Sanat felsefesi metinleri

Bediüzzaman hem beşeri hem de İlahi sanatın felsefesini yapar. O sanat fakültelerinde okutulacak sanat felsefesi metinlerini ürettiği gibi bu genel şablon ile ilahi sanat eserlerinin de hem teorik hem de uygulamalı örneklerini verir. Mimari, resim ve plastik sanatlar için geçerli kurallar ortaya koyar ondan sonra onları Allah’ın sanat eserlerine uygular. O kadar geniş bir perspektiften hareket eder ki isteğim bunların sanat fakültelerinde uygulamalarıdır, çünkü bizdeki hiçbir sanat felsefecisi böyle bir sıralama ve eserden sanata, sanatçıya giden mantıklı ve mübrem yorumlar yapmaz ve yapamaz, sadece sanat ile sanatçı arasında bağlar kurar.

Bediüzzaman’da o kadar farklı şeyler var ki. Ama kendini veren insanlar gerekir bunları  görmek için. Altıncı Ayeti Hasbiye çok zengin bir sanat ve estetik metnidir. Bütün kelimeler güzel, hüsün, cemal, kemal, masnu, masnuat gibi güzel menşeli kelimelere göre kurulmuştur. “Siz kime hizmet ettiğinizi bilmiyorsunuz” demenin arkasındaki anlamı birazcık anlıyorum. Kant gibi güzellik konusunda en çok konuşan büyük filozof kalk da gel bak Bediüzzaman neler söylüyor. Hayal ama bütün sanat felsefecisi ve filozofların bu konuları Bediüzzaman ile tartışmalarını görmek isterdim. Veya bir büyük zeka bunları tiyatroya çevirse ne kadar harika olur. Bediüzzaman bile “Beni skolastik bataklığına saplanmış bir medrese hocası zannediyorlar” diyor. Bir ilahiyat dekanı ile Kur’an’ın estetik düzeni üzerine konuşmak istedim. Konuştu, konuştu… Sonra Bediüzzaman’ın bizi bu adamlarından ayrı bir vadide eğittiğinin haklı olduğunu anladım. Adamın kafasında Kur’an donmuş, ne ileri geri. Selefin kafasında donduğu gibi. İşte skolastik bataklığı bu.

Bediüzzaman güzelliklerin gözü önünde kaybolup gitmesine üzülür: “Ahir ömrümde  bir hassasiyet-i fevkalade ile fıtratımdaki cemalperestlik ve güzellik sevdası ve kemalata  meftuniyet hisleri inkişaf ettikleri bir zamanda  daimi ve tahribatçı olan zeval ve fena ve mütemadi ve tefrik edici olan mevt ve adem, dehşetli bir surette bu güzel dünyayı ve bu güzel mahlukatı hırpaladığını parça parça edip güzelliklerini bozduğunu  fevkalade bir şuur ve teessürle gördüm. Fıtratımdaki aşk-ı mecazi bu hale karşı şiddetli galeyan ve isyan ettiği bir zamanda bir medar-ı teselli bulmak için yine Ayet-i Hasbiye’ye müracaat  ettim…”

İfadelere bak! Hassasiyet-i fevkalade sahibi, dehalar öyledir, herkesten çok hassastırlar. Sonbaharın elinde bitki ve çiçeklerin kaybolmasına güzelliklerini kaybetmesine üzülür. Hassasiyet onların en büyük özelliğidir, onun fevkalade hassasiyeti başta insanları cehennemden kurtarmak konusundaki hassasiyetidir. Çiçeklerin kısa sürede solmasına da üzülür. Ya Peygamberin (asm) hassasiyeti! Yolda ağlayan bir çocuğu görür, yanına gider neden ağladığını sorar. “Efendim ben bir köleyim, ailem bana para verdi birşeyler almak için alamadım, çünkü kaybettim, ne yaparım şimdi ben” der. Onun derdi ile hemhal olur, empati kurar, çözümler. ”Fıtratımdaki cemalperestlik ve güzellik sevdası ve kemalata meftuniyet hisleri…” Cemalperestlik, güzellik sevdası ve kemalata meftuniyet hisleri olan bir Bediüzzaman… Bunları açıklamak zor. Üstelik bunlar inkişaf ettikleri bir zamanda zeval ve fenanın ve  adem ve ölümün güzellikler üzerindeki tesirlerini yıkıcı tesirlerini söyler.

Şimdi şu cümleyi hissederek okuyalım: ”Dehşetli bir surette bu güzel dünyayı ve bu güzel mahlukatı hırpaladığı ve parça parça edip güzelliklerini bozduğunu fevkalade bir şuur ve teessürle gördüm.” Bu nokta bir isyan noktasıdır, hatta inkar noktasıdır, birçok düşünür ve felsefeci bu noktada nihilist ve ateist olmuştur. Neden tanrı verdiği güzellikleri alıyor diye. Bediüzzaman o noktadan farklı bir bakış açısı geliştirir. Birçok düşünür bu güzelliklerin alınmasını suçlayıcı dillerle eleştirirler. Bediüzzaman üzülür ama onlar gibi yapmaz.

Şairler kaybedilen güzelliklere üzülürler. Cahit Sıtkı;
Hangi bir resmime baksam ben değilim
Benim mi Allah’ım bu çizgili yüz
Ya gözler altındaki mor halkalar
Neden böyle düşman görünürsünüz
Yıllar yılı dost bildiğim aynalar.

Her iki insan da üzülüyor ama Bediüzzaman üzülmekle kalmıyor, bir çare araştırıyor. Şairlerin, sanatçıların kaybedilen güzelliklere karşı isyanları kitaplara sığmaz. Yeis ve intihara götüren şairlerin psikologların yorumlarına karşı Bediüzzaman uçurumdan ahirete yollar açar, ümit verir. Edebiyatın temalarının temellerini o iyimser ve lahuti yorumları ile düzenler.

Ayet-i Hasbiyedeki yönlü sanat metinleri var, önce genel kaide anlatılır. “Ayineler, şişeler, şeffaf şeyler, hatta kabarcıklar güneş ziyasının gizli ve çeşit çeşit cemalini ve o ziyanın elvan-ı seba denilen yedi renginin mütenevvi güzelliklerini gösteriyorlar, teceddüd ve taharrükleriyle ve ayrı ayrı kabiliyetleriyle ve inkısaratlarıyla o cemali ve o güzellikleri  tazelendiriyorlar ve ınkısaratlarıyla güneşin ve ziyasının ve elvan-ı sebasının gizli güzelliklerini izhar ediyorlar.” (Şualar, 74)

Burada güneş bir sanatçı gibi, ressam gibi alınmış, karşısındaki şeylere olan yansımalarından sanat eserleri doğmuş. Bütün tabiatın boşluğu güneşin ressamının eserleri ve renklendirmeleri ile dolu, fon gibi, güneşin hareketleri sanatçının ve ressamın hareketlerine benzetilmiş, tıpkı bir ressamın tuval üzerinde renkleri kullanması gibi. Fırçanın hareketleri ile yeni renkler, yeni resimler oluşturulmuş, ne kadar mantıklı örnekler veriyor, sanatçı bir adam hem ne harika adam. Güneş yedi rengi ile sayısız canlıları renklendiriyor, baharda yeşil sonbaharda sarıya dönen yapraklar. Renkleri ne kadar sakin ve sessiz, şamatasız yapıyor, önümüze koyuyor. Bizden önce bizim yerimize nesneleri görüyor onlara bizim hoşumuza gidecek renkleri veriyor. Bunlar eğer bizim önümüzde olsaydı bütün kainat bir ressam atölyesine dönerdi. Öyle değil mi? Koca kainatta dünyalar kuruluyor, ama ses yok gürültü yok misafirleri rahatsız etmiyorlar.

Şimdi konu ilahi sanata dayandı. Güneşin yerini Allah aldı sanatlarını icra ediyor.  Bediüzzaman dünyevi sanattan uhrevi ve tanrısal sanata geçerken bir geçiş cümlesi kullanır “aynen öyle de“ der. ”Şems-i ezel ve ebed olan Cemil-i Zülcelal’in Cemal-i  kutsisine ve nihayetsiz güzel olan esma-i hüsnasının sermedi güzelliklerine ayinedarlık edip cilvelerini tazelendirmek için bu güzel masnular, bu tatlı mahluklar ve bu cemalli mevcudat hiç durmayarak gelip gidiyorlar. Kendilerinde görünen güzellikler ve cemaller kendilerinin malı olmadığını belki tezahür etmek isteyen sermedi ve mukaddes bir cemalin ve daimi tecelli eden ve görünmek isteyen mücerred ve münezzeh bir hüsnün işaretleri ve alametleri ve lemaları ve cilveleri olduğu pek çok kuvvetli delilleri ile Risale-i Nur’da tafsilen izah edilmiş. “Güzel isimleri ile bütün mahlukları mevcudatı, masnuları biçimlendiriyor, renklendiriyor. Koca kainata “sanayiyi garibe-i sultaniyenin meşheri” diyor, yani sanatlarının galerisi. Onların üzerinde görünen güzellikler onların değil  görünmek isteyen ve insanlarınkine benzemeyen güzellikler, güzelliklerin arka plandaki kaynakları, o isimlerin işaret ve alamet ve lem’a ve cilveleri canlılarda görünüyor. Ressam-ı Ezeli bütün mahlukatını süslüyor, renklendiriyor. İşte Bediüzzaman kainatı karşısına almış bu büyük sanatçının eserleri ile olan nisbetini anlatıyor, onun sanatının felsefesini yapıyor ama beşeri sanatı da ihmal etmiyor. Bu şablon Picasso’ya, Mimar Sinan’a da uygulanır. Onlar da aynı şeyleri yapıyor.

Mimar Sinan 975 eser vermiş. 81 cami. Hem usta bir şehirci. Selimiye’nin kubbesi tarihi bir şaheser. Otuz metre kubbe. Sekiz dayanaklı cami. Eserdeki mimari, çini, ahşap, sedef oymaları da büyük sanat eseri. Hünkar mahfelindeki iki elma ağacının oluşturduğu elmalı pano bir şaheser. Ne kadar ince ruhlu bir insan. Ernst Deser isimli büyük mimar “Selimiye  büyüklük, yükseklik, topluluk ve ışık etkisi ile tam bir başyapıt, şaheser” diyor. Yeryüzündeki bütün yapıtlardan üstündür. II. Selim camii yaptırmak niyetinde iken Hz. Peygamber (asm) caminin yerini gösterir ona Edirne’de. Bediüzzaman’ın sanat felsefesi cümleleri bunlara uygulanır çünkü onlar da büyük sanat eserleri ama donmuş, sabit Allah sanatını hareket halinde de koruyor.

Cemil, celal, cemal, güzel, esma-i hüsna, ayine, görünmek isteme, hüsün hem de mücerred ve münezzeh hüsün, tecelli, tezahür ve daha neler. Hepsi güzel ve ona bağlı kelimeler ile kurulmuş bir metin. Beşeri ve ilahi sanata kaynaklık edecek teorik ve uygulamalı metinler.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
3 Yorum