iktiza ediyor. Ancak kıssayı iki kısım halinde nakledeceğiz. Birinci kısım, kıssanın hikâye kısmı; ikincisi ise Hızır (A.S.)’ın kıssanın hikmetlerini izah ettiği kısım. Buyurun:
 
"Musa ona dedi ki: Doğru yol (rüşd) olarak sana öğretilenden bana öğretmen için sana tabi olabilir miyim?" (Kehf, 18/66)

"Dedi ki: Gerçekten sen, benimle birlikte olma sabrını göstermeye güç yetiremezsin. (Böyleyken) Özünü kavramaya kuşatıcı olamadığın şeye nasıl sabredebilirsin?" (Kehf, 18/67-68)

"(Musa:) 'İnşaallah, beni sabreden (biri olarak) bulacaksın. Hiçbir işte sana karşı gelmeyeceğim.' dedi." (Kehf, 18/69)

"Dedi ki: Eğer bana uyacak olursan, hiçbir şey hakkında bana soru sorma, ben sana öğütle-anlatıp söz edinceye kadar." (Kehf, 18/70)

"Böylece ikisi yola koyuldu. Nitekim bir gemiye binince, o bunu (gemiyi) deliverdi. (Musa) Dedi ki: 'İçindekilerini batırmak için mi onu deldin? Andolsun, sen şaşırtıcı bir iş yaptın.'" (Kehf, 18/71)

"Dedi ki: 'Gerçekten benimle birlikte olma sabrını göstermeye kesinlikle güç yetiremeyeceğini ben sana söylemedim mi?' (Musa:) 'Beni, unuttuğumdan dolayı sorgulama ve bu işimden dolayı bana zorluk çıkarma.' dedi." (Kehf, 18/72-73)

"Böylece ikisi (yine) yola koyuldular. Nitekim bir çocukla karşılaştılar, o hemen tutup onu öldürüverdi. (Musa) Dedi ki: 'Bir cana karşılık olmaksızın, tertemiz bir canı mı öldürdün? Andolsun, sen kötü bir iş yaptın.'" (Kehf, 18/74)

"Dedi ki: 'Gerçekte benimle birlikte olma sabrını göstermeye kesinlikle güç yetiremeyeceğini ben sana söylemedim mi?' (Musa:) 'Bundan sonra sana bir şey soracak olursam, artık benimle arkadaşlık etme. Benden yana bir özre ulaşmış olursun.' dedi." (Kehf, 18/75-76)

"(Yine) Böylece ikisi yola koyuldu. Nihayet bir kasabaya gelip yemek istediler, fakat (kasaba halkı) onları konuklamaktan kaçındı. Onda (kasabada) yıkılmaya yüz tutmuş bir duvar buldular, hemen onu inşa etti. (Musa) Dedi ki: 'Eğer isteseydin gerçekten buna karşılık bir ücret alabilirdin.'" (Kehf, 18/77)

"Dedi ki: İşte bu, benimle senin aranda ayrılma (zamanı)mız. Sana, üzerinde sabır göstermeye güç yetiremeyeceğin bir yorumu haber vereceğim." (Kehf, 18/78)

Öncelikle kıssanın temel unsurlarını saymakta fayda var:

Bir kere, kıssanın sıhhatinden tereddüde mahal yok, zirâ Kitabullah’da yer alıyor. Râvi ise doğrudan Cenab-ı Hak (C.C.).

Kıssa, bizi iki mühim isimle karşı karşıya getiriyor: Hz. Hızır ile Hz. Musa... Birincisi kıyamete kadar yaşayacak bir nebi; diğeri ulu’l azm bir Resûl.

Kıssanın hareket noktası ve maksadı, ulu’l azm bir peygâmber bile olsa, kendisine bildirilmediği müddetçe gaybı bilemeyeceği; dolayısı ile kendisine gayb bildirilmiş Hz. Hızır ile arkadaşlık yapamayacağı, ona sabredemeyeceğidir.

Nitekim her üç hâdisede de Hz. Musa sözünde duramamış, Hz. Hızır’a itiraz etmiş, nihayet üçüncü itiraz da ayrılmalarını netice vermiştir.

Şimdi, kendimizi farz-ı muhâl kabilinden bile olsa, bir ân Hz. Musa’nın yerine koyalım: Sizi bilmem, fakir beşeriyet ve fıtratının muktezası olarak itiraz ederdi. Zirâ Hz. Hızır’ın yaptıkları hiçbir şekilde akıl ve mantığa oturmuyor. Yaptıklarının doğru olduğuna zahirden hareketle varmamızın bir yolu ve imkânı da yok. Hz. Azrail (A.S.)’ı tokatlayacak kadar celâl sahibi olan Hz. Musa’nın itirazı ise haydi haydi anlaşılabilir.

Hz. Hızır ile Hz. Musa’yı karşı karşıya getiren sebeb son derece basit: Hz. Hızır’ın Cenab-ı Hak tarafından bilgilendirilmiş olması, Hz. Musa’nın ise bu bilgilerden mahrum olmasıdır. Bu bilgi mahrumiyetinin zarurî neticesi olarak her üç vakada da Hz. Musa itiraz etmektedir.

Bu kıssanın naklinde düşülen iki ciddi yanlış ve tehlike var:

Birincisi, Hz. Hızır’a, Allah (C.C.) tarafından, en azından bu üç hâdisenin gaybının bildirilmiş olduğunu gözardı etmek. İkincisi ise, Hz. Musa’nın, Hz. Hızır’ın bu gayb bilgisine sahip olduğunu bilmediğini gözden kaçırarak, bu ulu’l azm Peygamberi âdeta azarlanması gereken çocuk durumuna düşürmek.

Kıssadan iki temel dersi çıkarmak mümkün:

Birincisi; gaybi bilmeyen insanoğlunu, Allah’ın mutlak tasarrufuna boyun büktürmek. Diğeri, Hz. Musa üzerinden verilen derstir ki; muhakeme, tahkik ve itirazı teşvik ediyor; fıtrî ve makul gösteriyor. Red veya kabulün delile müstenid olması gerektiğini tahkim eden bu derse yazık ki, çok azımız riayet edebiliyoruz.

Şimdi kıssanın hikmetini ders veren son kısma bakalım:

"Gemi, denizde çalışan yoksullarındı, onu kusurlu yapmak istedim, (çünkü) ilerilerinde, her gemiyi zorbalıkla ele geçiren bir kral vardı." (Kehf, 18/79)

"Çocuğa gelince, onun anne ve babası mü'min kimselerdi. Bundan dolayı, onun kendilerine azgınlık ve inkar zorunu kullanmasından endişe edip-korktuk. Böylece, onlara Rablerinin ondan temiz olmak bakımından daha hayırlısı, merhamet bakımından da daha yakın olanını vermesini diledik." (Kehf, 18/80-81)

"Duvar ise, şehirde iki öksüz çocuğundu, altında onlara ait bir define vardı; babaları salih biriydi. Rabbin diledi ki, onlar erginlik çağına erişsinler ve kendi definelerini çıkarsınlar; (bu,) Rabbinden bir rahmettir. Bunları ben, kendi işim (özel görüşüm) olarak yapmadım. İşte, senin sabır göstermeye güç yetiremediğin şeylerin yorumu." (Kehf, 18/82)

Hz. Hızır zaviyesinden bakıldığında, mevzu başından beri bu kadar sarihdir ve yaptıklarında itiraz edilecek hiçbir şey yok. Haklı...

Bu bilgilere sahib olmayan Hz. Musa da haklıdır. Haklı olduğu için de itiraz ediyor. Hz. Musa’nın itirazı, redden çok istifham ile izaha bakıyor. Beşeriyet muktezası da bu değil mi? Hikmeti izah edilmezse, her üç vakada da Hz. Hızır suç işlemiştir; suçludur.

Bütün bunları, bu uzunlukta niçin mi yazdım?

Birincisi, bu kıssa, “şehzâde katli”nin geçtiği her yerde Kur’anî bir istinad noktası olarak zikrediliyor. Ulemâ fetvalarında da aynı şekilde zikrediliyor mu, bilmiyorum. Ancak katlin müdafaası için ter döken bütün tarihçiler, nihâyetinde bu kıssaya sığınıyor.

Bu şuursuzluğa söylenebilecek çok daha münasib kelimeler var ama söylemeyi kendime yakıştıramıyorum.

Behey vakanüvis alayı!. Gaybı bilen veya gayb bildirilmiş Hz. Hızır ile evlâd veya kardeşlerini katletmek için fetva arayan padişahı nasıl aynı kefeye koyuyorsunuz? Gayb bilgisinden mahrum Hz. Musa’nın, Hz. Hızır’a her üç defasında da itirazı size hiç mi bir şey söylemiyor.

Bu kıssadan “şehzâde katline” fetva aramak, kelimenin hafif ifadesiyle cehl ve şuursuzluktur.

Bu kıssanın yakın geçmiş ve günümüzde su-i istimal edildiği dehşetli bir tehlike de Gülen meselesiyle ilgilidir. Gülen’in habis emel ve hezeyanlarına gelebilecek itirazların önünü kesmek ve susturmak için utanmadan, sıkılmadan Gülen Hz. Hızır mevkiine yükseltilmekte; şâkirdlerine de Hz. Musa’nın durumuna düşmemeleri için susmaları telkin edilmektedir. Böylelikle Gülen, her ne halt işlese ve her ne söylese, “vardır bir hikmeti” diye sahiplenecek büyük, tehlikeli ve şuursuz bir kitle yetiştirildi. 15 Temmuz gecesi bu tehlikenin ne kadar büyük olabileceğini, büyük bedeller ödeyerek öğrendik. Maalesef!..

Hulâsa: Hz. Hızır ve Musa kıssasından “şehzâde katli”ne fetva çıkmaz. Kimse aklımızla dalga geçmeye çalışmasın...

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
17 Yorum