Salahattin ALTUNDAĞ
Bediüzzaman Hırsıza Ne Fısıldar: ‘Arş-ı Âlâ'dan Gelen Emir’
TARIK ÇELENK’İN BEDİÜZZAMAN SAİD NÛRSÎ VE RİSALE-İ NÛR HAKKINDAKİ DEĞERLENDİRMELERİNE AKADEMİK VE KAYNAKLARA DAYALI BİR CEVAP-10
D. ÇELİŞKİ Mİ, STRATEJİK DEHÂ MI? BEDİÜZZAMAN’IN SİYÂSİ MİRASI VE MODERN ELEŞTİRİLERE CEVAP
2.2.4. Şeriat ve Adâlet: İçselleştirilmiş Bir Hukuk Anlayışı
Meşrûtiyetin (anayasal yönetimin) ruhu Kur'ân-ı Kerîm’den alındığı gibi, o ruhun hayata geçeceği adalet sisteminin kaynağı da Bediüzzaman Hazretleri’ne göre yine şeriattır. Bu nedenle şeriat onun için sadece bir hukuk sistemi değil, aynı zamanda toplumsal saadetin ve gerçek adaletin yegâne kaynağıdır. Bu fikrini, iki farklı adâlet anlayışını karşılaştırdığı bir hikâye ile somutlaştırır. Bu temsîlde, sadece dışsal cezalara dayanan seküler kanunlar ile hem dışsal hem de içsel (vicdanî) bir caydırıcılık mekanizması kuran şeriatın farkını ortaya koyar: Misafir olduğu bedevî kabilesinde paraların açıkta bırakıldığını gören bir adama ev sahibi, suç oranlarının neden düşük olduğunu “Biz emr-i İlâhî namına ve adâlet-i şer’iye hesabına hırsızın elini kesiyoruz”[1] diyerek açıklar. Misafirin, kendi memleketinde hapishaneler dolu olmasına rağmen hırsızlığın bitmediğini söylemesi üzerine, Bediüzzaman Hazretleri’nin anlatımındaki ev sahibi şu derin karşılaştırmayı yapar: Seküler kanunlar, caydırıcılığını sadece yakalanma korkusuna dayandırdığı için insanın yalnızca “vehmini” etkiler. Oysa şeriatın hükmü, hırsızlık meyli ortaya çıktığı anda imandan gelen bir hassasiyetle “Arş-ı İlahîden nâzil olan emir”[2] olarak kişinin hatırına gelir. Bu ilâhî emir, akıl, kalp ve vicdan gibi manevî merkezleri harekete geçirerek kişide suçu daha fikir aşamasındayken engelleyen “daimî bir manevî yasakçı”[3] yani bir “iç bekçi” oluşturur. Bediüzzaman Hazretleri bu kıyasla, gerçek caydırıcılığın ve toplumsal huzurun, kanunların vicdanlarda kök salmasıyla mümkün olacağını göstererek şu temel hakikati ders verir: “Saadet-i beşeriye dünyada adâlet ile olabilir. Adâlet ise doğrudan doğruya Kur’ânın gösterdiği yol ile olabilir”. [4]
Bu nedenle Bediüzzaman Hazretleri’nin savunduğu “meşrû meşrûtiyet” (İslâm’ın kanun ve ahlâk ilkelerine uygun anayasal yönetim), aslında bir “meşveret-i şer’iyye”dir (İslâm’ın kanun ve ahlâk ilkelerine uygun danışmadır, istişaredir, ortak akıldır).[5]
2.2.5. Pratikte Meşrutiyet: Fikirlerin Yayılması ve Toplumsal Sahiplenme
Teorik olarak temellendirilen bu “Meşrûtiyet-i Meşrûa” modelinin pratikteki yansımaları ve Bediüzzaman Hazretleri’nin onu topluma benimsetmek için öngördüğü esaslar da en az teorik çerçevesi kadar önemlidir. Bu sistemin temel özellikleri şunlardır:[6]
- Hâkimiyet-i Millet: Yönetim, tek bir şahsın keyfi iradesine değil, ortak aklın ve millet iradesinin ürünü olan kanun hâkimiyetine dayanır.
- Hak Üstünlüğü: Gücü veya kuvvetli olanı değil, “hakkı” ve “haklı olanı” üstün tutar.
Bu fikirlerini topluma kabul ettirmek için aktif bir çaba göstermiş, 1908 sonrası doğu vilâyetlerini (şehirlerini) gezerek aşiret ileri gelenlerine ve halka mutlakiyetin “zehir,” meşrûtiyetin (anayasal yönetimin) ise “panzehir” olduğunu anlatmış,[7] bu diyalogları daha sonra Münazarat adıyla kitaplaştırarak mesajını sadece o bölgeyle sınırlı tutmayıp tüm ümmete neşretmiş, böylece içeriği itibarıyla evrensel olan bu hakikatleri kalıcı kılmıştır. Volkan ve İçtihad gibi gazetelerdeki yazılarıyla da meşrûtiyetin (anayasal yönetimin) dinsizlik olmadığını, aksine Peygamber Efendimiz (asm) ve Hulefa-i Raşidîn’in (ra) (ilk dört halifenin) istişareye dayalı yönetim pratiğinin çağdaş bir formu olduğunu ileri sürmüştür.[8]

Münazarat adlı eserinde bu konuyu çoban ve sürü alegorisiyle (sembolik anlatımıyla) daha da açar: Dini ve devleti, kifayetsiz yöneticilere (“tenbel çoban”)[9] emanet edip gaflet uykusuna yatmanın yanlışlığını vurgular. Bunun yerine milletin bizzat kendisinin “bir çobana bedel bin muhafız”[10] olarak işe el koyması gerektiğini, böylece hiçbir “kurt ve hırsızın” (iç ve dış düşmanların) cesaret edemeyeceğini savunur. Bu, milletin kendi kaderine sahip çıkması gerektiği yönündeki meşrûtiyetçi fikrin popüler bir dille ifadesidir.
2.2.6. Değişen Metotlar, Değişmeyen Gaye
Bu bölümün argümanlarını özetlemek gerekirse, Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri’nin hayatının farklı dönemlerindeki metodolojik değişiklikler, zaman zaman onun siyasi duruşunun sabit ilkelerden yoksun bir pragmatizme (faydacılığa) dayandığı[11] veya tutarsız olduğu yönünde eleştirilere neden olmuştur. Ancak, bu bölümde incelenen “Meşrûtiyet-i Meşrûa” projesi, bu eleştirileri çürüten en önemli delillerden biridir. Zira bu proje, dışarıdan farklı görünen siyasi tavırların ardında sarsılmaz ve tutarlı bir temel olduğunu göstermektedir. Onun “meşrutiyeti”, “cumhuriyeti” veya çok partili hayatta “ehven-i şer prensibini” savunması, değişen şartlara göre farklılaşan metodolojik uygulamalar olsa da hepsi aynı gayeye, yani İslâmî değerlerin toplum hayatında yaşanmasına ve korunmasına hizmet eden stratejik hamlelerdir. Osmanlı’nın son döneminde, yani “Eski Said” devresinde, toplumsal sorunların çözümü için siyâseti bir araç olarak görmüş ve meşveret (danışma, istişare, ortak akıl) ruhunu taşıyan anayasal bir yönetimi aktif olarak savunmuştur. Bu, o günün şartlarında iman ve Kur’ân hizmetinin önünü açacak en acil ve etkili metottu. Daha sonra siyâsetten çekilerek doğrudan iman hakikatlerine odaklanması veya çok partili dönemde belirli bir siyâsî tavrı desteklemesi, bu temel gayeyi değişen tehdit ve imkânlara karşı muhafaza etme çabasının farklı tezahürleridir. Dolayısıyla, onun meşrûtiyet savunusu, sonradan terk edilmiş gelip geçici bir fikir değil, şartlara göre metodu değişen fakat hedefi hiç değişmeyen bütüncül bir medeniyet tasavvurunun ilk ve en temel adımıdır. Bu da onun fikirlerinin dönemsel bir pragmatizmin (faydacılığın) değil, “sarsılmaz bir ana gayenin” ve “stratejik bir dehânın” ürünü olduğunu kanıtlar.
Yeniden buluşmak duâsıyla, Allah’a emanet olunuz.
Kaynaklar ve Dipnotlar:
[1] Nûrsî, B. S. (1989). Risale-i Nûr Külliyâtı (Hutbe-i Şamiye 76 : Birinci Zeyl/İkinci Kısım). İstanbul: Envar Neşriyat.
[2] Nûrsî, B. S. (1989). Risale-i Nûr Külliyâtı (Hutbe-i Şamiye 76 : Birinci Zeyl/İkinci Kısım). İstanbul: Envar Neşriyat.
[3] Nûrsî, B. S. (1989). Risale-i Nûr Külliyâtı (Hutbe-i Şamiye 77 : Birinci Zeyl/İkinci Kısım). İstanbul: Envar Neşriyat.
[4] Nûrsî, B. S. (1989). Risale-i Nûr Külliyâtı (Hutbe-i Şamiye 78 : Birinci Zeyl/İkinci Kısım). İstanbul: Envar Neşriyat.
[5] Nûrsî, B. S. (1989). Risale-i Nûr Külliyâtı (Divan-ı Harb-i Örfi 52-53 : HATİME). İstanbul: Envar Neşriyat.
[6] Yılmaz, A. (2021, 27 Eylül). Bediüzzaman’ın meşrûtiyet anlayışı meşrû meşrûtiyettir. Yeni Asya. https://www.yeniasya.com.tr/atilla-yilmaz/bediuzzaman-in-mesrutiyet-anlayisi-mesru-mesrutiyettir_549565
[7] Çimîç, A. (2021, 25 Kasım). Bediüzzaman, hürriyet, istibdat ve meşrûtiyeti ders veriyor. Yeni Asya. https://www.yeniasya.com.tr/gundem/bediuzzaman-hurriyet-istibdat-ve-mesrutiyeti-ders-veriyor_547029
Vahide, Ş. (2006). Bediüzzaman Said Nûrsi: Entelektüel biyografisi (İ. M. Abu-Rabi’, Ed.; C. Taşkın, Çev.). Etkileşim Yayınları.
[8] Çimîç, A. (2021, 25 Kasım). Bediüzzaman, hürriyet, istibdat ve meşrûtiyeti ders veriyor. Yeni Asya. https://www.yeniasya.com.tr/gundem/bediuzzaman-hurriyet-istibdat-ve-mesrutiyeti-ders-veriyor_547029
[9] Nûrsî, B. S. (1989). Risale-i Nûr Külliyâtı (Münazarat 10 : Eski Said’in aşairin suallerine verdiği cevablar). İstanbul: Envar Neşriyat.
[10] Nûrsî, B. S. (1989). Risale-i Nûr Külliyâtı (Münazarat 10 : Eski Said’in aşairin suallerine verdiği cevablar). İstanbul: Envar Neşriyat.
[11] Pragmatizm: Değişken, faydaya dayalı ve bu yüzden de temel bir ilkeden yoksun ve tutarsız olarak görülen bir siyâsî tavır. Eleştirenler, Bediüzzaman'ın hayatının farklı dönemlerinde (Eski Said, Yeni Said, Üçüncü Said) siyasi konularda farklı metotlar izlemesini (önce meşrutiyeti aktif savunması, sonra siyasetten çekilmesi, daha sonra ehven-i şer ile siyasete dolaylı destek vermesi) bir "tutarsızlık" olarak görüyorlar. Onu, temel bir prensibe bağlı kalmak yerine, o anki şartlarda ne faydalı ve pratik ise ona göre hareket eden bir pragmatist (faydacı) olmakla suçluyorlar. Yani, "ilkeleri yok, sadece o anki faydaya göre pozisyon alıyor" demek istiyorlar. Hayır, bu bir pragmatizm veya tutarsızlık değildir. Bunun en önemli kanıtlarından biri de işte bu bölümde incelediğimiz 'Meşrûtiyet-i Meşrûa' projesidir.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.