Salahattin ALTUNDAĞ

Salahattin ALTUNDAĞ

Birinci Söz'ün Derinlemesine Analizi: Bismillâh'ın Evrensel Mesajı ve Bedîüzzamân’ın Popüler Bilimle Kesişim Noktası-3 (Devam)

“Birkaç HAKİKÂTİ nefsimle berâber dinle.”

* “Hakikât”:

“Hakikâti” önce kelime anlamıyla inceleyelim sonrada Bedîüzzamân’ın burada hakikât kelimesini kullanma nedenlerini anlamaya çalışalım:

1. Kökler ve Etimolojik[1] Derinlik: Arapça, Semitik[2] diller âilesine âit olup kök sistemi üzerine kuruludur. Bu sistemde, birçok kelime üç ya da dört harfli bir kökten türetilir. "Hakikât" kelimesi "حق" (hak) kökünden gelir. Bu kök, birçok farklı kelimenin oluşumuna temel teşkil eder.

a. Kavramsal Çeşitlilik: "حق" (hak) kökü, 'doğruluk', 'adalet', 'gerçek', 'hak' (bir şeye sâhip olma ya da bir şeyi hak etme anlamında) gibi kavramları barındırır. Örneğin:

* "حقيقة" (haqiqa): Gerçeklik, hakikât

* "محقق" (muhaqqiq): Araştırmacı, doğrulayan

* "تحقق" (tahaqquq): Gerçekleşmek

* "حقوق" (huquq) kelimesi 'haklar' anlamına gelir ve bireylerin ya da toplulukların sâhip olduğu hakları ifâde eder.

b. "Hak" ve İlâhî Boyut: Arapça'da "حق" (hak) kelimesi, aynı zamânda Allâh'ın hep güzel olân 99 isimlerinden biridir ve hem "Gerçek" hem de "Doğru" anlamına da gelir. Bu kullanım, Allâh'ın mutlâk gerçeklik ve varlık kaynağı olduğu inancını yansıtır.

Arapça'da "حق" (hak) kelimesinin "doğru" anlamına gelmesi, gerçeğin ve doğrunun mutlâk ve değişmez bir kaynağa sâhip olduğunu ifâde eder. Bu anlam, Allâh'ın sâdece bir yaratıcı olmadığı, aynı zamânda her şeyin gerçeği olduğu inancını yansıtır. Allâh'ın "El-Haqq" ismiyle anılması, O'nun varlığının gerçeğin ta kendisi olduğunu, O'nun dışında hiçbir gerçekliğin olmadığını ifâde eder.

2. Bilgi ve Hakikât Ayrımı: "Bilgi" genellikle bir konu hakkında öğrenilen veyâ deneyimlenen şeyleri tanımlar, ancak "hakikât" daha derin, değişmez ve evrensel bir gerçekliği ifâde eder. Bedîüzzamân'ın "hakikât" kelimesini kullanması, sunulanların sâdece yüzeysel bilgiden ibâret olmadığına işâret eder. Bu, söz konusu bilgilerin daha köklü, evrensel ve değişmez olduğunu vurgular.

Bilgi, bireylerin öğrenim, deneyim, gözlem ya da araştırma yoluyla edindikleri fikirler, gerçekler ve kavramlardan oluşan dinamik bir bütündür. Bu bilgiler belirli bir zamân ve mekâna bağlı olabilir ve yeni bulgularla değiştirilebilir.

Bilgiler değişebilir; yeni bilgilerle güncellenebilir veyâ eski bilgiler yerini yeni bilgilere bırakabilir. Bilimde yeni keşifler ve buluşlar, eski teorilerin yerini alabilir. Örneğin, bir zamânlar en küçük madde parçası olarak atomun kabûl edildiğini, ancak daha sonra atomun içinde proton, nötron ve elektron gibi parçacıkların bulunduğunun keşfedildiğini düşünün. Bu, bilginin sürekli evrildiğini gösterir.

Düşünün, çocukken Dünyâ'nın etrafında dönen bir güneş olduğuna inandığınızı varsayalım. Ancak ilerleyen yaşlarda, aslında Dünyâ'nın kendi ekseni etrafında döndüğünü ve aynı zamânda güneşin etrafında bir yörüngede hareket ettiğini öğrenirsiniz. İlk aldığınız bilgi yanlıştı ve daha sonra doğru bilgi ile değiştirildi. İşte bu, bilginin değişebilir ve zamânla güncellenebilir doğasını gösterir.

Öte yandan, hakikât değişmez, evrensel ve sürekli olân gerçekleri temsil eder. Bu gerçekler, zamân ve mekândan bağımsızdır ve soyut inançlardan öte evrensel bir gerçekliği ifâde eder. Örneğin, "hayâtın anlamı" veyâ "iyilik" gibi konseptler,[3] hakikâtin konularına örnektir. Yerçekimi kanûnu, dünyâ üzerinde her yerde aynı şekilde işler ve bu, zamân veyâ mekânla değişmez. Bu nedenle, yerçekimi kanûnu gibi fiziksel gerçekler de hakikâttir.

Değişmez doğrulara hakikât denir.

"Her canlının bir gün öleceği" gerçeğini ele alalım. Bu, ne kadar bilimsel keşif yaparsak yapalım değişmeyecek bir hakikâttir. Yaşam ve ölüm döngüsü, her varlık için geçerli bir gerçektir ve bu hakikâttir. "Her canlının ölümü tadacağı" gerçeği, bir hakikâttir ve bu, zamânla veyâ mekânla değişmez.

Bir çikolatanın tatlı olduğunu bilmek "bilgi"dir. Ancak çikolatanın neden tatlı olduğunu, tatlılığın ne demek olduğunu ve tatlılığın insânları neden mutlu ettiğini anlamak "hakikât"e daha yakın bir kavrayıştır.

"Bilgi" genellikle yüzeyde kalabilir, ancak "hakikât" çok daha derindir. Bir öğrenci târih kitâbından târihî olâyları "bilgi" olarak öğrenebilir, ama bu olâyların insânlık için taşıdığı derin anlamları ve evrensel dersleri "hakikât" olarak keşfetmek farklıdır.

Bâzen bilgi, hakikâte ulaşmanın kapısını açabilir. Araştırmalar, gözlemler ve deneyimler bizi derin gerçekliklere yaklaştırabilir. Ancak hakikâti tam anlamıyla kavramak, genellikle bireyin içsel bir yolculuk yapmasını ve derinlemesine düşünmesini gerektirir.

Ehemmiyetine binâen “Hakikât” kavramını biraz daha derinlemesine analiz edelim:

a. Derinlik ve Genişlik:

Hakikât: "Hakikât" kavramı, bir şeyin yüzeyine değil, özüne, kalbine odaklanır. Bunu bir dağa benzetebiliriz; dağın zirvesini görebilirsiniz (Bilgi), ama asıl büyüklüğü yerin altında, derinliklerdedir (hakikât). Aynı şekilde, bir konunun hakikâtini anlamak için o konunun derinliklerine inmek gerekir. Örneğin; Sevgi konusunu ele alalım. "Sevgi, insânı mutlu eder" ifâdesi bir bilginin ifâdesidir. Ancak "Sevgi, insânın varoluş nedenlerinden biridir ve ona hayâtın anlamını kavratır" ifâdesi, sevginin hakikâtine dair daha derin bir perspektif sunâr.

"Hakikât" aynı zamânda evrensellik anlamına gelir. Bu, bir şeyin sâdece belirli bir zamân ya da mekânla sınırlı olmadığı, her yerde ve her zamân için geçerli olduğu anlamına gelir. Örneğin; İnsânların birbiriyle iş birliği yapmasının toplumları daha güçlü kıldığı evrensel bir hakikâttir. Bu, târihin her döneminde ve dünyânın her yerinde geçerli bir olgudur.

Bilgi: "Bilgi", genellikle yüzeyde olanı, gözle görüleni, dokunulanı ve ölçülebilir olanı ifâde eder. Bunu bir gölün yüzeyine benzetebiliriz; yüzeydeki su sakin ve berrak olabilir (Bilgi), ancak sâdece yüzeyden bakarak derinliklerinde neler olduğunu (hakikât) bilemeyiz.

b. Değişkenlik:

Hakikât: Hakikât, zamânla ve mekânla sınırlı değildir. Hangi zamânda ya da nerede olursanız olun, hakikât değişmez. Örneğin; Matematikte, iki sayının toplamının, sırası değiştirildiğinde aynı sonucu vereceği hakikâtidir (komütatif[4] özellik). Yâni, 3 + 5 = 8 olduğu gibi, 5 + 3 de 8 eder. Bu kural, hangi iki sayıyı toplarsanız toplayın her zamân geçerlidir ve bir hakikâttir.

Bilgi: Bilgi, koşullara, zamâna veyâ mekâna bağlı olarak değişebilir. Bir durumda doğru olân bir bilgi, başka bir durumda yanlış olabilir. Bilimin târihine bakıldığında, önceden doğru kabûl edilen birçok bilginin, daha sonra yerini yeni bilgilere bıraktığını görebiliriz. Örneğin, orta çağda dünyânın merkezde olduğu ve diğer gök cisimlerinin dünyânın etrafında döndüğü kabûl edilirdi. Bu, bilginin zamânla ve yeni keşiflerle değişebileceğinin bir örneğidir.[5]

Yine "Buz, 0°C'nin altında donar." ifâdesi: Bu, belirli bir sıcaklık koşulu için doğru bir bilgidir. Ancak yüksek basınç altında bu donma noktası değişebilir. Bu, bilginin bâzen belirli koşullar altında geçerli olduğunu, ancak bu koşulların değişmesiyle bilginin de değişebileceğini gösterir.

c. Algılama ve Bilinç Düzeyi:

Hakikât: Hakikâti anlamak genellikle derin bir içsel kavrayış gerektirir. Bâzen mânevîyât, ibâdet, duâ, düşünce veyâ deneyim yoluyla ulaşılan bir içsel aydınlanmayla elde edilir. Örneğin; "Aşk", soyut bir kavramdır ve birçok kişi tarafından farklı şekillerde deneyimlenir ve tanımlanır. Bir birey aşkı romantik bir ilişki olarak tanımlayabilirken, bir diğeri aşkı âilesine ya da doğaya olân derin bir bağlılık olarak görebilir. Ancak, bu çeşitliliğe rağmen, aşkın evrensel bir hakikâti vardır. Bu hakikât, kişisel deneyimlerin ötesinde, her bireyin içsel olarak hissettiği ve dile getirmekte zorlandığı bir güç ve derinliktir.[6] Bu evrensel hakikât, aşkın sâdece romantik ilişkilerle sınırlı olmadığını, insânın varoluşunun temel bir parçası olduğunu gösterir. Diğer yandan, "yaşamın" anlamı da benzer şekilde soyut bir kavramdır, ancak bu konuda çok daha geniş bir yelpazede fikirler ve deneyimler bulunmaktadır.

Hakikât, daha derin bir bilinç düzeyinde, bireyin özünde yer alır ve genellikle kelimelerle ifâde edilmesi zordur. Örneğin; İnsanın kendini evrende nerede gördüğü, varoluşsal sorunlar veyâ ruhsal deneyimler. Bu tür deneyimler ve kavrayışlar, bireysel iç görüler ve sezgiler aracılığıyla elde edilir.

Bilgi: Bilgi, duyu organları aracılığıyla dış dünyâdan toplanan bilgilere dayanır. Görmek, duymak, tatmak, dokunmak ve koklamak gibi duyusal deneyimlerle algılanır. Bilgi, günlük yaşantımızda karşılaştığımız, çevremizdeki somut ve ölçülebilir olâylar ve nesnelerle ilgili bilgilerdir. Bu bilgiler, objektif gerçeklikle uyumlu olarak doğrulanabilir ve genellikle genel kabûl görür. Örneğin; Bir çiçeğin rengi veyâ bir yemeğin tadı. Bu tür bilgiler, duyusal deneyimler yoluyla doğrudan algılanabilir ve genellikle tartışılmaz.

d. Kaynak ve Doğrulama:

Hakikât: Hakikâtin kaynağı genellikle evrensel prensiplere, doğal yasalara veyâ içsel aydınlanmalara dayanır. Örneğin, "Altın kural" olarak bilinen "Başkasının sana nasıl davranmasını istiyorsan, sen de öyle davran" prensibi, birçok kültür ve dinde evrensel olarak kabûl edilir.

Hakikâtin doğrulanması çoğunlukla evrensel kabûl görmüş prensiplere, düşünsel argümanlara ya da derin içsel kavrayışlara dayanabilir. Bu doğrulama süreci bâzen uzun sürebilir ve kesin kanıtlar gerektirebilir. Örneğin, "Başkalarına nasıl davranılmasını istiyorsan, sen de öyle davran" hakikâti, târih boyunca farklı kültürlerde ve dinlerde kabûl görmesi ile doğrulanabilir. Ancak bu, sayısal veyâ fiziksel bir ölçümle doğrulanamaz.

Bilgi: Bilginin kaynağı, gözlemler, deneyler, araştırmalar ya da öğrenilen bilgiler olabilir. Bilgi, ölçümlerle, deneylerle ya da istatistiksel analizlerle doğrulanabilir. Örneğin, suyun 100°C'de kaynadığı bilgisi. Laboratuvar ortamında yapılan deneylerle, suyun deniz seviyesinde 100°C'de kaynadığı doğrulanabilir. Aynı deney, farklı laboratuvarlarda tekrarlanabilir ve aynı sonuç elde edilir.

3. GERÇEK VE HAKİKÂT AYRIMI: "Hakikât" ve "gerçek" kavramları, günlük dilde çoğu zamân birbiri yerine kullanılır ve birçok benzer özellik taşırlar. Ancak felsefî ve dilbilimsel bir perspektiften bakıldığında aralarında bazı ince ayrımlar bulunabilir, din ve günlük hayâtta farklı bağlamlarda kullanılır ve bu bağlamlara göre anlamları değişebilir. Bu iki kavram arasındaki ince ayrımları şöyle sıralayabiliriz:

a. Gerçek: Olâyların, durumların ya da nesnelerin var olma durumunu ifâde eder. Gerçek, genellikle gözlemlenebilen, deneyimlenebilen ya da objektif bir şekilde doğrulanabilen şeyler için kullanılır. Örneğin, "Bu masa gerçekten ahşaptır" ya da "Bugün hava gerçekten soğuk" gibi ifâdelerde, gözlemlediğimiz ya da deneyimlediğimiz somut durumları ifâde etmek için "gerçek" kelimesini kullanırız.

b. Hakikât: Daha soyut, derin ve evrensel bir doğruyu ifâde eder. Hakikât, genellikle daha geniş bir perspektiften bakıldığında anlaşılan, evrensel ve değişmez bir doğruyu temsil eder. Örneğin, "Hayâtın hakikâti nedir?" ya da "Sevginin hakikâti nedir?" gibi sorularda, sâdece gözlemlenebilen ya da deneyimlenebilen somut olâyların ötesindeki evrensel doğruları araştırırız.

"Bir annenin yeni doğan bebeğini ilk gördüğünde ona güçlü bir sevgi hissetmesi" örneği, belki de bir "gerçek" örneği olabilir. Bu, birçok anne için deneyimlenen bir durumdur. Ancak "sevginin hakikâti nedir?" sorusu bu somut deneyimin ötesine geçer ve sevginin özü, doğası ve evrenselliği hakkında daha derin bir sorgulamaya işâret eder.

Bu iki kavram arasındaki fark, kullanıldığı bağlama göre değişebilir. Ancak genel olarak "gerçek" daha somut ve deneyimlenebilir şeylere, "hakikât" ise daha soyut ve evrensel doğrulara işâret eder.

Özellikle "Gerçek" kavramını açıklarken verilen örnek ve açıklamalar, "bilgi" ile yakından ilişkilidir. Ancak, bilgi kavramı, gerçekten doğru olân ve inandırıcılığa sâhip olân şeyleri ifâde ederken, "gerçek" kavramı var olân ya da meydana gelen şeyleri ifâde eder. Yâni, bir şey gerçek olabilir ama bizim için bir bilgi olmayabilir (çünkü henüz öğrenilmemiş olabilir) veyâ bir şey bilgi olabilir ama gerçekte yanıltıcı veyâ yanlış olabilir.

Ancak bu ayrımlara rağmen, "gerçek" ve "bilgi" kavramları arasında yakın bir ilişki bulunmaktadır. Bilim, gerçeği ortaya çıkarmak ve doğrulamak için bilgi toplar. Bir bilgi parçasının doğru (gerçek) olup olmadığını anlamak için, genellikle objektif verilere, deneyimlere veyâ gözlemlere başvurulur.

Bu nedenle, "gerçek" kavramının açıklamasında, bilginin doğrulanabilir, objektif ve duyu organları aracılığıyla algılanan yönleri üzerinde duruldu. Bu, bilgi ve gerçek kavramları arasındaki yakın ilişkiyi yansıtmaktadır. Ancak, her iki kavramın da kendi başına özgül bir anlamı ve kullanımı vardır.

Özetle;

* "Hakikât" kavramı, özellikle felsefe ve tasavvuf literatüründe derin bir anlam taşır. Genel olarak "hakikât", bir şeyin gerçek ve değişmez özü olarak tanımlanır. Yâni bir olâyın, bir olgunun ya da bir konunun en derin, en temel gerçeğidir.

* Öte yandan "gerçek", bir olâyın ya da durumun var olduğunu ve doğrulandığını ifâde eder. Yâni bir şeyin gerçek olması, onun doğru ve var olduğunu gösterir. Ancak bu, o şeyin hakikâtini ifâde etmez. Örneğin, bir elmanın kırmızı olduğunu görmek gerçektir, ama elmanın özü ya da hakikati bu değildir.

* "Bilgi" ise bize bir şey hakkında verilen ya da öğrenilen bilgidir. Bir şeyi bilmek, onun hakkında bilgi sâhibi olmak demektir. Ancak bu bilgi her zamân o şeyin hakikâti ya da gerçeği olmayabilir. Çünkü bilgiler, zamanla değişebilir, eksik olabilir veya yanıltıcı olabilir. Ancak hakikât, zamânla değişmez ve değiştirilemez.

4. BEDİÜZZAMÂN'IN BU İFÂDEDE “HAKİKÂT” TERİMİNİ KULLANMASI: Bedîüzzamân'ın "hakikât" kavramını kullanmasının temel nedeni, yüzeydeki geçici bilgilerden ziyâde evrensel, değişmez ve derin gerçekliklere dikkât çekmektir. Onun için hakikât, insânın ve evrenin gerçek doğasını anlama yolculuğunun temelidir.

Bedîüzzamân Said Nûrsî'nin eserlerini, özellikle bir şâheser olân Risâle-i Nûr Külliyâtı'nı dikkâte aldığımızda, onun dilindeki "hakikât" kelimesinin taşıdığı ağırlığı daha iyi anlayabiliriz. Bedîüzzamân, dilini oldukça dikkâtli kullanır ve kullandığı terimlerin altında derin anlamlar yatar. Özellikle "hakikât" terimi, onun eserlerinde sıkça karşımıza çıkar.

Bedîüzzamân'ın "hakikât" terimini kullanmasının nedenlerini şu şekilde sıralayabiliriz:

a. Derinlik ve Öz: Bedîüzzamân'ın eserlerinde sıkça vurguladığı bir konsept, bir şeyin yüzeyini değil, onun özünü anlama gerekliliğidir. Bu, onun "hakikât" terimiyle neyi kastettiğinin temel bir parçasıdır. Hakikât, bir konunun ya da olgunun en derin, en öz anlamını ifâde eder. Yüzeydeki bilgiden ziyâde, bir konunun gerçek, evrensel ve değişmez anlamını yakalamak istemiştir.

b. Evrenselliği Vurgulama: Bedîüzzamân'ın hakikâtle ilgili vurgusu, onun sâdece belirli bir zamân ya da mekâna sınırlı olmayan, evrensel gerçeklere işâret ettiğini gösterir. Onun perspektifinden, hakikât değişmez bir yapıya sâhiptir ve tüm zamânlarda, tüm mekânlarda geçerlidir.

c. Değişmezlik İlkesi: Bedîüzzamân, bilginin zamânla ve şartlarla değişebileceğini, ancak hakikâtin bu değişimlere tâbî olmadığını ifâde eder. Bu nedenle, onun hakikât kavramı, evrenin ve varlığın değişmez prensiplerine işâret eder.

d. İçsel Aydınlanma ve Kavrayış: Bedîüzzamân için hakikâte ulaşmak, sâdece zihinsel bir çaba değil, aynı zamânda bir içsel aydınlanma ve derin bir kavrayış gerektirir. Bu nedenle, hakikât terimi, sâdece zihinsel bilgiyi değil, aynı zamânda içsel bir gerçekliği, bir aydınlanmayı ifâde eder.

e. Doğru ve Yanıltıcı Bilgi Arasındaki Ayırım: Bedîüzzamân, bilginin zamânla değişebileceğini, hatta bâzen yanıltıcı olabileceğini kabûl eder. Ancak hakikât, her zamân sabit kalır ve bizi doğru yola yönlendirir. Bu, onun neden hakikât kavramını sıkça vurguladığının ana nedenlerinden biridir.

f. Felsefî ve Epistemolojik[7] Boyut: "Hakikât" kavramının felsefede ve özellikle bilgi felsefesi olân epistemolojide özel bir yeri vardır. Epistemoloji, basitçe “bilgi” hakkındaki bilgidir. Yâni bilgimizin nereden geldiğini, ne kadar güvenilir olduğunu ve nasıl doğrulanabileceğini inceler.

Bir örnekle bu kavramı somutlaştıralım: Diyelim ki, bir arkadaşınız size bir haber hakkında bir bilgi veriyor. Bu bilgiye nasıl güveniriz? Doğru mu, yanlış mı? Kaynağı ne? İşte bu soruların cevaplarını aramak, epistemolojik bir yaklaşımla gerçekleşir.

Bedîüzzamân'ın “hakikât” terimini kullanması, onun sâdece basit bir bilgi sunma amacında olmadığını gösterir. Aynı zamânda bu bilginin nereden geldiğini, nasıl doğrulanabileceğini ve bu bilginin bize ne kadar değerli olabileceğini de sorgulamak istediğini belirtir.

Örneğin, bir öğretmenin sınıfta öğrencilere verdiği bilgileri sorgulamadan kabûl etmek yerine, nereden geldiğini, nasıl elde edildiğini ve bu bilginin doğruluk payını sorgulamak, epistemolojik bir yaklaşımın ürünüdür. Bu, sâdece bilgiye sâhip olmayı değil, bilgiye nasıl sâhip olunduğunu da anlama çabasıdır.

g. Okuyucuya Etkisi: "Hakikât" kelimesinin kullanılması, metinde yer alan bilgilerin sıradan olmadığına dair bir işârettir. Bu, okuyucunun metni daha dikkâtli ve ciddi bir şekilde okumasını teşvik eder. Okuyucuya, metnin sâdece bireysel deneyimler veyâ gözlemler üzerine kurulu olmadığı, bunun ötesinde evrensel ve kalıcı bir doğruluk taşıdığı mesajını verir.

Sunduğumuz bu perspektifleri, onun "Ey kardeş! Benden birkaç nasihat istedin. Sen bir asker olduğun için askerlik temsilatıyla, sekiz hikayecikler ile birkaç hakikâti nefsimle berâber dinle." ifâdesiyle birleştirdiğimizde, bu ifâdesinde kullandığı "hakikât" kelimesiyle neyi kastettiğini daha net görebiliriz.

Bediüzzaman’ın bu ifâdesiyle ve özellikle de Risâle-i Nûr Külliyâtının ilk eseri olân “Sözler” kitâbının ilk cümlesinde bunu ifâde etmesiyle "Risâle-i Nûr Külliyâtında bulunan tüm ifâdeler birer hakikâttir. Onu dikkâtle okuyunuz. Bunlar evrensel, değişmez, mutlâk bilgilerdir. Bunları uyguladığınız müddetçe asıl gerçeğe ve hayâtın anlamıyla berâber mutluluğuna da kavuşursunuz" anlamında bir îmâda bulunmaktadır. Bu tür îmâlar, onun yazdığı metinlere ve kullandığı kavramlara derinlik katmaktadır.

Bedîüzzamân'ın eserlerinde yer alan kavramlar, sâdece sözlük anlamlarıyla değil, onun bu kavramlara yüklediği derin ve kapsamlı anlamlarla ele alınmalıdır.

5. POPÜLER BİLİM AÇISINDAN “HAKİKÂT” KAVRAMI ÖZELİNDE BİRİNCİ SÖZ: Birinci Söz ve Popüler Bilim arasında bir karşılaştırma yaparken, her iki kavramın da temelde farklı amacı ve odak noktaları olduğunu unutmamak gerekir. Bedîüzzamân'ın "hakikât" kavramını kullanmasını Popüler Bilim açısından değerlendirebiliriz. Bedîüzzamân'ın "hakikât" kavramıyla Popüler Bilim arasında benzerlikler ve farklar bulunmaktadır:

a. Benzerlikler:

* Açıklayıcılık: Hem Popüler Bilim hem de Bedîüzzamân, karmaşık kavramları kolây anlaşılır bir şekilde sunma eğilimindedir. Bedîüzzamân'ın "hakikât" kavramı, evrenin ve varlığın derinliklerine dikkât çekerken, Popüler Bilim de genellikle karmaşık bilimsel konuları sâdeleştirerek sunâr.

* Evrenselliği Vurgulama: Bedîüzzamân, hakikâtin evrensel olduğunu vurgular. Popüler Bilim de bilimin evrensel doğasını vurgular ve farklı kültürleri, yaş grupları ve eğitim seviyelerini kapsayacak şekilde bilimi sunâr.

* Kavrayış: Hem Bedîüzzamân'ın "hakikât" kavramında hem de Popüler Bilimde, konunun derinlemesine anlaşılmasının önemine vurgu yapılır.

b. Farklar:

* Derinlik: Bedîüzzamân'ın "hakikât" kavramında, sâdece zihinsel bilginin ötesinde, içsel bir gerçekliğe, bir aydınlanmaya vurgu yapılırken, Popüler Bilim genellikle bilgiyi sâdeleştirerek ve basite indirgeyerek sunâr.

*Kaynak ve Doğruluk: Bedîüzzamân'ın "hakikât" kavramı, sâdece gözlem ve deneyimle elde edilen bilgilere dayanmaz. O, bize evrenin ve varlığın değişmez prensiplerini sunâr. Popüler Bilim ise genellikle mevcût bilimsel araştırmalara dayanır.

* Duygusal Derinlik: Bedîüzzamân için "hakikât" kavramı, duygusal bir derinlik taşır. Bu gerçekleri tam anlamıyla kavramak için sâdece aklımızı değil, kalbimizi ve duygularımızı da kullanmamız gerektiğini vurgular. Popüler Bilim ise duygusal bir bağlantı kurma amacı gütmeyebilir.

c. Birinci Söz'ün Popüler Bilimden Üstünlükleri:

* Evrensel İlkeler: Bedîüzzamân'ın "hakikât" kavramıyla sunmak istediği ilkelere göre, bu ilkelere uyduğumuzda sâdece bu dünyâda değil, âhirette de huzûr ve anlamlı bir hayât bulabiliriz.

* Duygusal ve Mânevî Bağlantı: Birinci Söz, bizi; “sâdece aklıyla değil, kalbiyle de anlaşılmalı” ve “duygusal bir derinlikle kavranmalı” gerçekliklerine yönlendirir. Popüler Bilim bu derin duygusal ve mânevî bağlantıyı sağlamaz.

* Derin Kavrayış: Bedîüzzamân, bilgiye sâdece zihinsel olarak değil, içsel bir aydınlanma ve kavrayışla ulaşılması gerektiğini vurgular. Popüler Bilim, genellikle zihinsel kavrayışa odaklanır.

Sonuç olarak, Bedîüzzamân'ın "hakikât" kavramının kullanımı, Popüler Bilimle bazı benzerliklere sâhip olabilir, ancak daha derin, duygusal ve mânevî boyutlarıyla birleşerek ondan farklılaşır. Birinci Söz, bize; sâdece bilimsel bilgi sunmanın ötesinde, evrensel gerçekleri ve mânevî ilkelere dayanan bir hayât anlayışı sunâr.

SON SÖZ:

“Birkaç hakikâti nefsimle berâber dinle”

Bedîüzzamân, bu cümlesinde dile getirdiği “birkaç hakikât” ifâdesiyle sıradan bir hikâyeyi ya da hayâlî bir öyküyü kastetmiyor. Aksine, evrenin derinliklerinde gizlenen, varlık kavramının temelinde yatan bazı temel gerçekliklere işâret ediyor. Bu hakikâtlerin üzerinde durulması, onlara uyulması gerektiğini vurguluyor. Çünkü bu hakikâtler, bize sâdece bu dünyâda değil, âhirette de rehberlik edecek nitelikte. Dünyâda ve âhirette kurtuluş, huzûr ve anlamlı bir hayât bu gerçeklere bağlı.

Bedîüzzamân’ın kullandığı "BİRKAÇ" ifâdesi, sunulan bu bilgilerin sâdece bir kısmı olduğunu gösteriyor. Yâni anlatılanlardan çok daha fazlası var. Bedîüzzamân, bu derin bilgilere sâhip ve bu bilgilerin farkında. Ancak yazılanların hakikâtler olması dolâyısıyla bazılarının anlatılmasının zor olabileceğini, belki de sırlar olduğunu îmâ ediyor. Bu derin bilgilerin bazıları, "Ondördüncü Lem'a'nın İkinci Makamı" adlı eserinde karşımıza çıkıyor:[8]

“Besmelenin rahmet noktasında parlak bir nûru, sönük aklıma uzaktan göründü. Onu, kendi nefsim için nota suretinde kaydetmek istedim. Ve yirmi-otuz kadar sırlar ile, o nûrun etrafında bir dâire çevirmek ile avlamak ve zabtetmek arzu ettim. Fakat maatteessüf şimdilik o arzuma tam muvaffak olamadım. Yirmi-otuzdan, beş-altıya indi.

‘Ey insân!’ dediğim vakit nefsimi murad ediyorum. Bu ders kendi nefsime has iken, ruhu benimle münasebettâr ve nefsi nefsimden daha hüşyâr zâtlara belki medâr-ı istifâde olur niyetiyle, Ondördüncü Lem'anın İkinci Makamı olarak müdakkik kardeşlerimin tasviblerine havâle ediyorum. Bu ders akıldan ziyâde kalbe bakar, delilden ziyâde zevke nâzırdır.”

Yukarıda “Ondördüncü Lem'anın İkinci Makamı”ndan aldığımız kesitte, belki de yirmi ya da otuz gibi birçok gerçeği aktarmak istediğini, ancak bu derin bilgileri beş ya da altıya indirgemek zorunda kaldığını ifâde eder, yâni gerçek dünyâya sunabilmek için hiç değilse duygularla anlaşılabilir hâle getirebiliyor. Buradan anlaşılıyor ki hakikâtler, sâdece aklıyla değil, kalbiyle de anlaşılmalı; duygusal bir derinlikle kavranmalı. Bu durum, bu gerçeklerin ne kadar kapsamlı ve değerli olduğunu gösteriyor.

Bedîüzzamân’ın bu ifâdesindeki “Fakat maatteessüf şimdilik o arzuma tam muvaffak olamadım. Yirmi-otuzdan, beş-altıya indi” ve “Bu ders akıldan ziyâde kalbe bakar, delilden ziyâde zevke nâzırdır” cümleleri bu gerçeği bildirmektedir.

Bedîüzzamân’ın bu bilgileri sunârken kullandığı dil, aklın ötesinde, kalbi ve duyguları hedef alır. Yâni, bu gerçekleri tam anlamıyla kavramak için sâdece aklımızı değil, kalbimizi ve duygularımızı da kullanmamız gerekiyor.

Sonuç olarak:

* Bedîüzzamân’ın bize sunduğu bu değerli hakikâtlere sâhip olduğu için ona derin bir minnet duyuyoruz.

* Risâle-i Nûr Külliyâtı, bize hayâtın her alanında hem bu dünyâda hem de öteki dünyâda rehberlik ediyor. Her bir cümlesi, hayâtımıza yeni bir anlam, yeni bir derinlik katıyor. Bu eserleri, hayâtımızın merkezine koymamız ve onlardan aldığımız ilhâmla yaşamamız gerekiyor.

* Bedîüzzamân’ın bu derin bilgilere sâhip olması ve onları bizimle paylaşması, onun maddî ve mânevî anlamda bizim için önemli bir önder olduğunu gösteriyor. Onun rehberliği ile bu hakikâtlere ulaşmamız ve onları hayâtımıza uygulamamız mümkün.

[1] Etimoloji, bir dildeki kelimelerin kökenini, tarihini ve anlam değişimlerini inceleyen bilim dalıdır. Etimoloji, kelimelerin nasıl oluştuğunu, hangi dillerden geldiğini, hangi ses ve anlam değişikliklerine uğradığını araştırır. Etimoloji, dilbilimin önemli bir alt dalıdır. Etimoloji çalışmaları, bir dilin yapısını, tarihini ve kültürünü daha iyi anlamamızı sağlar. Etimolojik ise, bir sözcüğün kökenini, tarihini ve anlam değişimlerini inceleyen bilim dalı olân etimoloji ile ilgili bir sıfat olarak kullanılır. Örneğin, etimolojik sözlük, kelimelerin kökenlerini ve anlamlarını açıklayan bir sözlük türüdür. Etimolojik araştırma, bir dilin veya lehçenin tarihsel gelişimini ortaya çıkarmak için kelimelerin kökenlerini ve ilişkilerini inceleyen bir araştırma yöntemidir. Etimolojik, Latince "etymologia" kelimesinden türetilmiştir. Bu kelime de Yunanca "etymos" (gerçek, asıl) ve "logos" (söz, bilim) kelimelerinin birleşmesiyle oluşmuştur.

[2] Semitik, genellikle Orta Doğu, Kuzey Afrika ve Etiyopya'da konuşulan bir dil âilesini tanımlamak için kullanılan bir terimdir. Semitik diller, Sami halklarının ataları olân eski Semitler tarafından geliştirilmiştir. Semitik terimi, ilk olarak 18. yüzyılda Alman dilbilimci August Ludwig von Schlözer tarafından kullanılmıştır. Semitik dillerin en yaygın örnekleri Arapça, İbrânîce, Amharca ve Tigrinya'dır. Semitik diller, sesli harflerin yazılmadığı veya belirtilmediği ebced yazı sistemlerini kullanır. Semitik diller, ayrıca kök ve desen adı verilen iki temel yapısal özelliğe sahiptir. Kök, genellikle üç sessiz harften oluşan ve bir anlam taşıyan bir dizidir. Desen ise kökün içine yerleştirilen sesli harflerden ve eklerden oluşan ve kökün anlamını değiştiren bir şablondur.

[3] Konsept, bir fikir, plan, tasarım veya amaç olarak tanımlanabilir. Bir konsept, bir şeyin nasıl yapılacağına veya nasıl görüneceğine dair genel bir anlayışı ifade eder. Örneğin, bir restoranın konsepti; menüsü, dekorasyonu, hizmet tarzı ve müşteri kitlesi gibi unsurları içerir. Bir konsept, soyut veya somut olabilir. Soyut bir konsept, matematik, adalet veya mutluluk gibi soyut kavramları temsil eder. Somut bir konsept ise, bir araba, bir ev veya bir tablo gibi somut nesneleri temsil eder.

[4] Komütatif, bir işlemin sırasının değiştirilmesinin sonucu etkilemediği durumlarda kullanılır. Örneğin, toplama ve çarpma işlemleri komütatiftir, çünkü a+b=b+a ve a×b=b×a olur. Ancak, çıkarma ve bölme işlemleri komütatif değildir, çünkü a-b≠b-a ve a÷b≠b÷a olabilir. Komütatiflik, matematikte önemli bir özelliktir ve bazı cebirsel yapıların tanımında yer alır.

[5] Tarihsel olarak baktığımızda İslâm bilim dünyâsının astronomi, matematik, tıp, kimya ve diğer birçok alanda büyük katkılarda bulunduğunu görmekteyiz. Örneğin, El-Birûnî, astronomi ve jeografi konusunda birçok önemli katkıda bulunmuş bir İslâm bilim insânıdır. Kendisi, Dünyâ'nın çevresini ölçme çalışmaları yapmış ve sonuçları günümüzdeki değerlere oldukça yakın bir sonuca ulaşmıştır. Ayrıca, Dünyâ'nın hareketleri konusundaki çalışmaları, orta çağın sonlarına doğru Avrupa'da kabul gören heliosantrik modelin kabul edilmesine zemin hazırlayan etmenlerden biridir.

El-Birûnî gibi tüm İslâm bilim insânları ilhâmlarını Kur’ân ve Hadîslerden almışlardır. Kur’ân'da, kâinatın ve onun içindeki her şeyin nasıl işlediğine dair birçok işâret ve âyet bulunmaktadır. İslam bilim insânları, Kur’ân'ın ayetlerini ve Hadîsleri, evreni anlama çabalarına bir rehber olarak kullanmışlar ve aynı zamânda gözlem, deney ve mantıklı çıkarımlarla da bilimsel bilgiyi genişletmişlerdir. Bu, İslâm dünyâsının bilim ve din arasındaki ilişkiyi nasıl ele aldığının bir göstergesidir.

Bu durum; Kur'ân ve Hadîslerin sunduğu bilgilere hakikât nazarıyla bakmak, onları mutlak gerçeklik olarak kabul etmek anlamına gelir.

[6] Bedîüzzamân Hazretleri sevgi, muhabbet ve aşkı şöyle tanımlar ve aralarındaki farkı da ortaya koyar: “Muzaâf ihtiyâç, iştiyâktır. Muzaâf iştiyâk, muhabbettir. MUZAÂF MUHABBET DAHİ AŞKTIR.” Sözler-642 (Otuz İkinci Söz / Üçüncü Mevkıf / İkinci Noktanın İkinci Mebhası / Mühim Bir Sual / Üçüncü Nükte)

[7] Epistemoloji, bilginin tanımı, kaynağı, sınırları ve doğruluğu ile ilgilenen felsefe dalıdır. Epistemoloji, bilginin nasıl elde edildiğini, hangi tür bilgilerin geçerli olduğunu ve bilginin gerçekliğini nasıl değerlendirdiğimizi inceler. Epistemoloji, eğitim ve öğretim sürecinde de önemli bir rol oynar. Öğrencilerin, öğretmenlerin ve öğretmen adaylarının epistemolojik inanışları, öğrenme ve öğretme yaklaşımlarını, motivasyonlarını ve başarılarını etkiler. Epistemoloji, yapılandırmacılık gibi öğrenen merkezli eğitim felsefelerinin de temelini oluşturur. Epistemolojik kelimesi ise, epistemoloji ile ilgili olân veya epistemolojiye dayanan anlamına gelir. Örneğin, epistemolojik bir soru, bilginin ne olduğu veya nasıl elde edildiği gibi bir sorudur. Epistemolojik bir yaklaşım ise, bilgiyi incelemek için belirli bir yöntem veya teori kullanmak anlamına gelir.

[8] Sözler-8

Yazının Arapçası için tıklayınız
Yazının Almancası için tıklayınız
Yazının İngilizcesi için tıklayınız
Yazının Fransızcası için tıklayınız

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
28 Yorum