Mehmet Ali KAYA

Mehmet Ali KAYA

Şeâir-i İslamiyenin ihyası

Şeâir, İslam alametleridir. Bir kişinin, bir beldenin Müslüman olduğunu açıkça gösteren ve ilan eden en belirgin özelliklere “şeâir” denir. İslamı ihya etmek ve yüceltmek şeâirini ihya edip yüceltmeye bağlıdır. Şeâirin en başta geleni “Kelime-i şahadet”tir. Kelime-i şahadet İslam nişanı olduğu gibi, imanın alameti olup Allah katında imanın makbuliyetinin de şartıdır. Bu nedenle imanı tarif eden İslam bilginleri “İman kalb ile tasdik ve dil ile ikrar etmektir” demişlerdir. Mü’min olan kişi imanını “kelime-i şahadeti dili ile söyleyip ilan ederek” imanını izhar ve islâmını ilan etmelidir. Bu şeâirin birincisidir.

Şeâirin ikincisi “her hayırlı işe besmele ile “Bismillahirrahmanirrahîm” diye Allah'ın adını anarak başlamak, namaz kılmak ve “Sübhanallah”, “Elhamdülülillah” ve “Allahü Ekber” diyerek Allah’ı zikretmektir.

Peygamberimiz (sav) Allah'ın dinini yeniden ihya etmek için Allah tarafından görevlendirilince öncelikli olarak bunları ihya etmekle işe başladı. İmanı kalplere yerleştirerek dillerden bu imanı ilan ettirdi. Medine’ye hicret edince artık islamı açıktan yaşamaya başladı. Şanlı sahabeleri de islamın izzetini korumak için ellerinden geleni yaptılar. Hicret esnasında daha Medine’ye ulşamadan islamın yüceliğini ilan eden ve şeâirin en önemlileriden olan “Cuma Namazı” farz kılındı ve peygamberimiz (sav) Allah'ın emrine ve rızasına uygun bir şekilde Cuma günü öğle namazı vaktinde cemaatle, açıktan sesli okuyarak Cuma namazını kıldırdı. Cuma namazı öncesinde ise toplanan mü’minlere açıktan “Vahyi Tebliğ” makamında “Hutbe” okudular.  

1. CUMA NAMAZININ KILINMASI:

Peygamberimiz (sav) Kuba köyünde yirmi üç gün kalarak mescid inşa ettirip içinde cemaatle namaz kıldırdıktan sonra Medine’ye gitmeye hazırlandı. Peygamberimiz (sav) bu camiye Saad bin Âiz’i (ra) diğer adı ile Sa’du’l-Kurâz’ı müezzin tayin etti. (1) Bu sahabe Hz. Ebubekir (ra) ve Hz. Ömer (ra) zamanında bu camide görev yaptı. Daha sonra ise peygamberimizin (sav) mescidi olan Mescid-i Nebevide Bilâl-i Habeşi’den sonra müezzinlik yapmıştır. (2) Burada dikkat edilecek husus peygamberimiz (sav) imam değil, müezzin tayin etmesidir. Müezzinin görevi insanları camiye ve cemaate davet etmektir. Namazı ise içlerinde en bilgini ve en müttakisinin kıldırması gerekir. Bu nedenle imam tayinine gerek yoktur. Peygamberimiz (sav) bunu yapmıştır.

Peygamberimiz (sav) Medine’ye hareket edince dedesi Abdulmuttalib’in dayıları olan Neccaroğullarına haber gönderdi. Zaten Ebu Talip de vefatından önce peygamberimize (sav) Medine’ye Neccaroğullarına gitmesini tavsiye etmişti. Onlar da silahlanarak geldiler. Peygamberimizin (sav) çevresinde yer aldılar.

Peygamberimiz (sav) Cuma günü kuşluk vakti devesi Kasvâ’ya bindi. Hz. Ebubekir (ra) arkasında, Neccaroğullarının yiğitleri sağında ve solunda olduğu halde Kubâ’dan hareket etti. (3) Salim bin Avfoğullarının oturduğu Ranuna vadisine geldiği zaman öğle vakti olmuştu. Peygamberimiz (sav) orada mola verdi. Bu esnada vahiy geldi. Yüce Allah Cuma namazını emreden ayetlerini yani “Cuma Suresini” inzal buyurdu.

Peygamberimiz (sav) Ranuna mevkiinde çevirdiği musallada ilk Cuma namazını kıldırdı. Bunun için bu mescide “Mescid-i Cuma” adı verildi. Peygamberimiz (sav) ile ilk Cuma namazı kılanların sayısı yüz civarında bir cemaat idi. (4)
Medine’de ise Mus’ab bin Umeyr (ra) nazil olan ayetleri yanında bulunan ve peygamberimizi bekleyenlere okudu. Haberi getiren sahabenin talimatı ile on iki kişilik bir cemaate ilk Cuma namazını kıldırdı. Es’ad bin Zürare (ra) ise yanındaki mü’minler ile “Benî Beyzâ” mevkiinde peygamberimizi (sav) bekliyordu. O da peygamberimizden gelen habercinin talimatı ile yanında bulunan yaklaşık kırk kişilik bir cemaate “Nâkıu’l-Hadamat” denilen yerde ilk Cuma namazını kıldırdı. (5) Kuba’da da Sa’du’l-Kurazi (ra) Cuma namazını kıldırmış olmalı. Çünkü peygamberimiz (sav) onu müezzin tayin etmiş ve orada bırakmıştı. O da yanında bulunan en az yirmi sahabeye namaz kıldırmış olabilir. Çünkü oraya yerleşen pek çok muhacir bulunuyordu.
Böylece ilk Cuma namazı Medine’de dört ayrı yerde kılınmış olup kılan sahabenin sayısı da yaklaşık olarak iki yüz civarındadır.

Yüce Allah’ın Medine’ye henüz peygamberimizin girmesinden önce Kardeşliği emreden Hucurat Suresinin mezkür ayetlerinden sonra, peygamberimizin (sav) ilk olarak müslümanları bir araya toplayan Cami inşaatını yapması ve bu kardeşliği haftada en az bir defa bir araya gelerek pekiştiren Cuma Namazını kılmayı Allah’ın emretmesi çok anlamlıdır. Bunda alınacak pek çok dersler vardır. Bunlardan en önemlisi de müslümanların birliğinin ancak Allah’ın emri ve evi olan camilerde sağlanması gerçeğinin göz ardı edilmemesidir.

2. MEDİNE’DE MÜSLÜMANLARA SELAMLAŞMAYI ÖĞRETMESİ:

Abdullah b. Selam (ra) “Resulullah (sav) Medine’ye gelince halk ona koşuştu. “Resulullah geldi!” denilince O’nu görmek için ben de halkın arasında onun yanına gittim. Resulullah’ı görür görmez anladım ki onun yüzü yalancı bir yüz değil; çok ciddi ve büyük bir davayı omzuna alan vakur, ciddi ve hakka boynunu eğmiş bir yüzdü. Konuşurken ondan işittiğim ilk söz ‘Ey insanlar! Selamı yayınız. Yemek yediriniz. Akrabalarla ilgileniniz. İnsanlar uykudayken namaz kılınız ve emniyet içinde cennete giriniz!’ sözüydü” (6) demektedir.

Selam, Allah'ın ismi, mü’minlerin birbiri ile karşılaştıkları zaman birbirlerine emniyet ve güven telkin eden ve Allah'ın her türlü kusurdan münezzeh olduğunu, kendisini hatırlayanı koruyacağını hatırlatan ve Allah'ın korumasını temenni eden bir zikir, dua ve emniyet kelamıdır. Selam, Allah'ın bir ismi olduğu gibi cennetlerden bir cennetin de adıdır. (7)

Peygamberimiz (sav) “Selam yüce Allah'ın isimlerinden bir ismidir ki, onu Allah yeryüzüne, aranıza koymuştur. O halde, selamı aranızda yayınız” (8) buyurmuşlardır.
Selam Âdem (as) cennette yaratılmasından hemen sonra yüce Allah kendisine “Haydi şu melekler topluluğunun yanına git de onlara ‘Esselâmü Aleyküm’ diyerek selam ver. Onların nasıl cevap vereceklerine bak ve iyice öğren. Bu senin ve zürriyetinin selamlaşmasıdır’ buyurdu. Âdem (as) meleklere “Esselâmü Aleyküm’ diye selam verdi. Melekler de ‘Ve aleyküm selam ve rahmetullah!’ diye selamını aldılar.” (9)

Peygamberimiz (sav) “Dini ve güzel ahlakı tamamlamak için” gönderildiği için Âdem (as) zamanından itibaren tekâmül ederek gelen dini ve peygamberlerin güzel ahlakını yeniden ihya etmekle yükümlüydü ve Medine’ye geldiği andan itibaren bunu yapmaya başlamış ve öncelikli olarak selamı yaymaya, herkese emniyet ve güven telkin etmekle vazifesine başlamıştı. Peygamberimiz (sav) tebliğ etmekle kalmıyor, hemen uygulamaya ve tatbikata koyuyordu. Nitekim peygamberimiz (sav) sahabeleri ile otururken bir zat gelerek “Esselâmü Aleyküm” diye selam verdi. Peygamberimiz (sav) “Aleyküm Selam” diye selamını aldı. Sonra “On sevap kazandı” buyurdu. Bir müddet sonra bir başkası geldi ve “Esselâmü Aleyküm ve Rahmetullah” dedi. Peygamberimiz (sav) onun selamını da aldı ve “bu zat yirmi” sevap kazandı” buyurdu. Sonra bir başka sahabi geldi ve “Esselâmü Aleyküm ve Rahmetullah ve Berekâtühü” diye selam verdi. Peygamberimiz (sav) onun selamını da aynı kelimelerle aldı tebessüm buyurarak “bu zat ise otuz sevap kazandı” buyurdular. (10) Bu sohbetten sonra sahabeler birbirleri ile karşılaştıkça “Selamün aleyküm ve rahmetullahi ve berekatühü” diyerek selam vermeyi adet edindiler.

Peygamberimiz (sav) sahabelerini her zaman eğitmeye ve daima yeni ahlakî ve insanî hasletleri öğretmeye ve yerleştirmeye devam ediyordu. Bir sahabi meclisten kaktı ve selam vermeden gitti. Bunun üzerine peygamberimiz (sav) “Arkadaşınızın unuttuğu şeye dikkat ediniz. Sizden birisi bir meclise girmek istediği zaman önce selam versin, oturmayı uygun görürse otursun. Meclisten ayrılmak isterse yine selam versin. Sonraki selam ile önceki selam arasında sevap bakımından farklı değildir” (11) buyurdular.

Daha sonra peygamberimiz (sav) şöyle buyurarak sahabelerine öğretmeye devam etti: “Selam vermek ve verilen selamı almak Müslüman’ın Müslüman üzerine hakkıdır. (12) Kişi evine girdiği zaman da selam vererek girerse o kişi ve ailesi Allah'ın himayesinde olur, ayrıca bu evini ve malını Allah'ın rahmeti ile bereketlenmesine sebep olur” (13) buyurdular.

Peygamberimiz (sav) sahabelerine selam verme, musafaha etme ve kucaklaşma adabını uygulayarak öğretmeye ve ortaya çıkan yeni durumlara göre selam konusunda nasıl davranacaklarını öğretmeye devam edecektir.

3. MESCİD-İ NEBEVİNİN İNŞASI:

Müslümanların bir araya gelerek ibadet edecekleri, dinlerini öğrenecekleri ve bir araya gelerek meselelerini konuşacağı bir mekâna ihtiyaç vardı. Bu sebeple peygamberimiz (sav) Medine’de ilk olarak bir mescidin inşâ etmekle işe başladı.
Peygamberimiz (sav) devenin çöktüğü boş arsa hakkında bilgi aldı. Bu arsa Neccaroğullarından Sehl ve Süheyl isimli iki yetime aitti ve bu yetimler Müslüman olan Muaz b. Afrâ’nın (ra) himayesinde bulunuyordu. Burayı mescidin inşası için satın almak istediğini söyledi. Neccaroğulları arsayı satmak yerine hibe etmek istediler. Ancak peygamberimiz (sav) arsa sahiplerinin genç olması ve karşılıksız bir alış-veriş olmaması için karşılıksız almayı kabul etmedi. Cami için de olsa arsanın değer fiyatı ne ise onu tespit ettirdi. Arsa değeri olan 10 miskal altını arsa sahiplerine vererek burayı satın aldı. Hz. Ebubekir (ra) hemen bu parayı ödedi. (14) 

Peygamberimiz (sav) arsanın alınmasından sonra ilk olarak Mescidin inşasına başladı. Arsada bulunan harabeler kaldırıldı, hurma ağaçları kesildi ve müşriklere ait kabirler boşaltılarak başka yerlere gömüldü. Mescidin temelini atacağı zaman yanına Hz. Ebubekir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali’yi (ra) çağırdı. “Neden sadece bu dördünü yanına aldığını soranlara “Onlar benden sonra bu işleri yönetecek olanlardır” cevabını verdi. Mescidin duvarlarının yapılması için kerpiç döküldü ve mescidin duvarları kerpiçten yapıldı. Kapılarının yanları taştan örüldü ve arsada kesilen hurma ağaçlarının gövdeleri sütunlarını oluşturdu ve dalları ile de çatısı yapıldı.

Mescidin inşasında peygamberimiz (sav) bizzat çalışarak nezaret etti. Bir taraftan kendi elleri ile kerpiçleri taşırken diğer taraftan sahabelerini şevklendirmek için şiirvârî şu dizeler mübarek ağzından döküyordu. “İnne’-l hayra, hayru’l-âhireh / Ferhami’l Ensare ve’l-Muhâcireh” (15)

Mescidin inşası kısa zamanda tamamlandı. Sade bir yapısı olan mescidin üzeri tamamen kapanmamıştı. Kıble olarak henüz Kâbe’ye dönülmediği için kıblesi Kudüs’e doğruydu. Dörtgen şeklindeki mescidin üç kapısı ve bir mihrabı vardı. Mimberi yoktu. Bunun yerine peygamberimizin (sav) konuşurken dayanması için bir hurma kütüğü konulmuştu.

Bir müddet sonra Mescid-i Nebevî’nin bir köşesine kerpiçten önce Hz. Sevde’ye (ra) ait, daha sonra da Hz. Âişe (ra) ile evlenince bir de onun için oda yapıldı. Odaların üzeri hurma direkleri ve hurma dalları ile örtülerek kapatıldı. Peygamberimiz (sav) Mescide bitişik oda yapılınca Ebu Eyyub el-Ensârî’nin (ra) evinden buraya taşındı. (16)

4. EZAN OKUMANIN BAŞLAMASI:

Mekke’de müşrikler Müslümanların Kur’ân-ı Kerimi açıktan okumalarını ve açıktan namaz kılmayı yasaklamışlardı. Nerede görürlerse üzerlerine hücum ederek işkence ediyorlardı. Bu nedenle Müslümanlar gizli ibadet ediyorlardı. Medine’ye geldikleri zaman ise artık açıktan ve cemaatle namaz kılmaya başlamışlardı. Henüz daha Medine’ye gelmeden önce Kuba köyünde Cuma Namazı farz kılınmış ve peygamberimiz (sav) hemen oracıkta bir musalla yaparak Cuma namazını yüze yakın sahabesi ile beraber kılarak “şeâir-i İslam” denilen İslam lametlerinden birincisi olan Cuma Namazını açıktan kılarak bundan böyle islamın gizlenemeyeceğini ifade etmişti.

Mescid-i nebevi inşa edilmeden önce Cuma ve cemaatle namaz etrafı bir sıra taşlarla çevrili açık musallalarda kılınmaktaydı. Medine’de ilk yedi ay içinde Mescid-i nebevi inşa edilmiş ve peygamberimiz (sav) mescidin yanındaki hücresine yerleşmişti. Müslümanlar namaz vakitlerinde bir araya geliyor ve namaz vakti gelince mescidin damına çıkan bir sahabe “Essalâte câmia!” “Namaz için toplanın!” diye nida ediyordu. Ancak bu islamın izzetini ifade etme ve mü’minleri camiye davet etmek için yeterli görülmüyordu.

Peygamberimiz (sav) bir gün sahabelerine bu konuyu açtı ve bir davet usulü belirlemek gerektiğini ifade etti. Sahabeler çeşitli fikirler ortaya attılar. Kimisi “çan çalalım” dedi kimisi de “boru öttürelim” derken, bazıları da “ateş yakalım” onu gören namaz vaktinin girdiğini bilir dediler. Peygamberimiz (sav) bunların sair din ve inanç sahiplerine ait olduğunu belirterek İslam dini için uygun olmayacağını ifade etti. (17) Bunun üzerine Hz. Ömer (ra) “Ya Resulallah! Neden mü’minleri namaza çağırmak için bir adam göndermiyoruz” dedi. Bunun üzerine Hz. Bilal-i Habeşî’yi görevlendirdiler. “Essalâh! Essalâh! Hayyeassalâh!” “Haydin namaza!” şeklinde seslenerek mü’minleri camiye davet etmeye başladı. Bu arada herkes bir davet şekli belirlemek için zihinlerini çalıştırmaya devam ediyorlardı.

Sahabelerden Abdullah b. Zeyd (ra) mü’minleri nasıl namaza çağıracaklarını düşünerek uykuya yattığı bir gece bir rüya gördü. Rüyasında birisi güzel bir seda ile “Allahü Ekber! Allahü Ekber! Allahü Ekber! Allahü Ekber! Eşhedü en-Lâilâhe İllallah! Eşehedü en-Lâ ilâhe İllallah! Eşhedü Enne Mühammeden Resulullah! Eşhedü enne Muhuhammeden Resulullah! Hayyaal Es-Salâh! Hayyaal es-Salah! Hayyealel Felâh! Hayyealel Felâh! Allahü Ekber! Allahü Ekber! Lâ ilâhe illallah!” diyordu.

Sabahı zor etti. Kendi kendine dinlediklerini tekrar ederek sabah namazı vakti girmeden peygamberimizin (sav) yanına koştu. Bilal namaza mü’minleri çağırmak için gelmiş ve peygamberimizin (sav) iznini bekliyordu. Rüyayı peygamberimize anlattı. Peygamberimiz (sav) hemen Bilale (ra) öğretti. Bilal-i Habeşi (ra) Mescidin damına çıkarak gür bir sesle öğrendiği ezanı okumaya başladı.

Ezanı duyan sahabeler evlerinden fırladılar ve bu güzel kelimeleri can kulağı ile dinlediler ve heyecanla mescide koştular. Gelenlerin başında Hz. Ömer (ra) vardı. Peygamberimize (sav) “Ya Resulallah! Ben bu gece aynı sözleri rüyada gördüm ve işittim” dedi. Başka sahabeler de aynı kelimeleri rüyalarında görmüşlerdi. Onlar da duyduklarını ifade ettiler. Bunun üzerine peygamberimiz (sav) birkaç kişinin aynı gece gördüğü bir rüya olduğu için sahih bir rüya olarak yorumladı ve Allah’a hamdetti. (18)

Ezan bundan sonra “Şeâir-i İslam” denilen İslam alametlerinin en önemlilerinden olarak kıyamete kadar devam eden bir İslam alameti oldu. 

DİPNOTLAR:
1-Peygamberimiz (sav) camiye müezzin tayin etti. İmam tayin etmedi. Bu önemli bir husustur. Çünkü müezzin mü’minleri camiye davet eden kişidir. Caminin temizliğini yapar ve camiyi ibadete açık tutar. İmam ise imamlık şartlarını hâiz olan cemaatten en liyakatli olandır. Cemaat içinden en liyakatli gördüğünü seçer ve arkasında namaz kılar.
2-M. Âsım Köksal, İslam Tarihi, 8–9:11
3-Buhari, Sahih, 4:266; İbn-i Saad, Tabakat, 1:235–236 
4-İbn-i Saad, Tabakat, 1:236
5-Elmalılı, Tefsir, 8:48
6-İbn-i Sa’d, Tabakat, 1:235; Tirmizi, Sünen, 4:625; İbn-i Mâce, Sünen, 1:423
7-Nahl, 16:32; Yasin, 36:58; Vakıa, 56:26; Ahzab, 33:56; Zümer, 39:73
8-Buhari, Edebu’-l Müfred, s.257
9-Buhari, Sahih, 4:102; Taberi, Tarih, 1:48; Müsned-i Ahmed, 2:315
10-Buhari, Edebu’l-Müfred, 256; Ebu Davud, Sünen, 4:350; Tirmizi, 5:53; Müsned-i Ahmed, 4:440
11-Buhari, Edebu’l-Müfred, 256; Ebu Davud, 4:353; Tirmizi, Sünen, 5:62-63
12-Buhari, Sahih, 2:70; Edebu’l-Müfred, 257; Müslim, Sahih, 4:1075
13-Buhari, Edebu’l-Müfred, 268
14-İbn-i Hişam, Sire, 2:240; İbn-i Saad, Tabakat, 1:239
15İbn-i Hazm, Cevamiu’s-Sire, 111; İbn-i Hişam, Sire, 2:142; İbn-i Saad, Tabakat, 1:240
16-İbn-i Hişam, Sire, 2:143
17-Sahih-i Buhari, 1:114; 2:3; Ebu Davud, Sünen, 1:134
18-Ebu Davud, Sünen, 1:117; Müsned-i Ahmed, 4:43; İbn-i Hişam, Sire, 2:155

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum