Savaşlar, Katliamlar ve Terör İle Sarsılan Dünyamız

Savaşların olduğu, katliamların yapıldığı, gözyaşı ve acının hâkim olduğu yer, herkesin bir şeylerini kurtarma peşinde olduğu ama asıl kurtarılması gerekenlerin ihmal edildiği/düşünülmediği yer; Dünya, yani imtihan salonu… Asıl sorun, insanın Rabbi tarafından imtihan edildiğinin ve bu imtihanın sonucuna göre ebedi âleme davet edildiğinin idrak edilmemesinden kaynaklanmaktadır. Çünkü hakiki bir iman ve inanç olmadığı takdirde yeryüzünde terör ile bozgunculuk çıkaranlar varlıklarını şeytanın tuzaklarıyla devam ettirecek ve sonunda hem dünyada hem ahirette büyük bir hüsrana uğrayacaklardır.

Sınava giren birisi sınavdan sonra sınıftan çıkacağını bilir. Dünya sınavında olan insan sınavdan sonra dünya sınıfından çıkacağını aklına getirmez. Bu sebepten olacak ki, sınavı bırakıp dünya sınıfı ile meşgul olur; adeta dünya, ebedi kalınacakmış gibi görülür. Kimi öfke ve hırsına yenilip binlerce insanı katletme peşinde, kimide anarşi ve bozgunculuk çıkarma peşinde. Hâsılı, herkes kendince dünyasını kurtarma peşinde. Evet, herkes bir amaca yönelmiş ve amacını gerçekleştirmekle meşgul. Peki ya asıl amaçlar ya asıl dünya…

Dünya çok mu büyük? Savaşlara, yıkımlara ve katliamlara sebep olanlar, aslında dünyanın tepesine çıkma imkânları olsa da oradan dünyaya kuş bakışı baksalar, tüm bu yaptıklarına şahit olsalar.. hatta imkân olsa biraz daha yükselip kendi yaşadıkları yer kürede yaptıklarına öyle baksalar.. Nasıl yıkımlara ve felaketlere sebep olduklarını bir anlasalardı/anlayabilselerdi; aslında ne kadar küçük olduklarını ve ne için kavga ettiklerini göreceklerdi. “Dünya o kadarda büyük değilmiş, biz ne için savaşlar yapıyoruz, biz neyi kurtarmaya çalışıyoruz?” diyeceklerdir belki. “Kâinatın bu kadar genişliğine nazaran biz bu küçücük dünyada ne yapıyoruz?” diyecekler. “Buraların sahibi kim, bu koca kâinatın, galaksilerin ve içinde bulunduğumuz bu yerkürenin sahibi kim?” Yâda yinede bunları sorgulamayıp gerçeğin farkına varamayacak ve bildiklerini okuyacaklar ve yinede şu küçücük geçici dünyalarını kurtarma peşinde olacaklar.

Şu koca kâinata nispeten bir toz tanesi kadar bile olamayan bu küçücük dünyada asıl vazifeler unutulmuş ne yazık ki. Üç günlük dünya için nice yıkımlar, nice savaşlar yapılıyor. Ne için? Neyi kurtarmak için? Kurtarmaya çalıştıkları bu dünya hayatında en fazla ne kadar hayatta kalabilirler? Yâda en fazla ne kadar saltanat sürdürebilirler. Nice saltanat sürdürenler, nice hükümranlık kuranlar şimdi neredeler... Dünya hükümranlığı yetmiş yıl, seksen yıl bilemedin doksan yıl, ya sonrası… Ya ebedi ve sonsuz hayat… Sonsuz bir hayata doğru gidiliyor, amaç sonsuz hayatı kurtarmak olmalıyken dünya hırsının verdiği gaflet ile ne yazık ki, sonsuz hayat düşünülmüyor. Yapılan savaşlar, katliamlar ve yıkımlar, geçici dünya hayatını kurtarmak  ve yeryüzünde "yenidünya düzeni" hükümranlığını kurmak için yapılmaktadır. Şüphesiz buda şeytan ve yardımcılarının büyük bir oyunudur.   İnsan kendini dünyaya bağlasa bile en fazla seksen, bilemedin doksan yıldır dünya hayatı, ya ötesi… Evet, ötelerde insanı neler bekliyor? Dünya saltanatını yaşayanlar, nefis ve arzularına esir olanlar öteleri hiç düşünmez mi? Bu hayat son bulduğunda gidilecek ötelerde insan ne ile karşılaşacağını hiç aklına getirmez mi? Asıl öteler için yani ahiret için çalışmak gerekmez mi? Asıl savaşları ve asıl yıkımları insanın düşmanı olan şeytan ve nefisle yapması gerekmez mi? İşte bunu düşünmeyi ve öteler için hazırlık yapmayı insan kendine görev bilmelidir. Aksi takdirde insan bunu görev bilmediği vakit, bir ömür dünyasını kurtarma peşinde olur. Öteleri yani o günü Rabbimiz haber veriyor ve şöyle bir tablo gözler önüne seriyor;

“Suçlular, Rablerinin huzurunda boyunlarını büküp, “Rabbimiz! (Gerçeği) gördük ve işittik. Artık şimdi bizi (dünyaya) döndür ki, salih amel işleyelim. Biz artık kesin olarak inanmaktayız” dedikleri vakit, (onları) bir görsen!” [1]  Bir başka ayette ise şöyle anlatılır. “Onların ateşin karşısında durdurulup “Ah, keşke dünyaya geri gönderilsek de bir daha Rabbimizin ayetlerini yalanlamasak ve inananlardan olsak!” dediklerini bir görsen !..” [2]

Evet, ah keşke denilecek o gün gelmeden o gün için hazırlık yapılmalı, çünkü ayetten de anlaşılıyor ki, bir daha dünyaya geri dönüş kesin olmayacak. Şeytan ve nefis insanoğluna hep vesvese verip, bu dünyaya öyle bağlıyor ki, dünyadaki mal, mülk, makam, gayri meşru istek ve arzuları öyle bir aşılıyor ki, insan kendisini bu dünyada ebedi kalacakmış gibi sanıyor. Bu sebeple olacak ki, dünyadan ve sahip olduklarından vazgeçemiyor. Adeta dünyada elinde bulunan bu imkanları kaybetmemek için savaşlar çıkarabiliyor, zulümler yapıp insanları katledebiliyor ama “O Günü” hesap gününü hesaba katmıyor. Hesap gününü hesaba katmayanların hesabı çok çetin olacak.

Dünyanın birçok yerinde süren savaşlar, katliamlar, zulümler ve buna benzer tüm sorunların asıl sebebi ne acaba? Asıl sebep; insanın kendi varlığının hikmetini bilmemesi, Rabbini tanımaması ve bu dünyada ebedi kalacakmış gibi yaşama gafletine kapılmasıdır. Sokrates derki: “Sorgulanmamış bir hayat, yaşanmaya değmez.” Gerçekten de insan, hayatı sorgulamazsa nasıl yaşayacak? Neden ve niçin yaşadığını bilemeyecek, hayatın anlamını ve hayatta varoluş gayesini bilemeyecek, insan olmanın Allah’a kul olmanın ne demek olduğunu bilemeyecek ve asıl mutluluk ne ile sağlanır bilemeyecektir.

Neden ve niçin yaşıyoruz? Hayatın bir anlamı var mıdır? Varsa nedir? İnsan olmanın anlamı nedir? Nasıl mutlu olacağız? Asıl mutluluk nedir? Gibi sorular insan istese de istemese de insanın iç dünyasından cevaplar bekler. Bu sese kulak verip hayatını sorgulayanlar, hep doğru yolu bulmuş hak ve hakikat ile tanışmışlardır. Bu sese kulağını tıkayanlar ise hayatın anlamını öğrenmeden başıboş olarak yaşamışlardır. Oysaki hayat sorgulansa herkes varlık hikmetini anlasa, niçin yaratıldığını sorgulasa, kısacası şu geçici dünya hayatının kendisi için imtihan olduğunu ve bu imtihanın sonucuna göre ebedi hayatın sonuçlanacağını anlasa, sanırım sorun kalmayacaktır. İşte o zaman asıl savaşlar şeytan ve nefis ile yapılır. Asıl yıkımlar şeytan ve nefse yaşatılır. En büyük gaye bu olmalı değil mi? Şeytan ve nefis ile savaş halinde olmak. Çünkü onlar sadece dünyaya bağlamaya çalışıyorlar, bütün zevkleri, dünyada tattırmaya çalışıyorlar, ahireti hiç mi hiç hatırlamanızı istemiyorlar. İşte bunun farkında olmak çok önemli, bunun farkında olanlar yeryüzünde sevgi, barış, huzur ve hoşgörü olmasını isterler.

Kalıcı olarak yaşayamayacağımız bu dünyada kalıcı olarak yaşayacağımız bir âleme gidiyoruz.

Bediüzzaman Hazretlerinin ifade ettiği gibi; “Hazırlanınız; başka, dâimî bir memlekete gideceksiniz. Öyle bir memleket ki, bu memleket ona nisbeten bir zindan hükmündedir.”

Dünya sadece bir imtihan ve asıl dünyaya geçiş yeridir. Asıl yaşayacağımız yer ahirettir. Herkes bu inanca sahip olsa ve ahiretini kurtarmakla meşgul olursa, sanırım sorun kalmayacak. Ne zulümler, ne savaşlar, nede katliamlar kalır. Sevgi, barış ve hoşgörünün hakim olduğu ve tüm insanların iman ile insanlığının farkına varacağı bir dünyanın gelmesi duasıyla…

 


[1] Secde Suresi 12. Ayet

[2]En’am Suresi 27. Ayet

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
3 Yorum